27.11.2023 - 03:01 | Son Güncellenme:
Gülce Halıcı Mimar
Gülce Halıcı, Mimar- İçinde yaşadığımız tempolu dünyanın daimi koşuşturması arasında nefes alabileceğimiz bir mola olarak karşımıza çıkan “yavaş mimarlık” (slow architecture) kavramı, teknolojik ilerlemelerin ve anlık tatminlerin sürekli hızlanan döngüsünün tersine düşünceli olmak, farkındalık ve doğayla uyum gibi temel değerlere geri dönüşü teşvik ediyor. Tasarımcıları ve kullanıcıları tasarım ve inşa süreçlerinin tadını çıkarmaya davet ederek zamansız yaratımların aceleye getirilemeyeceğini hatırlatıyor. Özünde yavaş mimarlık, doğayla ve insan ruhuyla rezonansa giren mekanların yaratılmasını savunuyor. Mimarları ve tasarımcıları duraklamaya, gözlem yapmaya ve çevreyi dinlemeye teşvik ederek tasarım sürecine rehberlik eden kavram projelerin genellikle sıkı programlar, karlılık oranları ve tatminsiz bir yenilik arayışıyla yönlendirildiği modern mimarinin hummalı temposuyla tam bir tezat oluşturuyor. “Slow movement” yaklaşımından ilham alan yavaş mimarlık, telaşsız yaşam tarzlarını teşvik eden, insanların dışarıdaki hızlı dünyadan koparak sakinleşebilecekleri mekanlar yaratmayı savunuyor. Bu alanlar kullanıcılara refah ve esenlik duygusunu, zihinsel berraklığı ve yaşamın basit zevklerini deneyimletmeyi amaçlıyor. Daha büyük, daha yüksek olma fikrinin büyüsüne kapılmış bir dünyada yavaş mimarlık, ölçek ve aşırılık kavramlarına meydan okuyor. Mimarları, kullanıcılarının yaşamlarını zenginleştiren mütevazı ve insan ölçeğinde yapılar yaratmaya teşvik ediyor. Yavaş mimarlık ihtişama öncelik vermek yerine, samimi ve anlamlı olana değer veriyor; tefekkür ve iç gözlemi teşvik eden mekanlar ortaya koyuyor. Zanaatkarlığa değer verirken sürdürülebilir malzeme ve yapım tekniklerinin kullanımını vurguluyor. Nesiller boyunca aktarılan geleneksel bilgi ve becerilerin günümüze uyarlanmasını teşvik ederken sürdürülebilir uygulamalara olan bu bağlılık, inşa sürecinde çevreye verilebilecek zararın boyutunu azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda tarih, kültür ve çevreyle olan bağı da güçlendiriyor. Tasarımın özüne dönüş çağrısı yapan yavaş mimarlık kavramı; bilinçli olarak yavaş ve düşünceli tasarlamanın kutlanması olarak tanımlanırken kullanıcıları ve tasarımcıları anlık haz kültürüne yabancılaştırarak zaman, sabır ve tutku kesişiminde ortaya çıkan güzellik ve dinginliği keşfetmeye davet ediyor. Yavaş mimarlık sayesinde, insan ve doğa arasındaki uyum yeniden keşfediliyor. Yavaş mimarlığın temel ilkelerinden biri de "zamansızlık" kavramı. Bu bakış açısıyla tasarlanan binalar zamana karşı direnirken nesiller boyunca geçerliliğini ve değerini koruyabiliyor. Doğayla uyumlu ve dayanıklı malzemelerle klasik tasarım ilkelerini benimseyen felsefe, geçici trendlere ve moda odaklı mimariye karşı isyan ederek yapılı çevre üzerinde daha derin ve kalıcı bir etki yaratmayı tercih ediyor. Bu ayki Dosya sayfalarımızı kullanıcılarını duraklamaya, gözlem yapmaya ve doğayı dinlemeye teşvik eden, zanaatkarlığa değer verirken sürdürülebilir malzeme ve yapım tekniklerinin kullanımını önemseyen “yavaş mimarlık” (slow architecture) kavramından etkilenen nitelikli projelere ayırdık.
Eski bir taş ocağının kütüphaneye dönüştürüldüğü DnA tasarımı “Taş Ocağı No. 8: Kitap Dağı”nın içerisinde, okuma ve çalışma mekanlarına yayılmış çeşitli platformlar bulunuyor. Alan, dağın içine doğru yaklaşık 50 metre uzanırken 40 metre yüksekliğe sahip. Mağara, taşların elle çıkarılmasının bir sonucu. Süreç içerisinde blokların çıkarılmasından vazgeçildiği için yan teraslar rastgele bir iç topoğrafya oluşturuyor. İç mekandaki yanal taş terasları, beş kat boyunca uzanıyor ve tırmanmak için belirli bir çaba gerektiriyor. Merdivenlerle çıkılabilen bu platformlarda, ziyaretçiler taş yazıtlar ve kaligrafi dünyasına dalabilecekleri kitap rafları ve çalışma alanlarına erişebiliyor.
