Son Güncellenme:
Brüksel'deki 'Kraliyet Deposu'nun yenileme projesini gerçekleştirerek bu alanda Avrupa'da büyük yankı yaratan ünlü Mimar Emre Arolat, Avrupa'nın en büyük yenileme projelerinden biri olan bu işten sonra, 'uluslararası bir mimar olmak'la ilgili bakış açısının değiştiğini söylüyor. Mesleğe ilk başladığı yıllarda Avrupa'da bir projeye imza atmanın en büyük hayali olduğunu anlatan ünlü mimar şunları söylüyor: "Oradaki iş yapma biçiminin, ilişkilerin, mimardan olan beklentilerin gibi Türkiye'den hiçbir farkı olmadığını gördüğümde hayal kırıklığına uğramadım ama sevindim. Çünkü burdada da yaptığımız işin hiç farklı olmadığını, özenecek bir şey olmadığını gördüm. Şu anda artık mimarın iyi bildiği yerlerde iş yapmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Uluslararası bir mimar olmak gibi bir derdim artık yok.Mimar bir anne babanın çocuğu olarak büyümek nasıl bir şeydi?Doğrusu onların mesleklerini yaparken veya mesleğe hazırlanırken edinmiş oldukları görgünün, benim hayatımda da ciddi bir etkisi oldu. Çünkü genelde mimarların hayattan beklentileri, hayatı ele alış biçimleri diğer meslek gruplarından biraz farklı olabiliyor. Mesela kazanılan bir miktar para varsa o paranın nasıl değerlendirildiğini gördüğünüzde, o insanın mimar olduğunu tahmin edebilirsiniz. Çünkü mimarlar gezip görmeyi çok severler. Büyük bir kısmı -ki buna ben de dahilim- ev alacağına araba almayı tercih ederler. Yerleşiklik pek bize göre değildir, pahalı bir araba almak pahalı bir ev almaktan daha mantıklıdır bize göre. Bu biraz bağımlı olmama durumu, özgürlük duygusu gibi şeylerle ilgili.Annemin üstüne başına çok fazla bir şey almak yerine o paradan arttırıp bir Avrupa seyehatine çıkmayı tercih ettiğini hatırlıyorum. Yurtdışında modayı yakından takip etmesine rağmen 20 tane şey bakıp 1 tane alırdık. Bu durum da bizim hayatımızı böyle yönlendirdi. Çocukken alınmış olan bu görgü, mesleki anlamda bana fazlasıyla yansıdı. Benim hayatımda onların mimar olmaları ve dolayısıyla böyle bir hayatı tercih etmiş olmaları da önemli bir açılım getirdi.İlk ne zaman mimar olacağınızı hissettiniz?Benim için dönüm noktası annemle babamın İzmir Hükümet Konağı yarışması için yaptıkları projeydi. O yarışma için çok büyük tartışmaların döndüğünü, ikisinin kendi aralarında eve taşıyarak projeyi bir duvara asıp fena halde tartıştıklarını hatırlıyorum. Tartışarak ortak bir noktaya varmak gibi bir fikir o zaman benim çok ilgimi çekmişti. Ondan sonra aynı projenin maketi yapıldı. Özel bir ağaçtan yapılıyordu. O maketi görünce 'Tamam, ben bu işi yapmalıyım' dedi. Bu projeyi, nasıl yapıydığını, yapıların neden birbirinden kopuk olduğu, neden altlarının açık olduğu gibi detayları anlattılar bana. Bütün bunları duyduğum zaman mimarlığın aynı zamanda çok akılcı ve rasyonel bir tarafının olduğunu anladım. O yapıların ortaya çıkış şekli beni çok heyecanlandırmıştı."Sabır, bu işteki en önemli meziyet"Peki sizce bu iş sabırsız insanların yapabileceği bir iş mi?Hayır kesinlikle değil! İyi bir mimarın en önemli meziyetlerinden biri çok sabırlı olmasıdır. Tasarladığın