30.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
SAFA TEKELİ/ MİLLİYET
SAFA TEKELİ/ MİLLİYET-Büyük Taarruz’u ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nı, o mahşer gününü yaşayanlardan dinleyerek aktarmak bambaşka bir duygu olsa gerek. Geçen yıl kaybettiğimiz değerli yazar Vural Sözer’in, 1 Ağustos 1965 tarihli, “Hayat Tarih Mecmuası”nın 7’nci sayısında, 6 komutanla gerçekleştirdiği söyleşi, bizleri o günlere götürüyor. Sözer’in deyişiyle, “Geçirdikleri hareketli askerlik hayatlarının yorgunluğunu, torunları arasında, birer ‘Paşa-dede’ sevgisiyle çıkaran, onlara masallar yerine harp hikâyeleri anlatan kumandanlarımız, birer canlı vesika olarak” bu mutlu kurtuluş günlerini en ince ayrıntılarıyla bizlere de yaşatıyor.
Stratejik önem
(Garp Cephesi Kumandanlığı Kurmay Başkanı Albay Asım Bey. Emekli Orgeneral Asım Gündüz)
“Sakarya muharebesi muvaffakiyetle bittikten sonra düşman ordusu Eskişehir-Seyitgazi istikametlerinde çekilirken sıkı bir takip yapamadık. Çünkü Kütahya muharebeleri esnasında ordunun nakliye vasıtaları hemen yok derecesine inmişti. Bu sebeple 26 Ağustos taarruzuna kadar takriben bir seneyi mütecaviz ordunun ikmaliyle uğraşıldı. Bu nakliye vasıtalarını ikmal etmek için rahmetli Atatürk, Ankara’da bizzat meşgul oluyor, topladığı vasıtaları cepheye gönderiyordu.”
Son darbe
“Atatürk, bir teklifte bulundu. Kendisi bizzat 1. Ordu karargâhında bulunacaktı. Kuzeyde 2. Ordu’ya da Fevzi Paşa’yı memur etti. Garp Cephesi karargâhı, orduların harekâtını tanzim ve idare etmek için 30 Ağustos’a kadar Karahisar’da kalacaktı. 30 Ağustos günü gelen malumata, raporlara göre düşman kuvvetleri Murat Dağları kuzeyinde tamamen kuşatılmış bir vaziyette kalmıştı. Düşmanın takriben 7-8 tümenlik bir ordusu, topuyla, tüfeğiyle, atlarıyla, arabalarıyla, subayları, generalleriyle tamamen elimize esir düşmüştü. Bunlardan esir olmak istemeyen bazı subaylar ve generaller, Murat Dağı’nı geçip güneye kaçmak istedilerse de güneyde ilerleyen süvari kuvvetlerimiz bunları birer birer yakaladı.”
Taarruz’da Türk süvarisi
(5. Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin Paşa. Emekli Orgeneral Fahrettin Altay)
“Yunan cephesi tahkim edilmiş olduğundan, süvari yalnız başına bu cepheyi yaramazdı. Esasen topçusu da zayıftı. Her tümende bir dağ bataryamız vardı. Her top sekiz katırla taşınırdı. Bunun için düşünülen ise piyade kolordularımız düşman cephelerini yardıktan sonra süvarinin düşman içine dalmasıydı. Savaşa aynı zamanda katılabilmek için, süvari tümenlerini, daha müsait hareket imkânı verecek araziye intikal ettirmeyi düşündüm ve geçecek bir yol aradım.”
Haydar Ağa’nın yardımı
“Sinanpaşa Ovası’nda, Yunan işgalinde, Tokuşlar köyünden Haydar Ağa isminde hamiyetli bir vatanperver bize ara sıra bilgi veriyordu. Bu vatandaştan Ahır Dağları’nda, Yörükmezarı denilen bir gedikten aşan sarp bir patikanın mevcudiyetini öğrendim. Bu gediği düşman gündüzleri tutuyor, gece olunca çekiliyormuş. 25 Ağustos akşamı bu istikamette yürüyüşe başladık. Tek kol gidebiliyorduk. Ağaçlık, taşlık, sarp bir dağ yoluydu bu. Ovaya indiğimiz zaman gün ağarmış, topçularımızın bombardımanı, piyadelerimizin hücumu başlamıştı.”
Düşmanın zulmü
(1. Kolordu Kurmay Binbaşı Muharrem Mazlum Bey. Emekli Orgeneral Muharrem Mazlum İskora) “Yunanların dağınık ve perişan bir halde kaçıştıklarını öğreniyorduk. Mudanya’ya vardığımız zaman ana-baba günüydü. Dost, düşman birbirini tanımıyordu. Esirler, Rum muhacirler, Fransız taburu mensupları, İngiliz subayları… Fransızlar bize yardımdan çekinmiyorlardı. Yunanlar giderken vatan, Bandırma; tahrip ettikleri malzemelerden, hayvan leşlerinden geçilmiyordu.”
