Gündem‘Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’

‘Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’

10.11.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Mustafa Kemal Ulusu, babası Nuri Ulusu’nun Atatürk ile ilgili çok özel anılarını Milliyet’e yazdı

‘Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’

Nuri Ulusu, Ata’nın son Cumhuriyet Bayramı’nı şöyle anlatmıştı: “Dolmabahçe’deyiz, neşemiz yok ama dışarısı felaket! Ata ‘Haklılar, 15 yıllık Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’ dedi”

Haberin Devamı

Çocuktum ama gayet net hatırlıyorum. 10 Kasımların ve 29 Ekimlerin bizim evimizde çok önemli bir yeri vardı, neden mi?

Rahmetli babacığım Nuri Ulusu, Ata’sını 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’nda Samsun’a uğurlayan en son kişiydi. Zira babası Hacı Tevfik Kaptan, o geminin o gün 1. kamarotu olarak G. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a kadar hizmetinde olacak kişiydi. Dedem Hacı Tevfik, oğlunun isteğini kıramamış ve hareketten önce gemiye babamı götürerek  Ata’sının elini öptürmüştü.

Yıllar sonra kader onu askerliği için Çankaya Köşkü muhafız alayına götürünce 10 Kasım 1938’de saat 9’u 5 geçeye kadar 12 yıl sürecek beraberlikleri başlamış oldu. Paşası onu Çankaya Köşkü kütüphanecisi olarak özel seçti, çünkü Nuri Ulusu’nun kendi gibi çok kitap okuduğunu öğrenmişti. Beraberlikleri Çankaya Köşkü’nde, İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı ve Florya Denizevi’nde ve de tüm yurt içi seyahatlerinde devam etti.

Haberin Devamı

Babam ilk okumayı öğrendiği tarihten itibaren Atatürk’ün kendi ifadesiyle 5000’e yakın kitap okuduğunu ve bilhassa yeni Türk alfabesinin çalışmaları sırasında saatlerce kara tahta başında çalıştıklarını söylerdi.

Rahmetli babam 29 Ekim’i büyük bir coşkuyla kutlardı ama 10 Kasım’da müthiş duygusal olurdu, evimiz tam bir matem havasına girerdi.

Babam anneme “Hanımcığım Allah benim de canımı ya 10 Kasım veya Atamın en büyük bayramı 29 Ekim’de alsın” derdi. Allah duasını kabul etti ve 1979 yılının başlarında girdiği yaşam mücadelesini 29 Ekim’e girilen 00.30’da kaybetti. Yaşarken ona “Babacığım şu harika 12 yılı yaz” dedim ve o da yazdı. Kitabımda da yer alan birkaç anıyı sizlerle paylaşıyorum…

‘Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’

‘Gücü milletiydi’

“29 Ekim 1938’de 15. yıl Cumhuriyet Bayramı şenlikleri yapılıyor. Atatürk çok bitkin. Dolmabahçe Sarayı’ndayız, hiçbirimizin neşesi yok ama dışarısı felaket. Halk bağırış çığırış, peş peşe maytaplar atılıyor, pat pat sesleri geliyor.

Dalgın dalgın duran Atatürk birden bize döndü ve “Bu sesler ne?” diye berber Mehmet’e seslendi. Rıdvan oradan hemen  atılarak “Gök gürlüyor Paşam” deyivermez mi? Şöyle bir baktı ve “Siz çocuk mu kandırıyorsunuz?” dedi. O sırada sarayın önüne vapur gelmiş, içinde bando, İstiklal Marşı, diğer marşlar vurup duruyor. Yorgun, bitkin göz kapakları kapandı kapanacakken yine bize doğru dönerek ve de hafifçe gülümseyerek “Sevinmekte çok haklılar, 15 yıllık Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir” dedi ve de daldı gitti.

Haberin Devamı

Ağır hasta da olsa ölmeden evvel ikinci güne kadar hep tıraşını oldu, temizliğine özen gösterdi. Zaten hastalığının ölümcüllüğüne hiç inanmadı, ölümü hiç aklına getirmezdi. Hep iyi olup tekrar milletinin başında olacağına kendisini inandırmıştı. O manevi güçle yaşıyordu.

