06.03.2011 - 02:39 | Son Güncellenme:
MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL
Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın adı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Org. Mustafa Muğlalı’nın adının Van’daki (Özalp ilçesinde) kışladan silinmesini istemesiyle yeniden gündeme geldi. Muğlalı isminin kışladan silinmesi isteği de tartışması da yeni değil. 24 Ağustos 2010’da yaptığı Van mitinginde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Muğlalı Kışlası’nın adı değiştirilsin” önerisinde bulundu. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, bu öneriye “Öyle bir şey düşünmüyoruz” cevabını verdi.
Aslında kışlanın adının değiştirilmesini, Haziran 2010’da BDP Van milletvekili Fatma Kurtulan da talep etmişti. Milli Savunma Bakanı Gönül’ün bu taleplere cevabı hiç değişmedi: “Söz konusu kışlaya, ‘Orgeneral Mustafa Muğlalı’ ismi, MY-76-1 (A) Türk Silahlı Kuvvetleri İsim Verme Yönergesi kapsamında verilmiştir”.
Kimdir, bunca tartışmaya neden olan Mustafa Muğlalı? Bu soruyu sorup tarihi belgelere, tutanaklara, akademik çalışmalara göz atınca, ‘Doğu Sorunu’nu, ya da Kürt sorununu temelden etkilemiş bir olay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bilinçaltındaki bir sendrom ortaya çıkıyor. Mustafa Muğlalı ve etrafındaki olaylar örgüsü, bir kışla adı çekişmesinden çok fazlası...
Tedbirsiz İttihatçı
Mustafa Muğlalı, 1882’de Muğla’da doğar. 20 yaşında Kara Harp Okulu’ndan mezun olup orduda göreve başlar. Osmanlı’nın dört bir koldan saldırı gördüğü yıllarda, 1912-1913’te Balkan Savaşı’nda, 1914-1918 arasında da Birinci Dünya Savaşı’nda savaşır.
İstiklal Savaşı’nda, İttihatçı cemiyetlerde görev alır. Karakol Cemiyeti’nin Üsküdar şubesi reisidir. Karakol lağvedildikten sonra 1920’de Anadolu’ya istihbarat ve silah temin eden Zabitan Grubu kurulur. Ancak, bu grup, Anadolu’ya gitmesine izin verilen kişiler konusunda tedbirsiz davranınca tepki görür. En büyük tedbirsizlik, Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulunma suçundan idam edilen Mustafa Sagir’in Anadolu’ya geçiş izninin altında Muğlalı Mustafa imzasının bulunmasıdır.
Dersim’de de o var
1926 onun için bir dönüm noktasıdır. Dahiliye Vekaleti’nin görevlendirmesiyle 1925 sonlarında Dersim’e gelen Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, burada genel bir tedibe (terbiye etme) gerek olduğunu rapor eder. Devletin hedefinde, vergi vermemekte direndiği, silahlı ayaklanmaya hazır olduğu iddia edilen Koçuşağı aşireti vardır. 19 Eylül 1926’da bir tedip harekatı planlanır, başına da o sırada Elazığ bölgesinin komutanı olan Kurmay Albay Muğlalı getirilir.
Devlet raporlarında “cebbar (kudretli), gayur (gayretli) ve bilhassa çok sert bir kumandan” olarak tarif edilen paşa, bu görev için en uygun kişidir.
6 Ekim’de başlayan harekatın ikinci günü aşiret teslim olur, ancak, Muğlalı operasyona devam eder. Harekatın 24. gününde Koçuşağı aşiretinden bir grup Mustafa Bey’in Amutka mıntıkasındaki çadırına sonuçsuz bir baskın düzenler. Muğlalı, 30 Ekim’e kadar sürdürdüğü harekat sonunda aşireti ‘imha eder’.
33. Ordu komutanı “Menemen Fatihi” olarak anılacağı olay ise 1930’da gerçekleşir. Muğlalı, 1931’de korgeneral rütbesine yükselir. 1931 - 1939 yılları arasında 1. Kolordu Komutanlığı, 1939 - 1943 yılları arasında İstanbul 3. ve 10. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunur. 1942’de orgeneral rütbesi alır; 1942-1943 yılları arasında Yüksek Askerî Şûra üyeliğinde bulunur.
25 Şubat 1943’te 3. Ordu Komutanı olduğunda tarihe ‘33 Kurşun’la geçeceğini bilmiyordur henüz.
