MimarlıkDavid A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

29.05.2023 - 01:00 | Son Güncellenme:

Pritzker Ödülü’nün yeni sahibi David A. Chipperfield ile 21. yüzyılda mimar olmanın sorumluluklar, mevcut yapıların yeniden kullanımları ve iyileştirmelerine yönelik üretimlerinin arkasındaki yaklaşımlar ve yakın gelecekte kentlerde yüzleşeceğimiz sorunlar üzerine...

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

Pritzker Ödül jürisi "önceden var olan, inşa edilmiş ve doğal çevreleri onurlandırmak, işlevselliği yeniden tasarlamak ve şehirleri canlandırmak” yönündeki üstün niteliklerinden dolayı eserlerinizi övgüye değer bulduğunu açıkladı. Sizce, portföyünüzde önemli bir yer kaplayan, mevcut yapıların yeniden kullanımları ve iyileştirmelerine yönelik üretimlerinizin bunda nasıl bir katkısı mevcut?

Haberin Devamı

DC: Uzun zamandır çevresel ve sosyal kaygılar hakkında düşünüp, üretiyoruz. Bence mevcut toplumsal iklim, bu konuda bize yardımcı oluyor, çünkü mimarlar işleri otonom olarak yapabilecek konumda değiller. Doğrulanmaya ve desteğe ihtiyacımız var. Artık bu konularda müşterileri veya politikacıları harekete geçirebilmek için eskisinden çok daha az yorulduğumuzu söyleyebilirim. Artık tüm yerel yöneticiler kamusal alan, temiz hava, sürdürülebilir ulaşım ve nitelikli barınma ile ilgilendiklerini söylüyor. Gerçekten öyle olup olmadıkları başka bir konu ama en azından endişelendiklerini söylemeleri çok önemli. Bu, mimarlık mesleğinin eline alması ve kentlerin, toplulukların avantajına kullanması gereken bir sopa. Mimarların “aşırı tasarıma” veya israfa şüpheyle yaklaşarak işverenlerini ve paydaşlarını kaynakları akıllıca kullanmaya yönlendirmeleri gerekiyor. Atıl kalmış binaları yeniden kullanmak ve sorgulamak, pratik olarak uzun zamandır ilgilendiğimiz bir konu. Ancak küresel yatırımın güçlerine direnmek de çok zor. Yatırımcılar yeni bir bina talep ediyor ve yıkımı meşrulaştırmak için büyük baskılar yapıyorlar. Bu konuda yavaş da olsa bir değişim gerçekleşse de yıkmamayı gönülsüz bir ahlaki sorumluluk olarak görmemeliyiz. Yıkmadan yaptığımız şeyin de bir anlamı olmalı. Örneğin, LSE projesinde, bununla ilgili tartışmaları sadece “doğru şeyi” yapmak adına değil, aynı zamanda “daha ilginç bir şekilde yapmak” için de göğüsledik.

Haberin Devamı

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Christian Richters - America's Cup Building

Kapitalizmin gittikçe toplumdan uzaklaştırdığı mimarlık mesleği sizce tüm bu sosyal yaklaşımlarla kaybettiği itibarını geri kazanmayı başarabilir mi?

DC: Pandora'nın kutusunun kapağını nasıl kapatacağımızı bilmiyorum. Planlama marjinalleştirildiği için mimarlar olarak biz de marjinalleştirildik. Doğru ellerde planlama kısıtlayıcı olmamalı, büyük kararların iyi bir şekilde alınması ve bağlantılı olması sağlanmalı. Demek istediğim, ileriye dönük planlama yapmadan nasıl döngüsel bir ekonomiye sahip olabilirsiniz? Boris Johnson, hükümetin 40 tane hastane yapacağını açıkladığında, bunun öncelikle büyük bir planlama süreci gerektirdiğini unutmuştu. Bu yapıları hayata geçirmeden önce en az dört veya beş yıla ihtiyacınız var. Bu iş sadece bir musluğu açıp kapatmaya benzemiyor.

