''İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor
İnsanlar sokak sokak, çarşı çarşı, ev ev
İnsanlar sırt sırta, omuz omuza verip durmuşlar
Boyunları bükük
Yorgun, asabi, kederli, kindar
Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacaklar''
İlhan Berk
''Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yavrusu dallara emanet serçe,
Derken camiler üstünde güvercin
Minareler katından geçiyorum
Gökyüzü mahallesi İstanbul’un
Süt beyaz bir martıyım açıklarda
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!''
Cahit Sıtkı Tarancı
Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır…
Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle:
Sabah, ıstırap çeken kalplerin akşamıdır…
Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda…
Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda…
Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay…
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay…
Sabahattin Ali
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
Turgut Uyar
''Birden kapandı birbiri ardınca perdeler…
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?
Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden
Firûze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden?
Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.
Bir devri lanetiyle boğan şâirin “Sis”i.
Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.
Hülyâma bir ezâ gibi aksetti bir daha;
-Örtün! müebbeden uyu! ey şehr! -O bedduâ…
Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.''
Yahya Kemal Beyatlı
''Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi’nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım!
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.
Önümde, açık kollarıyla Boğaz,
Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul’um benim.''
Ziya Osman Saba
''İstanbul'un üstüne güneş doğdu,
Çıktı silkinerek gecenin içinden,
Kız gibi minareleriyle Süleymaniye,
Sultanahmet, Sultan selim, Fatih camileri.
Türbeler, çeşmeler, sebiller
Aldılar aydınlıkta yerlerini.
Şakımaya başladı bülbül gibi
Bağdat köşkünün çinileri;
Hepsi de alın teri,
Hepsi de el emeği.
Bir yaprak düştü döne döne şadırvana;
Bir kumru su içti şadırvandan.
Üsküdar'ın fakir evleri göründü uzaktan
En arkada Çamlıca tepeleri.''
Oktay Rıfat Horozcu