16.02.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
0
Otobüsümüzde İtalya, Kanada, Finlandiya, Avustralya, ABD, İsveç, İspanyadan arkadaşlar var. Bir başka deyişle dünyanın dört köşesinden insanlarla günlerdir yoldayız. İşadamı, fotoğrafçı, öğrenci, çevirmen, müzisyen, tekstilci, işçi olmak üzere hemen her kesimden insanlardan oluşan tek bir hedefi var: "Bağdata bombaların düşmesini engellemek..." ABDnin savaş konusunda ne kadar kararlı olduğunu biliyoruz. Ancak sivillerin, masum çocukların ölmemesi için mutlaka bir şeyler yapılmalı... İşte bu duygularla Iraktayız... Daha doğrusu halkın yanındayız... DOĞRU KARAR Fotoğraf makinesi sokabilecek miyim, lap top sorun olacak mı? Bir yandan bunları düşünüyor, öte yandan İstanbuldaki hazırlıklarımı tamamlıyorum. Öncelikle olası bir salgına karşı tüm aşıların eksiksiz yapılması gerekiyor. Sıkıcı ama şart. Kollarım delik deşik oluyor.(Çadır, uyku tulumu, konserve, ilaç gibi önemli ihtiyaç maddelerini de unutmayalım.) Gazeteci kimliğimle olası savaşı izleyebilir, gelişmeleri Bağdattan takip edebilirdim... Ama bir de olayın diğer yüzü vardı. Yani insanlığın savaşa karşı direnişini hissetmek ve içinde olmak. Gerektiğinde bu yolda ölümü bile göze almak... Yol boyunca gördüğüm insanların ilgisi ve savaşa karşı tepkileri de verdiğim kararın doğruluğunun kanıtıydı. SAVAŞSIZ BİR DÜNYA İstanbulda yurtdışından gelen diğer canlı kalkanlarla buluştuktan sonra rotamızın ilk durağı Ankara... Halkın ve basının ilgisi büyük. Hiç tanımadığımız insanlar boynumuza sarılıp öpüyor, ağlıyor. Sanki barışa değil savaşa gidiyoruz. Gerçekten tehlikeli mi? Arkadaşlarımızın bazılarına göre hayır. Biz barış elçisiyiz. Savaşı engelleyemezsek, Bağdattan ayrılırız. Ama aramızda asla ayrılmak istemeyenler de var. Üstelik Saddam Hüseyinin bırakmama olasılığını unutmamak gerekir. Yolumuz uzun. Sürekli birbirimize yaşamlarımızı anlatıyoruz. "Savaşsız bir dünyanın" özleminden söz ediyoruz. Grubun flaŞ İsmİ Catherina ile yol boyunca sık sık sohbet ettik. Savaşın korkunçluğundan söz ederken, gözleri doluyordu. 1991 yılındaki Körfez Savaşını anımsatıyor, orada ölen çocukları anlatıyordu. Gerçekten de 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında acı sahnelere tanıklık etmiştik. Binlerce insan evinden, yurdundan olmuş, göçten en çok etkilenen ve acı çekenler ise bütün savaşlarda olduğu gibi çocuklar olmuştu. Suriye sınırı beklediğimizden sıkıntılıydı. Gerçekten didik didik arandık. Herkes üstü kapalı sorgulandı. Hatta gruptan bazı arkadaşlarımız Ankaradan vize almayıp kapıdan alırız düşüncesiyle hareket ettikleri için hayli zorlandı.Sınırı geride bırakıp Halepe vardığımızda görüntü oldukça farklıydı. Halk elinde Suriye bayraklarıyla konvoyumuzu destekliyordu. Şavaşa karşı tepkilerini dile getiriyordu. Aynı sıcaklık bir anlamda dostluk sofrası diyeceğimiz yemekte de sürdü. Suriyenin Rakka kentinde, yer sofrasında tek tepki, içilen Amerikan sigaralarınaydı. Yemek sonrası Iraka geçiş planı üzerine konuşuldu... Amerikalı arkadaşı Kenneth Nichols O Keefenin pasaportu olmadığı gerekçesiyle Türkiyeye sokulmaması Norveçli Catherina Soederholmün önceleri moralini çok bozmuştu. İstanbulda Catherina bunu sık sık dile getirdi. Ve Catherina İstanbulda olduğu kadar, İskenderunda da, Suriyede de güzelliği ve cana yakınlığıyla herkesin ilgi odağı oldu. Öncelikle de basının... Bütün yollar BaĞdata Ve sonunda Iraktayız. Gece yarısından sonra sınırdaki askerlerin saatler süren sorgusu bitiyor. Grubumuzun uydu telefonlarına askerler el koyuyor. Hepimiz çok heyecanlıyız. Yolumuz Bağdat. Orada diğer kalkanlarla buluşacağız. Nerede kalkanlık yapacağımızı, bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz. Zaten artık önemi de yok...