Haberin Devamı

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Keiko Sasaoka - Inagawa Cemetery Chapel and Visitor Center

Küresel olarak siyasi çalkantıların hüküm sürdüğü bir tür belirsizlik döneminden geçiyoruz. Bu durum bir mimar olarak sizi nasıl etkiliyor?

DC: Pandemiden, Ukrayna'daki savaştan ve çevre krizinden öğrendik ki son 30-40 yıldır inandığımız teknolojik ilerlemelerin kaçınılmaz faydaları ve küreselleşmenin önemi gibi bazı varsayımların hükmü artık sona erdi. Bazı sanayileşmiş süreçlerin çevresel olarak kötü olduğunu anladığımızda bunları telafi etmek zorunda kalacağız, o zaman “ilerleme” gerçekte neye benzeyecek? Ya küreselle karşılaştırıldığında yerel neye benzeyecek? Bunları sorgulamalıyız. Küresel krizler kendi heybemizdekiler ile daha yakından ilgilenmemiz için bize fırsatlar sundu. Covid bize topluluğumuzun önemini, yaşadığımız yeri, evimizin olduğu sokağı, köşe başındaki dükkanın önemini öğretti. Buna küresel tedarik zincirlerinin güvenilmezliğini de ekleyin. Ve mimari açıdan bakıldığında, bu hiç de kötü bir şey değil. Küresel eğilimlere bağımlı olmak yerine belki de yakınımızdaki konularla, yerel olanla daha çok ilgilenmeliyiz.

Haberin Devamı

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Richard Davies -  Procuratie Vecchie

Tasarladığınız binalar özellikle tekrar ziyaretlerde gözlemledikçe daha da iyi anlaşılan mükemmel detaylarla dolu. Detaylar sizin için nasıl bir önem taşıyor?

DC: Detayları ayrı bir unsur olarak görmüyorum. Detaylar fikirlerin yerini almaz ama öte yandan hassaslaştırabilirler. Japonya'da sevdiğim şey bu -ve Japonya'da çok çalıştım - sessizce, her şeyin iyi düşünülmüş olduğunu fark ediyorsunuz ve bu, her şeyle ilgili deneyiminizi artırıyor. Bardak güzel seçildiği için suyun tadı daha iyi. Hala aynı su ama sunumuyla ilgili gösterilen özen onu daha çok takdir etmeni sağlıyor.

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Richard Bryant _ Arcaid - River and Rowing Museum

Haberin Devamı

Yapılar karbondioksit emisyonlarının önemli bir kısmından sorumlu. Öte yandan dünyada ciddi anlamda bir barınma sıkıntısı var ve inşa etmeye devam etmek zorundayız. Sizce mimarlık bu dilemmanın çözümünde nasıl bir misyon üstleniyor?

DC: Elbette ki nasıl inşa ettiğimizin büyük bir önemi bulunuyor. Ancak mimarlar olarak sorunun bir parçası olmamıza rağmen, bu konuda yapabileceğimiz çok az şey var, garip bir şekilde zayıf bir durumdayız. Çünkü bir yapının tasarımı için görevlendirildiğimizde zaten en büyük sürdürülebilirlik sorunları ortaya çıkmış oluyor. Bina neden inşa ediliyor? Bunun için neden eski bir yapı yıkıldı? Bina gerçekten bu kadar büyük mü olmalı? Farklı bir yere yapılması gerekmez mi? İş bize geldiğinde bu temel planlama sorularına çoktan karar verilmiş oluyor. Tüm bunlara rağmen biz mimarlar, besin zincirinin sonu ile yetinmemeli, sürece çok daha erken müdahil olmalıyız. Son 30-40 yılda mimarlık mesleği siyasi planlama süreçlerinin tamamen dışına itildi. Savaşlardan sonra mimarlar bir şehrin gelişimine dahil olduğunda durum bugünkünden çok farklıydı. Zamanla planlama giderek yatırımcılar tarafından belirlenir bir hale geldi. Mimar ise becerilerini projeleri ticari olarak yükseltmek için kullanan edilgen bir figüre dönüştü. Katkıda bulunacak bir şeylerimiz olduğunu topluma yeniden kanıtlamak zorundayız. Sosyal sorunları çözmek için becerilerimizi tekrar kullanmalıyız.