II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği, Türkiye’nin kendini ne Batı’da ne de Doğu’da güvende hissettiği yıllar... Bütün ülkeler ve herkes tedirgindir. Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter, sınır güvenliğini sağlamak için kendilerine sadık çetelerle işbirliğine gitmişlerdir.
Bu çetelerden biri, 1943 yılının Temmuz ayında İran’da yaşayan Milşan aşiretinin reisi Mehmedi Misto’nun hayvanlarını kaçırıp Türkiye’ye getirir. Pandora’nın kutusunu açan hareket budur. Misto, Türkiye’yle arası iyi, yeri geldiğinde istihbarat da veren bir aşiret reisidir. Önce kaymakama haber gönderir: “Hayvanları bana iyilikle iade edin. Ben gelip alırsam Türk devleti rencide olur”.
Hırsızlar Ruslar diye rapor edildi
Kaymakam Tuncel bu uyarıya kulak asmaz. Misto da ikinci seçeneği yürürlüğe koyar, 6 Temmuz’da sınırdan 1.5 kilometre içeri girip Özalp halkına ait 400 büyükbaş hayvanı alıp gider. Ne hudut taburu, ne jandarma, ne polis, ne hudut karakolları... Hepsini alt etmiştir Misto. ‘Vaziyeti kurtarmak’ gerekir.
Kaymakam ne yapacağını bilemez. Çareyi, durumu Van Valiliği’ne, “Bir grup Rus askeri sınırı geçti” şeklinde bildirmekte bulur. Tabur komutanı Tüter de onu destekler.
Bu kez bir cadı avı başlar Özalp’te... Bir arzuhalcinin ihbarı uyarınca sınırı ihlal edenlere yardım ettikleri gerekçesiyle Harapsorik ve Milânengiz aşiretlerinden 40 kişi Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 18. maddesine göre gözaltına alınır.
Delil yoktur, 35 kişi salıverilir, beş kişi savcılığa gönderilir.
Bu sırada salıverilenlerden biri Van’da savcı olarak görev yapan Kemal Yörükoğlu’na gider ve “Bizi nezaret altına aldılar ve şimdi bıraktılar. Fakat bunlar bizi öldürecekler” der.
‘Devletin itibarı...’
Beş kişi bir zabıtla savcılığa gönderildiğinde Yörükoğlu şaşkındır: Aleyhlerinde delil bulunmayan bu beş kişiyi serbest bırakması gerekir. Bu kez, “Yakalayıp adalete veriyoruz, ama serbest bırakıyorlar” suçlaması Damokles’in kılıcı gibi durur başında. Çaresiz, beş kişiyi tutuklar.
Tam bu noktada devreye Muğlalı Paşa girer. Resmi raporlarda belirtildiğine göre, 24 temmuz’u 25 Temmuz’a bağlayan gece, Tümgeneral Cevat Yalım, Tuğgeneral Rasim Saltuk ve 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı, Van Valisi Hamit Onat’ın evinde toplanırlar. Ortak karar, devletin itibarını iki paralık eden Mehmedi Misto’ya haddini bildirmektir. Bunun için de o 35 kişinin öldürülmesine karar verilir. Ertesi gün evlere baskın yapılıp 33 kişi gözaltına alınır; sabaha karşı 3’te de Şükrü Tüter’in taburuna teslim edilirler.
333 kişi öldürülür Kutur Deresi Çilli Gediği mevkiine getirilen 33 kişi, burada kafalarına kurşun sıkılarak öldürülür. Kemal Yörükoğlu da 33 kişinin makineli tüfeklerle öldürüldüğünü onaylar. Ancak, hudut taburunun komutanı Tüter’in, olaydan sonra yazdığı ve TBMM tutanaklarına 19 Ocak 1949 tarihiyle geçecek raporunda durum farklı anlatılır:
“Bu 33 kişi de kısmen bizim süvarilerimizin hayvanlarına binerek kısmen de yaya olarak öbür tarafa kaçmak istediler. Bu sırada gerek öbür taraftan açılan ateş, gerekse bizim kıtalarımız tarafından açılan ateş arasında kaldılar ve bir süre sonra kamilen imha oldular, durumu arz ederim”.
Mustafa Muğlalı da Genelkurmay Başkanlığı’na yazdığı tezkeredeki ifadeleriyle Tüter’i onaylar.