Dinlenme İstasyonu/ Shaoxing, Çin
Jumping House Lab tasarımı yapı bisikletçiler için dağın en yüksek noktasında geniş ve açık bir manzara sunuyor. Bu zikzaklı tasarımda, kullanıcılar binaya ulaşmak için koridor boyunca ilerleyerek, bisikletlerini park edip dinlenme alanında mola verebiliyor. Daha meraklı olanlarsa, koridor boyunca ilerleyip dağın zirvesine kadar çıkarak muhteşem bir manzaranın tadını çıkarabiliyor. Yapı, zikzak bir koridorun bir kule yapısıyla birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Koridor, alanın boyutunda, yüksekliğinde ve parlaklığında değişiklikler yaparak monoton bir his yaratmamaya çalışıyor. Kuleyse, dağın tepesine kök salan kaya gibi sağlam bir yapıya sahip olup iç mekanın dokusu ve deneysel biçimiyle bir mağarayı hatırlatıyor.
BIG imzalı Twist, ziyaretçilerini Randselva Nehri’ne yaklaştırarak, Oslo’nun dışındaki ormanlar arasında sürükleyici bir sanat deneyimi yaşatıyor. Norveç’te bulunan ve kıvrımıyla Randselva Nehri’ni geçen Twist, Kuzey Avrupa’nın en büyük heykel parkından geçen kültürel rotayı tamamlıyor. Heykelsi form ortaya 90 derece bükülen bir kiriş çıkarırken Anish Kapoor, Olafur Eliasson, Lynda Benglis, Yayoi Kusama, Jeppe Hein ve Fernando Botero gibi uluslararası sanatçıların parka özgü eserlerini dolaşan ziyaretçiler, sanat turunu tamamlamak için Twist’i geçiyor. Binanın hacmindeki basit bükülme, köprünün güneydeki daha alçak, ormanlık kıyıdan kuzeydeki yamaç bölgesine kadar yükselmesini sağlıyor. Sadece bir köprü değil sergi salonu işlevi de göre
OPEN Architecture tasarımı Ses Şapeli, yerel taşlarla ve betonla oluşturulan pürüzlü dış cephesi ve uzun zamandır oradaymış hissi veren formuyla konser salonlarının “doğasını” yeniden tanımlıyor. Çin Seddi kalıntılarını barındıran bir vadide bulunan Ses Şapeli, doğayı yansıtan yarı açık bir konser salonu deneyimi sunuyor. Yerel taşlarla beton karıştırılarak oluşturulan pürüzlü dış cephe doğal bir forma sahip. Yapının katmanlı hali yakındaki dağların mevcut katmanlarına atıfta bulunuyor. Yarı açık bir amfi tiyatroya ve açık hava sahnesine ek olarak ziyaretçilerin vadiyi ve yakındaki Çin Seddi’ni hayranlıkla izleyebileceği bir plato yer alıyor. Farklı toplulukların bir araya geldiği salon aynı zamanda bireysel inziva mekanı olarak da kulanılabiliyor.
Kariouk Architects tasarımı m.o.r.e. kabin, çevre dostu ve sürdürülebilir bir deneyim sunarak Kuzey Amerika kır evi geleneğini yeniden yorumluyor. Çevre sorunlarına yönelik çözümler sunarak inşa edilen yapı doğal çevrenin korunmasına odaklanıyor. Kabinin inşaatı sırasında çevreye zarar vermemek için çelik direkler ve çapraz lamine ahşap kullanılmış. Kabin ayrıca nesli tükenmekte olan yarasalar için de bir yuva sağlıyor. Geleneksel temel kullanımından kaçınarak su havzasının korunmasına ve erozyonun önlenmesine katkıda bulunan kabinde güneş enerji sistemi kullanılıyor. Aynı zamanda yüksek verimli bir odun sobası ve iyi bir izolasyonla termal konfor sağlanıyor.
APTO Architecture, 1956 yılında inşa edilmiş olan mevcut Braga Kent Pazarı’nın yenilenme sürecinde tüm işlevsel düzeni tekrar tasarlamış ve yeni kaplamalar ekleyerek pazarın modern ihtiyaçlara uygun hale getirilmesini sağlamış. Kamusal alanların da düzenlendiği projede merkezde bir meydan oluşturulmuş; bu sayede hem pazarın daha kolay deneyimlenmesi hem de alıcılar ile satıcılar arasında bağ kurulması hedeflenmiş. Ayrıca, pazarın geçim kaynağını desteklemek ve cazibe merkezi olmasını sağlamak için bir yiyecek ve içecek alanı eklemlendirilmiş. Pazar günümüz standartlarına uygun hale getirilirken orjinal mimari mirasın okunabilirliği korunarak müdahaleler en aza indirgenmiş.