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Iwan Baan - The Hepworth Wakefield

Şu durumda mimarlık mesleğinin yeni bir görev tanımına ihtiyacı olduğunu söyleyebilir miyiz?

DC: Mimarlar olarak elbette hepimiz projelerimiz için benzer bir meşruiyete sahip olmak isteriz: Değişen ve şehrin karakterine önemli ölçüde katkıda bulunan binalar tasarlayabilmek. Ama yapamıyoruz. En azından, bunun için fırsat bulabilmek gerçekten sıra dışı bir hale geldi. “Mimarın ustalık rolü”nden vazgeçmeyi güçlükle sindirebiliyorken, koşullara daha esnek biri olarak uyum sağlamamızın hiç kolay olmadığını biliyorum. Buna rağmen bu değişimi bir güç kaybına değil esnekliğe dönüştürmenin bir yolunu bulmalıyız.

David A. Chipperfield: “Mimarlar yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok, mevcut yapı stoğu üzerinde çalışacak...”

D Simon Menges - Turner Contemporary

Dünyanın farklı ülkelerinde bulunan ofislerinizdeki ekiplerinizin çalışma alışkanlıkları, müşteri ilişkileri ve üretme biçimleri birbirinden ne derece farklılaşıyor?

DC: Londra ve Berlin ofislerimizle ilgili bir karşılaştırma yaptığımda çok farklı iki profil ortaya çıkıyor. Londra ofisi, tüketici ve pazar odaklı bir atmosferde çalışıyor, bu nedenle çok esnek. Almanya'da ise mimarlık kültürü hala bir kamusal sistemden geliyor. Oradaki zihniyet, mimarın proje için net bir şekilde görevlendirilmesi gerektiğine inanıyor ve bunu iyi planlamanın bir koşulu olarak görüyor. Bu durum piyasada daha fazla iş bulmaya çalıştıkça yavaş yavaş yumuşasa da mesleğin korunmasına dair daha net bir fikir var Almanya’da. Londra'da ise tam tersi. Londra'daki bir müşteri, “Pazartesi gününe kadar iki seçeneği daha görmemiz gerekiyor” diyebiliyor. Berlin'de böyle bir talebi kabul etmezsiniz; anlaşmalar yapar, kaynak bulmayı ve gerçekçi bir programı gözden geçirirsiniz. Ancak Londra'da bu tür talepleri daha kolay kabul ediyoruz. Bir yandan, bu esnekliğin mimarların bütünlüklerini, sahip olmaları gereken ve hak ettikleri korumayı bir miktar kaybetmeleri anlamına geldiğini söyleyebilirim. Öte yandan, önümüze çıkan müşteri türü için giderek daha az yararlı hale geliyoruz.

Projelerinizde bir mimar olarak etik sorumluluklarını nasıl koruyabiliyorsunuz?

DC: Bize anlamlı şeyler hakkında konuşma fırsatı verebilecek projelere yöneldiğimizi düşünüyorum. Müzeler kolaydır. Müzelerde sosyal ve çevresel konulara önem veren insanları bulmak o kadar da zor değil. Kültür kurumlarında da ortak amaç bulmak kolaydır. Zor olan spekülatif bir yatırım projesi oluştururken etikten uzaklaşmamaktır. Artık şehirlerimizi değiştiren projelerin çoğu güzel şirketlerin genel merkezleri, müzeler, kütüphaneler veya çocuklar için okullar değil. Çoğu, yatırım güçleri tarafından motive edilen ofis kuleleri veya büyük konut blokları. Bina yoluyla arazi değerinin optimizasyonu şehir inşa etmenin iyi bir yolu değil. Elbette ki arkasında bir finansal mantık olmadan kimse inşaat yapmaz, ancak finansal yaklaşımlar sosyal değerlerden daha önemliyse, o zaman tehlikedeyiz demektir.

