10.04.2023 - 12:18 | Son Güncellenme:
Derleyen: Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Kara Ahmet Bulgaristan'ın Rusçuk ilinin Razgrad ilçesine bağlı olan Umurköy'de 1871 yılında dünyaya geldi. Uzun Ali Ağa'nın oğlu olan Kara Ahmet güreşe daha çocukluğunda başlamıştı. Büyüdüğü yer adeta bir pehlivan madeniydi. Namı dünyaya ün salmış pehlivanlar burada yetişiyordu; Osmanlı'nın en güçlü, bileği bükülmeyen ve yiğit pehlivanlarının merkeziydi. Kara Ahmet de bileği bükülmeyen pehlivanlardan biri oldu. Öyle ki 20 yaşında geldiğinde karşısında rakip olabilecek tek bir pehlivan yoktu. Karşısına çıkan küçük büyük herkesi deviren Kara Ahmet böyle giderse olduğu yerde sayacağını düşündü. Kendisini daha fazla geliştirmek ve yetiştirmek adına dönemin başkenti İstanbul'un yolunu tuttu. 1892'de İstanbul'a gelerek Tahtakale'de Leblebici Hanı’na yerleşti. Bu sırada yakın köylüsü Ezelceli Hergeleci İbrahim Pehlivan'a çırak oldu ve Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa'nın himayesine girdi. Bu nedenle 'Paşanın Pehlivanı' diye anıldı.
AVRUPA'DA DA ÜN SALDI
Kara Ahmet ilk önemli güreşini Gelibolu Mevlevî Şeyhi Mustafa Daniş Efendi’nin düzenlediği düğünde eğlence olsun diye yaptı. Burada tanınmış ve tecrübeli Kazandereli Memiş'i yendi. Böylece Kara Ahmet iyice tanınır hâle gelmiş, bazı Avrupalı güreşçilerin ve organizatörlerin de dikkatini çekmişti. Çardak güreşinden bir sene sonra A. Pierre'in dikkatini çeken Kara Ahmet, onunla birlikte Paris'e gitti. Pierre ile Avrupa'ya giden Kara Ahmet burada da Avrupalı güreşçilerle güreş tutmaya başladı.
Kara Ahmet Avrupa'nın ve Rusya'nın bazı şehirlerinde güreşler yaptı. Avrupa'da onlarca güreş yapan Kara Ahmet'in sırtı hiç yere gelmedi ve 1896 yılında yenilgisiz olarak İstanbul'a geri döndü. Cesur, sert bir mizaca sahip olan, yeri gelince hırçın ve gerektiğinde kavga ederek güreşen Kara Ahmet, yağlı güreşte hiçbir zaman çağının baş pehlivanları arasına katılamadı. Çünkü kolları kısa ve kalındı. Çoğu zaman Kurtdereli Mehmet, hatta Küçük Yusuf ile karşılaşmaktan kaçınırdı.
Ancak Kara Ahmet'in vücut yapısı başka bir güreş tarzı olan grekoromene (ayaklara dokunmadan icra edilen güreş) daha elverişliydi. İstanbul'da bulunduğu sürece Mekteb-i Sultânî'nin (Galatasaray Lisesi) beden öğretmeni Faik Hoca'nın Beyoğlu'ndaki kulübünde verdiği jimnastik derslerinden yararlanıyor ve Tatavla Kulübü’ne giderek İtalyan hocadan grekoromen dersleri alıyordu. Yalnızca bunlarla da kalmıyor, Fransızca dersleri de alıyordu.
SAĞLIK SORUNLARI BAŞ GÖSTERMEYE BAŞLADI
Kara Ahmet 1899'da Paris'e gitti ve burada yaptığı güreşlerden birçoğunda galip geldi. Güreştikleri arasında ünlü güreşci Laurent de vardı. Onunla yaptığı 1 saat 6 dakikalık çok sert güreşte Kara Ahmet galip gelerek ayakta alkışlanmış ve 'Cihan Pehlivanı' ilân edilerek altın madalya ve parayla ödüllendirilmişti.
