29.11.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:
HABER MERKEZİ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türk Yargıcı Işıl Karakaş, son bir yıl içinde mahkemeye gelen başvurularda büyük artış olduğunu, katlanarak 9 bine ulaştığını söyledi. Karakaş, Türkiye’nin yeni Anayasa hazırlığı sürecinde AİHM içtihatlarını dikkate alması gerektiğini bildirdi. Türkiye’nin özellikle uzun tutukluluk süreleri ile ifade ve basın özgürlüğü konusunda çok kötü durumda olduğunu vurgulayan Karakaş, vicdani ret uygulamasının da mevzuata alınması gerektiğine dikkat çekti.
NTV’nin sorularını yanıtlayan Karakaş, “2011 yılında Türkiye’den AİHM’ye gelen başvurularda inanılmaz bir artış var. Geçen yıl 6 bin-6.500 arasında bir başvuru varken, bu yıl 9 bine ulaştı” dedi. Karakaş, bu durumun bazı düzenlemelere, reformlara veya yargıda beklenen açılımlara rağmen henüz Türkiye’de bazı şeylerin yolunda olmadığının bir göstergesi olduğunu ifade etti.
Karakaş, “Başvuruların katlanarak artması demek, kişilerin iç hukukta yeterli düzeyde hak ve özgürlüklerin garanti altında olmadığını ya da düşündükleri haklarını elde edemedikleri için uluslararası yargı organı olan AİHM’e başvurmaları anlamına geliyor” diye konuştu. Karakaş, özetle şu konuları gündeme getirdi:
Asıl olan tutukluluk değil
- İki konu var. İlki tutukluluk müessesinin uygulanmasına yönelik olarak bir uyumsuzluk var Türkiye’nin uygulamalarıyla AİHM’nin oluşturduğu içtihat arasında. Tutukluluk her zaman, her an başvurulabilecek bir müessese değildir. Tutukluluk son derece istisnadır. Yani asıl olan tutukluluk değildir. Asıl olan kişinin dışarıda olması, ancak çok belirgin, çok kesin koşullarda tutukluluğa karar verilmesidir.
Türkiye’deki uygulamaya baktığımız zaman, bu tam tersine dönmüş durumda. Bizde tutukluluk esas, salıverilme istisna. Yani, kişinin dışarıda olup da davasını devam ettirmesi normal bir kuralken, Türkiye’de tam tersi, Türkiye’de herkes tutuklu, davalar tutuklu olarak devam ediyor.
- Hakimler klişeleşmiş, açıklama olmayan, meseleyi izah etmeyen, yetersiz cümlelerle kişinin tutukluluğuna karar verip, altını imzalıyorlar. Türkiye’de yasal düzenlemede öngörülen 3 yıllık süre AİHM içtihadına göre tutukluluk için uzun bir süredir.
En kötü devlet
- Türkiye ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki devlet diyebilirim. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü açısından hakkında ençok ihlal kararı verilen ülke. Diğerleriyle kıyaslarsanız arada çok farklar var. Yani Türkiye’nin arkasından gelen devlet için Fransa diyelim, hakkında 10 tane bu güne kadar ihlal kararı verilmişse, Türkiye için bu rakam 200’ün üstündedir. Büyük uçurumlar var Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında.
Terörle Mücadele Yasası
- Türkiye’nin basın özgürlüğünden kaynaklanan bir çok sorunları var. Özellikle Terörle Mücadele Yasası’nın ilgili maddelerinden kaynaklanıyor. Yani yasa düzeyinde mutlaka mevzuatın değişmesi gerekiyor. AİHM bunu daha önceki, iki yıl önceki kararında söyledi. 6. Maddesi TMY’nin ilgili paragrafları, yine buradan kaynaklanan meseleler var. Yani yasal düzeyde mutlaka bir değişiklik yapmak lazım. 5. Paragraf, 2. Paragraf bunlar AİHM sözleşmesi ve içtihadına uygun değil o kesin.”
301’in varlığı bile özgürlüğü ihlal ediyor
- Taner Akçam kararında 10. Madde’nin ihlali var. Akçam, o davada Türkiye’de mahkum olmuş değil ancak, mahkemenin kararına göre yasanın varlığı yetiyor onun güvenliğinin ihlali için. 301, A.İ.H. Sözleşmesi’nin 10. Maddesi’nde ilan edilmiştir. Mahkum olmanıza da gerek yok, o maddenin varlığı bile, sizin ifade özgürlüğünüzü ihlal ediyor. Maddenin orada bulunması, Türk hukuk sistemindeki varlığı, ifade özgürlüğünüzü ihlal ediyor. Üzerinizde baskı oluşturuyor. Yazıp, çizdiklerinizden dolayı bir takibata uğrayıp uğramayacağınız konusunda net bir fikre sahip değilsiniz. Muğlak ifadeler açık değil.
Ayrıca ‘Türklük’ün ‘Türk milleti’ olarak değimiş olması da çok fazla bir şey değiştirmiyor. Kaldı ki Adalet Bakanı’nın bu konuda söz sahibi olması, dava açılıp açılmayacağına karar vermesini de mahkeme yine 10. Madde’ye aykırı olarak değerlendiriyor. Burada yürütmenin böyle bir konuda keyfi davranabilmesi mümkün olabiliyor. Bir hukuk düzeninde keyfi uygulamalara yer yok. Türkiye’nin yapması gereken şey 301’i hukuk düzeninden çıkarmaktır.
Vicdani ret tanınmalı
- Vicdani ret meselesi, bugün din ve vicdan özgürlüğü kapsamında değerlendirilen haktır. Avrupa Konseyi’ne üye 47 devletten sadece ikisi bunu tanımıyor, bunlar Türkiye ve Azerbaycan. Avrupa’da oluşmuş olan konsensüse Türkiye uymuyor. Vicdani ret tanınmalı. Türkiye yasal düzenlemesini buna göre yapmalı.
Bir kamu hizmeti, bir alternatif hizmet öngörülmelidir. Yeni Anayasa hazırlanıken AİHM içtihadı dikkate alınmalı.