Ve önemli olan ‘an’dır. Onu; ibadet, sabır, anlayış, tevazu ve merhamet ile anlamlı hale getirmek mutluluğun ta kendisidir.
Diline bir düğüm at ve otur. Dinle. Gıybet ve dedikodu, münakaşa ve cedel, su-i zanlarla dolu söz varsa ya durma ayrıl, ya da engelle.
Bakıyorsunuz, zulmedilenlerin tek ortak özelliği var; Müslüman oluşları ve zulmedenlere bakıyorsunuz, onların da bir tek özelliği var; Kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri.
Düşünün bakalım, televizyon karşısında muhallebi gibi gevşemiş bir Müslümanda, değil cihad etmek, acaba kalkıp bir farzı ifa edecek kuvvet ve istek kalmış mıdır?
Biz, sakalları şiirle karışık, yüreği Allah’la barışık adamları sevdik.
Rahmi hoca kürsüsünden bir defasında şöyle haykırıyordu: ‘Hocam çok ileri gidiyorsun, dikkat et, seni oradan oraya sürerler diyorlar bana. Söylesinler bakalım nereye sürecekler? Söyleyin nereye sürecekler? Allah’ın rahmetinin erişemeyeceği yer mi biliyorlar?
Takdir-i ilahi deyip teselli bulmuşlar elbet demişler gerekse bize bir yük taşıyan, Allah bir tane daha kısmet eder.
Bazı insanların hayvandan bile aşağı olması mümkün, eğer kalbinden merhametin zerresi kalmamışsa.
Şu küçücük kalpte nice hakkın yüklü.
O gün gezdim seni ellerimle Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin
Değil mi ki, kavuşmalarımız topal ayrılıklarımız koşar adım.
Ben onunla içimden konuşuyorum.
Bir kalbiniz vardır, onu hatırlayınız.
Donuk sam yeli sanılabilir nefesimiz.
Yalnızlık en küçük yaşımızda, misafirlikteki zengin sofraya örümcek kolları gibi uzanan ve ağza yönelen eller arasında (dizinin dibinde oturduğumuz) annenin elini çekerek sininin altına doğru uzatmasıyla ortaya çıkar.
Şimdi bir aşk sahyası salacağım havalara .Derler ki bu adam isyan basıyor damarlara