Bir röportajınızda mimari söylemin sadece teoriyle sınırlı olduğu; pratiğin pratik, teorinin ise teoriden ibaret olduğu bir çağdan, teorinin doğrudan pratik yoluyla ele alındığı bir döneme geçiş yaptığımızı vurgulamıştınız.

DC: Teori değeri verdiğimiz tek yer, onun iletildiği yerdir. Rem Koolhaas gibi birini ele alalım. Rem kelimenin tam anlamıyla bunun şampiyonudur. Teoriyi yaratır ve ardından onu pratikte yerine getiren projeyi yaratır. O sadece bir kütüphane inşa etmez örneğin; kütüphanenin tarihçesini ortaya koyar, kütüphanenin ne olduğunu anlatır ve teslim eder. Bir perakende mağazası yapmaz; perakendenin ne anlama geldiğine dair bir analiz yapar ve tasarladığı mekan da tam olarak bu söyleme uyar. Ayrıca harika bir konuşmacıdır, sahip olduğumuz en iyi düşünürlerden biridir. En iyi mimarlık teorisyenimizin aynı zamanda bir uygulamacı olması 30 yıl önce tasvip edilen bir şey olmazdı. Ama artık gerçek bir eleştiri ortamı yok. Mimari söylem, sosyal medyadan veya belirli gazetecilik eğilimlerinden geliyor ve çok kısır. Mimarlar olarak kendimizi eleştirmemiz ve bu eleştiriyi daha iyi ifade etmemiz gerekiyor.

Kariyeriniz size farklı ülkelerde, farklı kültürlerle iç içe üretim olanakları sundu. Bu kendiliğinden gelişen bir durum muydu, yoksa bilinçli bir seçim miydi?

DC: Bu şeylerin koşullara bağlı mı, profesyonellikten kaynaklı mı, yoksa genetik mi olduğuna karar vermek çok zor. Bence ortada çok pratik bir sebep var: 1980'lerin başında mimar olmak. İngiltere'de fazla iş fırsatı olmadığına dair bir hissiyatım vardı. İş arama stratejilerini belki de öğretmenlerimin yönlendirmelerinden çok daha esnek bir şekilde benimsedim. Öğretmenlerim, bir mimarın konutları, üniversiteleri ve şehirleri tasarlaması gerektiğine inanan eski moda mimarlardı. Onlar için bir dükkan tasarlamak biraz ilgisiz olurdu. Çok daha esnektik ve sanırım karşılaşacağımız fırsatlar adına daha az umutluyduk. Bir Issey Miyake butiği tasarladığım için kendimi Japonya'da buldum. Hayata geçen ilk binalarım Japonya'daydı. Sanırım kendi kültürünüzün dışında inşa ederseniz, özellikle başlangıçta, neden başka birinin kültürünü inşa etmeniz gerektiğini haklı çıkarmak için kendinizi biraz sorumlu hissediyorsunuz. Bu sorumluluğu veya ayrıcalığı nasıl haklı gösterebilirim? İster Almanya'da ister İtalya'da çalışayım, benim durumum her zaman bu olmuştur. Hep “aslında bu senin hakkın değil” özeleştirisiyle kendimi sorguladım. Bu garip, çünkü eğer bir doktor veya mühendisseniz, farklı bir ülkede pratik yapmaya hakkınız olmadığını düşünmek normal ve profesyonel bir yaklaşım olmaz. Ancak mimaride, toplumsal olarak belirsiz bir konumla büyüdük. Mesleki haklara sahip olduğumuzu biliyoruz, ancak toplumsal haklarımızdan o kadar emin değiliz. Çünkü toplum onları verme ve bizden alma eğilimindedir, bu yüzden güvenilmezdir.

Mimarlığa adım attığınız 80’lerden bu yana değişen önceliklerden söz edebilir misiniz? Mimarların sadece bir bina, bir villa, bir müze, bir dükkan tasarlamak için değil, aynı zamanda topluma karşı sorumluluk taşıyan bir role sahip olduğu bu yeni ekosistem hakkında ne düşünüyorsunuz?