Olayın 1948 yılında Meclis’e yansıyıp da etraflıca incelenmeye başlamasına kadar Özalp’te yaşananlar böyle bilinir. Aslında kurşuna dizilenlerden İbrahim Özay sağ kurtulmayı başarıp İran’a kaçmıştır. O sırada Van Cezaevi’nde tutuklu bulunan kardeşi İsmail Özay’a bildirir durumunu. O da 15 Eylül 1943’te cezaevinden Meclis’e bir telgraf yazar ve yaşananları anlatır. Tıs çıkmaz Meclis’ten. 20 Aralık’ta bir de dilekçe gönderir, yine ses seda gelmez.
Muğlalı’ya idam cezası
33 Kurşun’u meclis gündemine taşıyacak kişi, Demokrat Parti Eskişehir Milletvekili İsmail Hakkı Çevik olacaktır. Çevik, 3 Aralık 1948 günü Meclis’e verdiği soru önergesiyle, “Van Özalp’te neler oldu?” diye sorar. Önergede Mustafa Muğlalı’nın adı geçmiyordur. DP’nin asıl amacı CHP’yi bu olaydan sorumlu tutmaktır.
Olay biraz kurcalanınca Muğlalı da gündeme gelir ve 19 Ocak 1949’da Mustafa Muğlalı’nın soruşturulmasına başlanır. Tutuklanır, aynı yılın 23 Kasım’ında görevsizlik kararıyla tahliye edilir, bu kararı Askeri Yargıtay bozar. Muğlalı için nihai karar 1950’nin 9 Ocak’ında gelir: İdama mahkum edilmiştir. O sırada 69 yaşındadır ve yaşı nedeniyle cezası 20 yıl hapse çevrilir.
Muğlalı’nın avukatları kararı temyize gönderirler. Bu sırada Gülhane Askerî Hastanesi’nden ileri derecede aklî yetersizlik (bunaklık) raporu alınır, Muğlalı 27 Eylül 1950’de tahliye edilir.
DP olayın peşini bırakmaz. Diyarbakır Milletvekili Mustafa Ekinci, 33 kişinin ölüm kararını vermekle yargılanan Muğlalı’nın “deliyse tımarhaneye, aciz ise Darülaceze’ye, sağlam ise hapishaneye gönderilmesi” gerektiğini söyler.
‘Emir yüksek yerden’ dedi iddiası
Bu tartışmaların sonucunu görmeye Muğlalı’nın ömrü etmez. 11 Aralık 1951 günü, yatmakta olduğu askeri hastanede vefat eder. 69 yaşındadır. Muğlalı Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir, vefat nedeniyle dava düşer. Ancak, olayın peşini bırakmayanlar da vardır. DP’nin Van Milletvekili seçilen Kemal Yörükoğlu, 1956’da Meclis’e yeniden bir önerge verip, 33 Kurşun olayı yaşandığında görevde olan Milli Savunma ve İçişleri bakanları ile Genelkurmay Başkanı hakkında da soruşturma açılmasını ister.
Meclis Tahkikat Komisyonu kurar, 1958’de bir rapor açıklanır. Rapor sessiz sedasız gündemden kalkar. Ta ki, 7 Mart 1974 tarihli Milliyet gazetesinde, o sırada askeri doktor olarak olay yerinde bulunan Reşit Ersezer’le yapılmış bir söyleşi yayımlanana kadar... Ersezer’e göre Muğlalı, ölüm emri verdiği 33 kişi hakkında bilgi almak gereği bile duymamıştır. Olaydan bir gece önce Ankara’daki bir şahısla telefonla konuşmuş, yüksek bir sesle Diyarbakır’daki Müfettiş Avni Doğan’a, “Sen bu işe karışma, ben emri yüksek yerden aldım, icap ederse seni bile yok ederim!” diye bağırmıştır.
Kışladaki ada doğru
Muğlalı’nın suçlu olup olmadığına yıllar boyunca karar veremeyen devlet, 1988’de özel bir kararla Muğlalı’nın Edirnekapı Şehitliği’ndeki naaşını alıp devlet töreniyle Ankara’daki Devlet Kabristanı’na nakleder. İade-i itibar ise bundan 9 yıl sonra, 1997’de yapılır. Ertesi yıl da Muğlalı’nın büstü, Harp Akademileri’ndeki Kahramanlar Geçidi’nde Atatürk, Fevzi Çakmak ve diğer komutanların arasına yerleştirilir. 2004’te ise Muğlalı’yı bugün yeniden gündeme taşıyan hamle gelir: Kara Kuvvetleri Komutanlığı ‘33 Kurşun Olayı’nın yaşandığı Van Özalp’te bulunan Kara Kuvvetleri’ne bağlı sınır taburundaki kışlaya Mustafa Muğlalı adını verir.