Çetin savaşlar
(1. Kolordu 23. Tümen Kurmay Başkanı Binbaşı Fahri Bey. (Emekli Korgeneral Fahri Belen)
“Sakarya Zaferi’nden sonra (Afyon-Eskişehir) hattında tutunan Yunan ordusuna bir taarruz yapılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti istemişti. Millî iradenin isteğine göre hazırlıklara başlanıldı. ‘Sad’ (Hareketin merkezini Sandıklı kasabası teşkil ediyordu. Sandıklı’nın eski yazıda ‘Sad’ harfiyle başladığından plana bu isim verilmişti.) hareketi planına göre, ordunun büyük kısmı ile Afyon-Uşak hattına güneyden taarruz edilerek düşman ordusu kuzeye atılacak, İzmir’le bağları kesilecekti. Hazırlıklar tamamlanmadan sonbahar yağmurlarının ve soğuklarının başlaması üzerine taarruz 1922 ilkbaharına bırakıldı. Söyle bir sual akla gelir: İlkbahar taarruzu niçin yapılamadı? Bu, Başkumandan’a çok soruldu. Büyük Kumandan bir tenkit tufanı içinde bırakıldı. O, bu tufandan gemisini kurtardı. Yüksek ikna kudretiyle de Meclis’teki galeyanı yatıştırmaya muvaffak oldu.”
Lacivert aşkı
(1. Süvari Tümeni Emir Subayı Yüzbaşı Seyfi Bey. Emekli Tümgeneral Seyfettin Çalbatur)
“Büyük Taarruz, bütün şiddetiyle devam ediyordu. 8 Eylül 1922 saat 12 sularında Manisa’ya girdiğimiz zaman Manisa alevler içinde yanıyordu. Düşmandan çok zulüm gören halk, dağlara sığınmıştı. Tümenin ilk işi yangınları söndürmek oldu. Sonra İzmir’e doğru yürüyüş başladı. Bütün yorgunluğa rağmen İzmir’in kurtulması ve senelerden beri yegâne gayemiz olan Akdeniz’in lacivert kıyılarına bir an evvel ulaşılması aşkı, bütün tümen mensuplarını heyecan ve sevinç içerisinde yerlerinde duramaz hale getirmişti.”
Bayrağımız İzmir’de
Şehrin girişinde otomobile binmiş Fransız ve İtalyan subayları yürüyüş kolumuzun önünde esas vaziyeti alarak tümen kumandanını selamlamışlar ve İzmir’e girişimizi tebrik etmişlerdi. Birinci Kordon›a toplanmış Rum halkı, ‘Zito Mustafa Kemal’ sedalarıyla bizleri alkışlıyor, limanda yabancı gemiler keskin düdük sesleriyle bizleri selamlıyorlardı. Sevinçlerinden çılgına dönen mağrur ırktaşlarımız, Türk bayraklarıyla yürüyüş kolumuzu sardılar. ‘Yaşasın! Sağ olun! Bizi kurtardınız!’ feryatları içinde, gözyaşlarıyla atlarımızı, üzengilerimizi öpüyor, dizlerimize sarılıyorlardı. Bu mahşeri kalabalık tarif edilemeyecek bir kuvvetle atlarımızı sürüklemiş, Tümen Kumandanı ve Kurmay Başkanı ile diğer arkadaşların her birini bir tarafa savurmuştu. Birbirimizi kaybetmiştik. Büyük bir dalgalanma ile beni atımdan aşağıya aldılar. Dayanılamayacak kadar kesif bir kalabalığın içindeydim. Hükümet Konağı’nın meydana karşı olan balkonuna çıkmış birkaç er ve bir de subayın bayrak çektiklerini gördüm. Bunu gören halk, bir taşkın tezahürat daha yapıyordu ki, bu esnada yanımda kısık sesiyle bağıran çarşaflı ihtiyar bir kadın, koynundan bir Türk bayrağı çıkarıp bana uzatarak: ‘Yavrum, aslanım, yiğidim. Burası kışladır, kışlalarımızda yıllardır şanlı bayrağımıza hasret kaldık. Sen de bu bayrağı kışlaya çek’ diye ağlıyor ve yalvarıyordu. Halk yol göstererek ilerimizdeki ahşap binaya geldik. Kapıyı kırarak önüme düştüler. Kışlanın kulesine çıkarak bayrağı çektim.
Bursa’nın kurtuluşu
(3. Kolordu 1. Tümen Kumandanı Yarbay Abdurrahman Nafiz Bey. Emekli Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman)
“Umumi taarruz başlayınca Kütahya’dan Bursa istikametine yürüdük. Nihayet, İnegöl’e geldiğimiz zaman, Kazancıbayırı sırtları karşımıza çıktı. Düşman, bir an evvel kaçmak temayülünde olduğundan, o gece taarruza karar verdik. Fakat düşman terk edip gitmedi. Biz de bulunduğumuz mevzileri terk etmedik. Akşamla beraber taarruzunu yeniletmek niyetindeydik. Düşman, ortalık kararırken çekilip gitti. Sabah tümen yürüyüşüne Bursa istikametinde devam etti. Düşman Bursa›yı tutmuştu. Tam karşımızda Yıldırım Camii vardı. Düşmanın makinelileri bu camiye yerleşmişti. Bursa Askerî Lisesi›nin bulunduğu tepede de toplarını mevzilendirmişti. Oyalama ateşiyle karşılaştık. Camiyi ve mektebi yıkmamak için karşılık vermiyorduk.”
Çocuklar karşıladı
“Yunan, Bursa’yı yakıyordu. 4. Piyade Alayı’nı şimdi Merinos Fabrikası’nın bulunduğu araziden, ağaçların, bahçelerin arasından yangının olduğu istikamete tevcih ettik. Düşman topunu tüfeğini alıp tahliyeye mecbur oldu. Kollarımızı sallaya sallaya Bursa’ya girdik. Halk, büyük korku içindeydi; lambalarını söndürmüş, evlerine çekilmişti. Gelenin dost mu düşman mı olduğunu kestirememişler, selameti dışarıya çıkmamakta bulmuşlardı. Bu yüzden bizi karşılayanlar sadece çocuklar oldu.”