Esasında, son Yalova - Bursa seyahatinde hastalığı nüksetmişti. Doktorları Fransız Fissenger, Avusturyalı Prof. Eppingen ve Alman Prof. Bergman, vücut yapısının çok kuvvetli olduğunu belirtmişler ve yaşama azminin de çok güçlü olduğu hususunda hemfikir olmuşlardı; ama maalesef o menhus hastalık, her geçen gün onu bedenen zayıf düşürmeye devam ede ede bugünlere gelinmişti.

Haberin Devamı

Atatürk’ün son hastalıklı devrelerinde, yani komalara girip çıktığı günlerde, doktorların ve yakınlarının dışında yanına girip çıkabilen ender kişilerden biriydim. Zaten bilindiği gibi, çok önemli bir cümlesi vardı: “Özel hemşire falan istemem, bana benim çocuklarım herkesten iyi bakar.” Evet, işte o çocukları ben ve arkadaşlarımdı. Ona öyle güzel ve titiz bakardık ki doktorları dahi şaşırırdı.”

‘Bana ne oluyor böyle’

“İşte böyle girdiği komalar esnasında zaman zaman “Aman Yarabbim, aman Yarabbim” diye mütemadiyen Halik’ından, Allah’ından yardım dilediğini gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim.

Doktor Mim Kemal Öke Bey de bunlara çok şahit olmuştur son günlerinde. Zaman zaman bizlere dönerek “Görüyor musunuz çocuklar, işte dinsiz dedikleri büyük adamın komada dahi ‘aman yarabbi, aman yarabbi’ diyerek Allah’ına sığındığını işitiyor ve görüyorsunuz ve bir tarihe tanıklık ediyorsunuz. Komaya giren ve kendini gayb etmiş bir insanın, hiçbir söz söylemeye muktedir olmayacağı bir anında, Allah’ına niyaz edebilmesi, onun dinine ne denli kuvvetle bağlılığının en büyük tezahürüdür. Hiçbir komaya giren hastamda bunu görmedim. Yaşadığınız müddetçe ve her vesileyle buna şahit olduğunuzu ifade edeceksiniz, anlatacaksınız. Türk halkına duyuracaksınız. Çünkü dinine bu denli bağlı olmayan bir fani, bu vaziyette aman yarabbi diyemez” diye hepimize konuşmuştu.

Haberin Devamı

Aman Allahım, aman Allahım ne acımasız günlerdi o günler... O koca dev adam, Büyük Komutan, Ulu Önder Atatürk. O tüm dünyadan korkmayan, hatta tüm dünyaya kafa tutan o insan. Büyük Allah’ına, Tanrısına olan inancı ve imanıyla “Aman Yarabbi, aman Yarabbi” diyerek ondan yardım bekliyordu. Bu muydu dinsiz Atatürk, bu muydu? Allah’a kitaba inanmayan, Mason Atatürk... Bunları söyleyenin Allah cezasını versin; veriyor da zaten, her zaman da verecektir. Bunu, yaşayanlar hep göreceklerdir.

O sıkıntılı günler Cumhuriyet Bayramı’ndan sonra iyice arttı, Atatürk gözlerimizin önünde her geçen gün biraz daha güçsüzleşiyor, adeta eriyordu. 9 Kasım günü hemen hemen kendinde değildi. Ben ve arkadaşlarım hiçbir şey yapamamanın acizliği ile sıkıntıdan, üzüntüden kendi kendimizi yiyor ve sadece köşe bucakta gözyaşı döküyorduk.