‘Menemen Fatihi’ydi
Dersim görevi “başarı”yla sonlanınca devlet Muğlalı için yeni bir görev bulur. Bu kez hedefte ‘eski’ isyancılar vardır. Bunların, 1925’teki Şeyh Said İsyanı’nın ardından, Murat Suyu yakınlarındaki Bicar bölgesinde toplandığı ve sağa sola saldırdıkları iddia edilmektedir.
Muğlalı, 1927’nin Haziran ayında Bicar’a gelir. Harekat, Kasım ayına kadar sürer: 300’e yakın köy yakılır, iki binden fazla isyancı kurşuna dizilir. Bir ‘başarı’ daha... Ödülü ise tümgeneralliğe yükseltilmek olur.
“Menemen Fatihi” olarak anılacağı olay ise 1930’da gerçekleşir. Menemen olayının başrolünde Giritli Mehmet vardır. Cumhuriyet rejiminden ve devrimlerden şikayetçidir. 23 Aralık günü Giritli Mehmet ve adamları cami meydanında toplanır. Durum piyade alayına haber verilir, kışlada nöbetçi olan Yedek Asteğmen Kubilay yanına birkaç er alıp meydana gelir. İsyancılar, Kubilay’ı ve yanındaki iki bekçiyi öldürür.
Menemen’de bir ay sıkıyönetim ilan edilir, Divan-ı Harb kurulur, mahkemeye başkan olarak o sırada I. Kolordu Kumandan Vekili olan Tümgeneral Muğlalı Mustafa Paşa atanır. Mahkeme, 15 Ocak 1931’de yargılamalara başlar. Altı kişinin fail olduğu olayda, ilk safhada 105 kişi yargılanır. Sıkıyönetimin kalktığı 8 Mart’a kadar, 2.200 kişi tutuklanır. 606 kişi yargılanır, 28 idam mahkumiyeti verilir.
Altı kişinin de idam cezası yaşları nedeniyle hapis cezasına çevrilir.
Muğlalı Paşa mahkeme başkanı olarak aldığı kararlardan dolayı bazı çevreler tarafından sert bir şekilde eleştirilse de ‘Menemen Fatihi’ olarak adlandırılır.
Subay kadrosunun şuuraltında yaşıyor
Mustafa Muğlalı adı, siyasi tartışmalarda kullanılmasının yanında, askerler arasında ise başka bir anlamla dilden dile dolaşır. Kenan Evren verdiği bir söyleşide, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK ile çatışmalar konusundan söz ederken, “Senelerce Muğlalı psikozu herkesin üstüne yapıştı kaldı. Kimse bir şey yapmadı. Ben de Muğlalı olmayayım, diye” der. Avni Özgürel de 2004’ün 6 Mayıs’ının Radikal’de yayımlanan yazısında, “Orgeneral Muğlalı’nın adı o gün bugün Silâhlı Kuvvetler’in subay kadrosunun şuuraltında hâlâ bir simge” tespitinde bulunur.
İşte o şiir!
Şair Ahmed Arif, 33 masum köylünün kurşuna dizilmesini ünlü “33 Kurşun” şiriyle ölümsüzleştirmişti:
(...)
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...
PKK için bir simge
Mustafa Muğlalı adı ve “33 kurşun” olayı, hem PKK’da hem de Güneydoğu’da canlı bir tarihmişcesine yaşanır. Eski ANAP milletvekilli, eski askeri hakim ve savcı Faik Tarımcıoğlu, 2009’da Neşe Düzel’e verdiği söyleşide şunları söyler: “1993 senesi tarihe en büyük kara leke olarak geçti. Darbe ortamını hazırlamak için pek çok suikast yaşandı. Uğur Mumcu 1993 başında öldürüldü. Birkaç gün sonra Özal şaibeli bir şekilde öldü. Arkasından Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis suikasta uğradı. Hemen ardından 33 er Bingöl’de öldürüldü. Sivas’ta 37 kişi yakıldı. Üç gün sonra Başbağlar’da 33 kişi katledildi. Bu 33 rakamı, Mustafa Muğlalı olayına bir referanstır ve kasten seçilmiştir.”