10.06.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal
FOTOĞRAFLAR: HÜSEYİN ÖZDEMİR
Koskoca bir top mermisi üzerimize doğru geliyor; kulağımda sesi, gümmm! Aynı anda altımda yer sarsılıyor, titriyor, sağa sola gidiyor. Sol yanımdan bir cümle duyuyorum, “Valla ayağıma düştü...”
Açılışını önceki gün Başbakan’ın yaptığı Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’nin içinde, simülasyon odalarından birindeyiz. Bugün, merkezin halka açık ilk günü.
11 odadaki 11 ekranda başından sonuna Çanakkale Savaşı anlatılıyor. Her odaya 30 kişi alınıyor; biz odayı terk edince arkamızdan bir 30 kişi daha geliyor. Program toplam 60 dakika sürüyor.
NUSRAT’IN İÇİNDEYİZ
İlk oda “Osmanlı savaşa giriyor”. 1914’ün son günlerinden başlıyor Çanakkale Destanı... Her odada yaklaşık 5 dakikalık filmler seyredip ara kapılardan diğer salonlara geçiyoruz. İkinci kapı, Nusrat mayın gemisi (Ki hakikisi nedense yüzlerce kilometre uzakta, Tarsus’ta). Güvertedeyiz. Önümüzde filika, yanı başımızda mayınlar, karşımızda deniz. Yol alırken titriyor gemi, sallanıyor.
Burada İbrahim Hakkı ile Cevat Paşa’nın mayın stratejilerini dinleyip diğer kapıya yöneliyoruz. Kapıda üç boyutlu seyredeceğimiz gözlükler veriliyor her birimize. Bu kez karşı tarafın, İtilaf Kuvvetleri’nin planları var ekranda.
Dördüncü salon yine üç boyutlu. Çanakkale Savaşı’nın en büyük kahramanı Seyit Onbaşı var karşımızda. Bir bombardıman geliyor karşı taraftan, herkes yere yapışıyor. Biri gelip yattığı yerden kaldırıyor Seyit Onbaşı’yı. Yanımdakiler birden heyecanlanıyor, “Bizimki, bizimki” diye birbirlerini dürtüyorlar. Meğer birlikte olduğumuz grup, Niğde’nin Bor ilçesinden geliyormuş. Seyit Onbaşı’nın yanındaki Ali Çavuş da hemşerileriymiş.
SEYİT ONBAŞI
Ali Çavuş’la Seyit Onbaşı’yı seyredip beşinci salona, kara savaşı hazırlıklarına geçiyoruz. Arkasından da Dönüm Noktası verilen salona. Burada ilk kez çıkıyor karşımıza Mustafa Kemal. Geri çekilen askere “Asker kaçmaz. Silahınız yoksa süngünüz var, yere yatın” diye çıkışıyor. İşte dönüm noktası bu. Ve o meşhur “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” cümlesiyle ayrılıyoruz bu odadan. Siperlerin arasına giriyoruz bu sefer. Ekranda görüntülerin üzerine düşen ses, savaşın iki taraf için de vahşetini, anlamsızlığını, hoyratlığını anlatıyor.
Sekizinci salon en etkileyici olanı. Kocaman bir gökkubbe altında oturuyoruz. Masmavi, pırıl pırıl... Sonra gökten aşağı iniyoruz, altımızda koskoca Gelibolu yarımadası; 360 derece... Her cepheyi aynı anda gördüğümüz, bambaşka bir açı bu. Dönemin koşullarını, imkânsızlıkları, zorlukları en iyi gördüğümüz bir açı.
Ve artık sona yaklaşıyoruz. Önce İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin geri çekilişini seyrediyoruz, arkasından savaştan geri kalan hatıralar geliyor. “Savaşlar keşke hiç olmasa” diyor yine görüntülerin üzerine düşen ses, “Bir insan bir başka insanı hiçbir zaman, hiçbir bahaneyle öldürmeye yeltenmese. Çünkü öldürülen her insanla birlikte insanlık da hançerleniyor”.
BARIŞIN DİLİ VAR
Burası teknolojinin nimetlerinin yerinde kullanıldığı, gösteri ruhunun başarıyla yerleştiği, 60 dakikada hiç mi hiç sıkmadan bir tarihi anlatan bir yer. Üstelik bir savaşı, hem de kazanılmış bir savaşı anlatırken barışın dilini kullanan bir yer.
Ne var ki ilk 10 odada yaşadığımız heyecan son odada bir nebze sönüyor. “1915’ten günümüze Türkiye” bu odanın başlığı. 1915 görüntülerinden bugüne geçiyoruz. Gökdelenler, uçaklar, barajlar, fabrikalar, Recep Tayyip Erdoğan’ın Obama ile, Abdullah Gül’ün Kraliçe Elizabeth’le fotoğraflarıÖ Seçim filmi izler gibi. Arkasından bugünün ordusu, füzeler, tanklar, rap rap yürüyen askerler, savaş uçakları, donanma gemileri geliyor ekrana. Ve vızır vızır mermiler, füzeler.
Sanki “Biz 1915’te, o zayıf halimizle neler yaptık. Bir de bugün görün” der gibi... “İlla siyaset yapacaklar” cümlesi geliyor kulağıma, bir de bolca cık cık’lar. Tanıtım Merkezi’nin sloganı “Gel tarihe geçelim”. Tarihe kimin geçmesi planlanıyor acaba?
Dikkat, merkez öğlenleri kapalı
Sabah 8’de İstanbul’dan yola çıkıp, 12’yi 10 geçe Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’nin kapısına varıyoruz. Görevli, “Kapalıyız” diyor. Nasıl?
Öğle tatili. “Müzede öğle tatili olur mu canım?” diyecek oluyorum, cevap anında geliyor: “Olur tabii, biz Orman Bakanlığı’na bağlıyız. Hem biz yemek yemeyecek miyiz?”
Afiyet olsun, ne diyeyim.
Neyse ki beklerken içeri buyur ediliyoruz, en azından cayır cayır yakan güneşin altında beklemeyeceğiz. İlk seanslarını 8.30-12.00 arası yapan simülasyonlar, saat 13.00’te yeniden başlayacak.
O sırada sergi salonlarını gezmemize “izin” var. İzin diyorum, çünkü burada “fotoğraf çekmek yasak, oraya oturmak yasak, burada durmak yasak.” En sık duyduğumuz sözcük bu.
Sergi salonuna giderken yumurta şeklinde bir konferans salonunun ve mescitlerin önünden geçiyoruz. Tiyatroya, operaya, müzeye mescit uygulamasının ilk örneklerinden biri olsa gerek.
Binanın tasarımı, Çanakkale Boğazı’nı simgeliyor. Bir yanı beyaz bir yanı siyah iki yapının içinden giriyorsunuz içeri. 2 bin 400 metrekare üzerine oturmuş, kapalı alan 8 bin 600 metrekare. Peb Mimarlık’ın bir yılda tamamladığı Tanıtım Merkezi 70 milyon TL’ye mal olmuş. Zeminden 18 metre derine kadar inilmiş, zaten simülasyon odalarında cep telefonları çekmiyor.
Giriş önce tam 20 TL, öğrenci 5 TL olarak ilan edilmişti. Son dakikada fiyatlar yarıya indirilmiş (Rivayet o ki Başbakan böyle istemiş), hatta broşürdeki fiyat bilgileri elle düzeltilmiş.