DC: Mesleğe daha fazla sorumluluk verilmemesine veya daha sorumlu bir rolümüz olmamasına üzülüyorum. Bizlere sunulan çok sınırlı fırsatları kullanabilmek için özel yetenekler geliştirmek zorundayız. Neredeyse pratik yapmanın yeni yollarını bulmalıyız. Başından itibaren her ofis kendi kimliğini, profesyonel stratejisini ve yöntemini icat eder. Yani bir mimar olarak yeteneklerinizden biri, size yardımcı olmayan ve ihtiyaç duymayan bir sistemin içinde çalışmak zorunda kalmakla gelişir. Yıkıcı ve stratejik olmak zorunda kalırsınız. Benim için Margaret Thatcher ve Prens Charles'ın seslerinin hakim olduğu, mimarların canavar muamelesi gördüğü bir ortamda kendimi geliştirmek zorunda olmam en önemli mücadeleydi. Bu izolasyonu köprülerle delmeyi denemek zorundaydım. İletişim kurmanın ve işi anlamlı kılmanın tek yolunun yapı üretmek olduğunun farkındaydım. Kürek Müzesi için yaptığım ilk bina, bu köprüleri düşünmezsem projenin yapılmayacağını açıkça ortaya koymuştu. Çağdaşlarımın beni tebrik edeceği çok radikal, modernist bir proje yapsaydım, asla inşa edilemezdi. O yıllarda İngiltere’de herkes modern mimariden nefret ediyordu. Kısmen haklıydılar çünkü modern yapılar çok iyi inşa edilmemişti. Kullanıcılara yönelik herhangi bir jest içermiyorlardı. Böylece bir projenin öncelikle çevresiyle doğru iletişim kurması gerektiğini fark ettim. Bu nedenle de Kürek Müzesi’nde eğimli bir çatı kullandım. Bu şimdi sorunlu görünmüyor ama bir mimarın bunu 1986 veya 87'de yapması oldukça garip karşılanan bir şeydi. Üzerine kırma çatı yapmazsam o topluluğun bunu asla kabul etmeyeceğini hissettim. Daha popüler bir tavırla bir topluluğa karşı jestler yapabilirken aynı zamanda kendi topluluğuma karşı da sorumlu olabileceğimi fark ettim. Ve bu çok iyi karşılandı.

Size göre yaşadığımız dönemde mimarlığın mücadele etmesi gereken en büyük sorunlar hangileri?

DC: Toplumsal eşitsizlik, çevresel sürdürülebilirlik ve buna bağlı olarak toplulukların öneminin aşındırılmış olması. 1980'lerde şehircilikten bahsederken sosyal konuttan bahsederdik ama konsept kapsayıcıydı. Şu anda dünya nüfusunun yüzde 50'sinin büyük metropollerde yaşadığı ve bunun yüzde 50'sinin de geçici barınma evlerinde yaşadığı bir durum varsa, o zaman bizim rahat şehircilik tartışmalarımız biraz anlamsız kalıyor. İdeal kent imgesine herkesin kalıcı olarak dahil olacağına inanıyorduk. O yıllarda çok keyif aldığım, mimarların ve planlamacıların dünyayı kurtaracakları, yeni topluluklar inşa edecekleri, yeni toplumlar inşa edecekleri şeklindeki bu biraz ütopik modernist zihniyetten artık epeyce uzaklaştık. Aradan geçen 40 yılda değişen koşulların kurbanı olduk. 1960'lar ve 70'lerdeki mimarların hissettiklerinden çok farklı olarak, koşulların en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Artık bu sorunları çözebileceğimize inanmıyoruz ama denemek zorundayız. Çünkü bizden başka kimse onları çözmeyecek. Şu anda İngiltere'de yoksulluk içinde yaşayan 4 milyon çocuğumuz var. Bangladeş'ten değil, İngiltere’den söz ediyorum. Üzgünüm ama bu, muhtemelen her gün yayınlanan haberlerin başında gelmesi gereken bir istatistik. Nihayetinde ben sadece bir mimarım, bu benim sorunum mu? Hayır, ama bu sorunların büyüdüğünün farkındayız. Tıpkı küresel ısınma sorunu gibi. Yapılı çevre ve inşaat sektörü karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %40'ını oluşturuyorsa, karışmadığımızı nasıl söyleyebiliriz? Sonunda bir şeyler yapmaya çalışmak zorundayız. Bir bina tasarlıyorsak pencereleri termal olarak daha iyi hale getirmeliyiz. Çatıya güneş panelleri koymalıyız. İyileştirebilir ve sorunu daha küçük hale getirebiliriz. Çünkü bunu bizden başka kimse yapmıyor. Daha büyük bir planlama iş birliğinin parçası olma sorumluluğunu kaybettik ve artık olduğumuzdan daha fazlası olmak zorundayız. Sosyal konutları, çevreyi, toplumu daha çok düşünmeliyiz. Yirmi yıl önce bile görmezden gelebilirdik. Ama artık bu konuları basit sözcüklerle geçiştirmek mümkün değil.

