Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yeni bir sayfa açmak için gittiği Afrika ülkesi Ruanda'daki soykırım anıtında tarihi açıklamalar yaptı. Macron, Fransa'nın 1994'te yüz binlerce insanın öldürüldüğü soykırımdaki rolü için özür dileyip Ruandalılardan af istedi. Fransa'nın sorumluluğunu kabul eden Emmanuel Macron, ancak Paris yönetiminin suç ortağı olmadığını söyledi. Fransız makamlar, Macron'a Mart ayında sundukları raporda da benzer ifadeler kullanmıştı. Dönemin Fransa lideri François Mitterrand'ın soykırımda önemli rol oynadığı vurgulanan raporda, Fransa, soykırım hazırlığı konusunda kör davrandı denilmişti. Son 10 yılda Ruanda'yı ziyaret eden ilk Fransa lideri olan Macron, Bu karanlık zamanları geçirenler affedebilir, bize kendimizi affetme hediyesini verebilir ifadesini kullandı. Fransa, soykırımı yapan Hutu hükümetinin uzun süre destekçisi olduğu için uluslararası kamuoyunda ve ülke içinde eleştiriliyor. Paris yönetimi, 23 Haziran 1994'de sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Turkuaz Operasyonu'nu başlatmıştı. Fransa, soykırımı engellemek yerine soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağladığı için kınanmıştı. Ayrıca, Paris'in Hutu hükümetine, Fransız ordusunun kontrolü altında olan bölgeden kaçması için emir verdiği 'diplomatik telgraf' ortaya çıkmıştı. Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998'de verdiği röportajda, O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil demişti. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Ruanda soykırımında yüzbinlerce kişinin ölümünden sorumlu tuttuğu isimlerden Felicien Kabuga, bir yıl önce Fransa'da yakalanmıştı. Başına 5 milyon dolar ödül konulan cani, 800 bin insanın yaşamını yitirdiği soykırımın finansörü olarak tanınıyordu. 84 yaşındaki Felicien Kabuga'nın, Paris'in banliyölerinden Asnieres-Sur-Seine'de sahte kimlikle yaşadığı evinde bu sabah gözaltına alındığını uluslararası haber ajansları 'acil' koduyla duyurdu. Resmi açıklamada, Kabuga'nın yakalanmasına Almanya, Belçika, Kongo, Kenya ve İsviçre'nin yardım ettiği belirtildi. Fransa, Eylül ayında caninin uluslararası mahkemeye çıkarılmasına izin vermişti. Temmuz 1994'te İsviçre'ye sığınan ve bu ülkeden sınır dışı edildikten sonra Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ne giden Kabuga, Temmuz 1997'de ve 2003'te Kenya'nın başkenti Nairobi'de düzenlenen polis operasyonlardan kaçmayı başarmıştı. Peki, Ruanda'da ne oldu? Olaylar yalnızca 100 gün sürdü. Eli silahlı milisler her yerdeydi. Siyasi hazırlıkta rol alan iki Avrupa ülkesi, Fransa ve Belçika'ydı. Dünyanın gözü önünde 800 binden fazla insan öldürüldü. Ülkenin kraliçesi bile evinden alındı, bir müzenin bahçesinde vuruldu. Kafataslarından dağlar inşa edildi. Ruanda 'soykırımı'nın üzerinden çeyrek asır geçti. Orta Afrika ülkesindeki radikal Hutular, Tutsiler ve ılımlı Hutuların peşine düştü. Bu sırada BM askerleri geri çekildi. Amerikan Associated Press (AP) haber ajansının 13 Mayıs 1994 tarihinde geçtiği haberin başlığı, her şeyi anlatıyordu: Burada artık hiç kimse yaşamıyor. Muhabir Mark Fritz'in Karubamba köyünden geçtiği haber, Pulitzer ödülü kazandı. Haber şu cümlelerle başlıyordu: Sınıftaki kara tahtada çizili Afrika haritası önünde çürümüş halde yatan erkek... Kiliselere doluşmuş aileler... Doğum kliniğinin önünde anne adayları yok. Buradaki herkes ölü. Karubamba cehennemden bir sahne gibi. Çürüyen yüzlerde acının sessiz çığlığı var... Karubamba köyündeki kıyımdan kurtulmayı başaran bir çocuğun yüz ifadesi her şeyi anlatıyordu. Soykırım başladığında, Rincent de Paul Ruhumuriza daha birkaç haftalıktı. Babası bilinmeyen bir toplu mezara gömülmüştü. Annesi ise bugün bile hala o günleri hatırladığında çığlık atıp sarsılıyor. Reuters'a konuşan 25 yaşındaki Ruhumuriza, İnsanlar geçmişe doğru gitmemeli diyor ancak annesini anlatıyor: Diğer insanlar... Onun nasıl dövüldüğünü, işkence gördüğünü, tecavüze uğradığını söyledi. Deli bir insan gibi oldu. Travma geçirdi. Ülke çapında şiddet öyle bir hal almıştı ki, katledilenlerin 300 bini çocuktu. 95 bini aşkın çocuk ise yetimhanelere yerleştirildi. Ruanda, soykırımdan yıllar sonra kurulan bir köye verilen isim gibiydi: 'Gözyaşlarının kuruduğu yer...' 25 yaşındaki Aline Uwase Turatsinze, her gün sabah uyanıp yüzünü yıkıyor, motosikletine biniyor ve 60'dan fazla aile üyesinin gömüldüğü yere gidiyor. Turatsinze, Çok insan kaybettim, anılarımı saklıyorum ancak 'Bir daha asla' diyerek hareket edersek belki de dünyanın hiçbir yerinde tekrarlanmaz. Yalnızca Ruanda değil, dünyanın hiçbir yerinde diyor. Soykırım, Temmuz 1994'te sona erebildi. Tutsilerin kurduğu 'Rwandan Patriotic Front-Ruanda Yurtsever Cephesi' örgütünün Kigali'ye girmesi, tarif edilemez vahşeti bitirdi. 2014'teki anmalarda dönemin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Kigali'de toplanan binlerce insana seslendi. BM Genel Sekreteri, Çok daha fazlasını yapabilirdik. Çok daha fazlasını yapmalıydık. Ruanda'daki askeri birlikler, onlara en çok ihtiyaç duyulduğu anda geri çekildi dedi ve ekledi: Bir sene sonra Srebrenika, BM'nin 'güvenli' addettiği topraklar tehlikeli yerler oldu, masum insanlar katledildi. Yaşananların üzerinden bir nesil geçti. Ama bu utanç devam ediyor. Ruanda yönetimi, Belçika ve Fransa'nın soykırımın siyasi hazırlığında doğrudan rol aldığını belirtiyor. Fransa, 20. yıl anmalarına söz konusu açıklamalar nedeniyle katılmadı. Paris yönetimi, soykırım sırasında hatalar yapıldığını kabul ediyor ancak milislerle işbirliği iddialarını reddediyor. Ülke, Ruanda soykırımı arşivlerini üç yıl önce açtı. Eski bir Belçika sömürgesi olan Ruanda'daki katliamlar, bir Hutu olan Cumhurbaşkanı Juvenal Habyarimana'ın uçağının düşürülmesinden günler sonra başlamıştı.