Ölmeden bir gün evvel koma halindeyken, berber Rıdvan’la yanındaydık, bir ara yatağında oturmak isteyince dışarıda olan Mim Kemal Bey’e, ne yapmamız gerektiğini sormak için Rıdvan’ı yollamıştım, ona “Biraz sonra beraberce kaldıralım” demiş. Nitekim birkaç dakika sonra geldiler, ama ben onları beklemeden daha evvel kaldırıp oturtmuştum. İçeri girdiler şöyle bir baktı ve Mim Kemal Öke’ye hitaben “Bana ne oluyor böyle” dedi ve sonra tekrar “Beni yatırın” dedi. Bu sefer hep beraber güzelce yavaş yavaş yatırdık ve yanından çıktık. Bir ara biz dışarıdayken Rıdvan tekrar kontrol için yanına girdi ve çıkınca gelip bana “Nuri bana ne dedi, biliyor musun, ‘Mim Kemal’in burada bu saatte ne işi var?’ Ben de cevaben, ‘Efendim, öylesine bir uğramış, gittiler’ cevabını verdim” demişti. O koma ve kendini kaybetmiş halinde dahi, onu tanıyor ve de durumum kötü mü diye soruyor ve ayrıca da neden orada olduğunu sorguluyordu. Öleceğine hiç inanmıyor, inanmak da istemiyordu. 7 Kasım 1938 günü son defa karnından bir su alınma işlemi yapıldı. 8 Kasım 1938 akşamı saat 19.00 sıralarında bir ara gözlerini açtı ve başucundaki doktoru Neşet Ömer İrdelp’e bakarak “Aleykümeselâm” dedi ve tekrar komaya girdi. 9 Kasım gecesi sabaha kadar bu ağır koma hali devam etti.”

‘Cumhuriyet çok sevinilecek bir neticedir’

‘Bir tarih göç etmişti’

“10 Kasım 1938 saat 9’u 5 geçe Atatürk’üm son nefesini veriyordu. Odada bulunan Süreyya Hidayet Paşa, müdavim doktorlarından Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ile Dr. Samuel Abravaya ve herkes komada. Atatürk öldü der denmez, odanın önünde nöbet tutan genç bir teğmen yere düştü, bayılmıştı.

Bir tarih göç etmişti. İlk telaş sonunda doktorları son muayeneleri yaptılar. Gözlerini Mim Kemal Öke Bey kapatırken, çenesini
Dr. Mehmet Kamil Berk bir mendille bağladı. Bu mendili ve üzerinden keserek çıkarttığımız külotu ve fanilasını da hatıra olarak almıştım. Bilahare yüzünün maskının alınması gerektiği söylendi. Kimse cesaret edemezken, ben hemen atıldım ve ‘Ben yapayım’ dedim. Hemen gerekli levazımatlar getirildi, o güzel yüzünü sevip okşayarak, onu bu ölüm halinde dahi incitmekten korkarak, yüzünün maskını aldım. Ne kötü bir kaderdi bu.

Atatürk’ün naaşı 9 gün Dolmabahçe’de kaldı ve 19 Kasım 1938 tarihinde saat 08.10’da sarayda cenaze namazı, o dönemin Diyanet İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya tarafından dualar ve Kuran Türkçe okunmak üzere kılındı.

Cenaze namazında biz saray çalışanları, generaller, kardeşi Makbule Atadan, yakınları ve Hafız Yaşar Okur da vardı.

Atatürk’ün naaşının, yer seçimi belli olmadığından Ankara’dan getirilen Gülhane Askeri Tıp Akademisi Profesörlerinden Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemleri de yapıldı. 9 gün Dolmabahçe’de binlerce vatandaş katafalkın önünden hıçkırıklarla geçti, gözyaşları adeta sel oldu. Bu maskı alma hususunda sonradan bazı isimler ortaya çıkarak, kendilerinin aldıklarını söylediler. Üzüldüm; çünkü Atatürk’ün yanında çalışanlar, yani ben ve arkadaşlarım yalan dolan hiç bilmezdik. Çünkü böyle insanları Atatürk de hiç sevmez ve yanında hiç bulundurmazdı. Ne gerek vardı bu gerçek dışı beyanlara? Doğrusu budur.

Sıra bu görevlerden sonra yaverler ve doktorları tarafından ölüm raporunun hazırlanmasına gelmişti. Herhalde yazım güzel olduğundan bu görev bana düşmüştü. Aşağıda görüldüğü şekilde raporu ellerim titreyerek yazdım. Tüm heyet imzaladı ve böylece bir tarih kahramanının sonu resmen
belgelenmiş oluyordu.”

YARIN: Mustafa Kemal Paşa’yla İstanbul’a ilk gelişimiz