Kara Ahmet'in ünü arttıkça dünyanın her yerindeki ünlü güreşçiler onunla rekabet etmek istiyordu. Bunlardan biri de Paul Pons adlı bir güreşçiydi. Kara Ahmet'e meydan okuyarak onunla güreşmek istemişti. 23 Aralık 1899’da yapılan güreş berabere bitti. İkinci karşılaşma 26 güreş çok şiddetli başladı. Bir an Ahmet'in kaşı yarılıp çok kan akmaya başlayınca güreş durduruldu. Son güreşte Fransız güreşçi Paul Pons mağlup olmuştu ve kazanan yine Kara Ahmet oldu. Bu karşılaşmadan sonra halk Ahmet'i çılgınca alkışlamıştı. Bütün seyirciler tiyatro binasından çıkmayarak Kara Ahmet'i bekledi.Herkes Ahmet kapıdan çıkıncaya kadar onu alkışladı.
Kara Ahmet böylece dünyanın birçok farklı yerde güreşlerine devam etti. Ancak bu sırada ayakları şişmeye devam ediyordu. Bu kalbinden rahatsız oluşunun ilk belirtilerinden biriydi. Bütün bunlara rağmen kendine hiç bakmıyor ve tedaviye de yanaşmıyordu.
'BİR FENALIK HİSSEDİYORUM'
21 Ekim 1900 tarihinde İstanbul'a döndü ancak 1902 yılının ocak ayında eşiyle Paris'e gitti. Burada yaptığı güreşlerde hep galip geldi. Ancak güreşirken göğsünde ve kollarında sancılar başladı ve güreşi yarıda bırakarak hastahaneye yattı. Birkaç gün tedavi gördü. Bu onun son güreşiydi ve tekrardan İstanbul'a döndü. Artık sevgili eşi Ayşe ile İstanbul'da sakin ve huzurlu bir hayat geçirmek istiyordu. Kara Ahmet'e ülkesine hizmetlerinden ötürü Aksaray taraflarında bir ev verdiler. Takvimler 25 Mayıs Pazar gününü gösterdiğinde Kara Ahmet, "Bir fenalık hissediyorum" diyerek yere düştü. Buradan zorlukla kalkmaya çalıştı ancak ağzından çıkan son iki cümle "Ah Ayşe" olmuştu. Saat 14.30'u gösterdiğinde ölüm nedenine kalp krizi yazmışlardı.
Cenazesi Hamza Bali Cami'ne kaldırıldı. 26 Mayıs 1902 Pazartesi günü sabahı yıkanıp, kefenlendikten sonra Unkapanı'na indirilip oradan kayıkla Eyüp Sultan Cami'ne götürüldü. Öğle namazından sonra cenaze namazı kılınarak Eyüp Sultan Mezarlığa'na gömüldü. Kara Ahmet yalnızca 32 yaşındaydı.
GÖMÜLDÜĞÜNDE HENÜZ ÖLMEMİŞTİ
Ancak gömüldüğü gün Kara Ahmet'in kabrinden bütün gece iniltiler duyuldu. Ertesi gün kabir açıldığında onu görenler gözlerine inanamadı. Kara Ahmet'in cesedi kafasından ayrılmıştı. Elleri de kan içindeydi. Oysa Kara Ahmet ölmemiş, sadece baygınlık geçirmişti. Kısaca öldü sanılarak diri diri toprağa gömülmüştü. Mezardan çıkmak için çabaladığı için elleri ve göğsü zarar görmüştü. Mezarını açanlar neye uğradıklarını şaşırdılar ve bu hazin olay üzerine Kara Ahmet'i tekrar gömdüler. Bugün de Kara Ahmet'in kabrini ziyaret edenlerin karşılaştığı 18 mısralık şu kitabe olanı biteni özetler nitelikte kabul ediliyor:
"Bahadırlıkda meşhur-ı cihândır
Kara Ahmed cihânın pehlivanı
Azimet itdi bütün semti Avrupa’ya
Zebun itdi bütün zorâverânı
Denildi ittifakı âlem üzre
Anın şanında dünyâ pehlivânı
Nice yıllarla ervahı havadis
Cihâne fahr ile neşretdi ânı
Gelince Avrupa’dan şânı galib
Sürura gark ederdi cümle ihvânı
Zemine arkası hiç gelmemişken
Felek yıkdı yere ol kahramanı
Livâyı Rusçuk’un Razgrad kazası
Umurköy’dür anın asıl mekânı
Oku bir fatiha geç öyle zair
Ki kalmaz kimseye bu dehri fâni
Sukûtî penç ile kaydoldu tarih
Cihân arslanı terk etdi cihânı."