Yakın gelecekte mimarlık ortamı teoride ve pratikte neleri konuşuyor ve üretiyor olacak?

DC: Sürdürülebilirlik ve kaynakların verimli kullanımı perspektifinden bakıldığında, yakın gelecekte anıtsal yapılardan çok mevcut yapı stoğu üzerinde daha fazla çalışacağımıza inanıyorum. Tarihi yapıların korunmasının ötesinde, sıradan binaların da yeniden kullanılmasına, yenilenmesine ve yeniden donatılmasına yönelik farklı tutumlar geliştireceğimize inanıyorum. Ve bu yaklaşımın önümüzdeki 10 yıl içinde büyük değişimler yaratacağına inanıyorum.

Sizce günümüzün mimarlık okulları geleceğin dinamiklerine ne denli hazır mimarlar yetiştiriyor?

DC: İlk soru, gençleri mimar olmaya teşvik etmek için onlara daha geniş fırsatlar sunmaya yeterince açık mıyız? Diğer soru, genç mimarları nasıl yetiştiriyoruz? Onları çok daha işbirlikçi ve süreç odaklı bir mesleğe hazırlanmaları için eğitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Genç bir mimarsanız, kimliğinizi oluşturmalı ve mimarlığın rekabetçi dünyasına adım atmalısınız. Ancak mimarlık ortamı hepimizi kendi başımıza yüzmek zorunda bırakıyor. Bu bir problem. 2012'de küratörlüğünü yaptığım Venedik Mimarlık Bienali'nde de bunu vurgulamaya çalışmıştım. Başarılı bir mimar olmak için başka bir mimardan daha iyi mi olmam gerekiyor? Meslektaşlarıma karşı kendimi ispat etmek zorunda mıyım? Peki kolektif mesleki görevlerimizi nasıl belirliyoruz? Bir mimarın ne yaptığına karşı mimarlığın ne yaptığını nasıl açıklayabiliriz? Bu durum mesleğimiz için çok büyük bir sorun haline geldi. Bunun üzerine daha fazla düşünmediği ve Birleşik Krallık'ın serbest piyasa odaklı zihniyetinin her şeyi haklı çıkarmasına etkin bir şekilde izin vererek mesleğin önemini geliştirmediği için RIBA'yı suçluyorum. Mesleğimiz albenili cepheler tasarlamakla kısıtlandırıldı.

Bu doğrultuda geleceğin mimarlarına siz neler söylemek istersiniz?

DC: Bence genç mimarlar kendi rollerini çok iyi tanımlamalı. Ben bir dinozorum, eski moda anıtsal binalar inşa eden, kaliteye bağlı kalan mimarların eski fikrini temsil ediyorum. Ama aynı zamanda bulunduğu bölgenin kimliğine dair yeni perspektifler keşfeden ve kar amacı gütmeyen bir projenin de mimaride yeni bir yol gösterdiğini düşünüyor, bu yönde de üretimler yapıyorum. Gençler de kendi çok boyutlu ve yaratıcı kimliklerini çağın sorunlarından kopuk olmayan bir anlayışla oluşturmalı.