şeyin hemen vücut bulmasını istemek gibi bir sabırsızlık zaten imkansız. Mimarlık çünkü uzun süreli bir şey. Pekçok şey için sabırlı olmak gerekiyor. Mesela gençken mesleğe yeni başladığında öğrenecek çok şey olduğu için sabır göstermek zorundasınız. Bunun çok uzun bir yol olduğunu keşfediyorsunuz ve hata yapma şansınızın olmadığını keşfediyorsunuz. Bugün bile mesela ben ciddi bir korku duyuyorum. Birçok işi yapıyorsunuz, o işlerin tümünün kendi içinde başarılı işler olması gerekiyor. O da tabi görecelik olsa bile gücünüzü hep üst noktada tutmak zorundasınız. Mesela ortağım bana en sonunda 'Sen insan değilsin' dedi. Günde birkaç saat uyuyarak vücudunuzu ve beyninizi sağlam tutmak zorundasınız. O yüzden sabırdan öte bir kudret gerekiyor."Türkiye bir mimar için ilham verici'Mimar olmaya karar verdikten sonraki süreçte, 'Türkiye'de mimar olmak ve dünyadaki iyi örneklerle aradaki uçurumları görmek' genç bir mimar olarak sizi demoralize etmedi mi?Aslında mimarinin diğer sektörlerle, Türkiyedeki diğer meslek gruplarıyla çok farklı bir yerde olduğunu düşünmüyorum. Mimarlık görünen bir şey, ortaya görünerek çıkan ve gördükleriniz üzerine hisettiğiniz bir şey. Türkiye'de belirli bir dönemde yapılmış olan bir mimarlığın oldukça üst düzeyde değerleri olan bir mimarlık olduğunu düşünüyorum. Türkiyede özellikle İstanbul'un karmaı, bütün her şeyin üstüste ve yığın haline geldiği durumu da aslında çok açıcı ve ilham verici buluyorum. İstanbulun karmaşık ve çözümü zor dinamik yapısının bir mimar için inanılmaz ölçüde değerli olduğunu düşünüyorum. Böyle bir kentte tasarlamak hatta böyle bir kentin içinde yaşarken tasarlamak bence çok önemli bir şey. Bunun Türkiye dışından birçok mimar tarafından hissedildiğini ve benzer bir görüşün onlar tarafından da taşındığını biliyorum. Ben İstanbul'un düzelmesine gerek olduğunu düşünmüyorum, böyle bir metropol zaten düzelmez. Ama bu sadece İstanbul'a özgü değil, Tokya da düzelmez, başka bir noktadan bakarsak Paris de düzelmez.Yurtdışında bir projeye imza atmak bir mimar olarak size ne kattı?Mesleğe ilk başladığım yıllarda Avrupa'da bir iş yapmanın çok önemli olduğunu düşünüyordum, hatta en büyük hayalim Avrupa'da hatırı sayılır bir iş yapmaktı. Brüksel'deki Kraliyet Deposu projesi epeyce önemli bir işti. O dönem için Avrupa'nın ön büyük yenileme projelerinden biriydi. Oradaki iş yapma biçiminin, ilişkilerin, mimardan olan beklentilerin Türkiye'den hiçbir farkı olmadığını gördüğümde hayal kırıklığına uğramadım ama sevindim. Çünkü özenecek bir şey olmadığını gördüm. Şu anda artık mimarın daha iyi bildiği yerlerde iş yapmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Ve uluslararası
olmak gibi bir isteğimin yavaş yavaş gevşiyor. İnsanın çok iyi bilmediği, katmanlarını çok iyi özümsemeyeceği yerlerde bir mimarın yaptığı bir işin tesadüfi bir başarısı olabilir bence. Mimarın yaptığı işin yerini çok iyi tanıması gerekiyor. Uluslararası bir mimar olmak gibi bir derdim artık yok.İstanbuldan Diyarbakır'ı anlamak...Sizi en çok yenileme projelerimi yoksa yeni projeler mi heyecanlandırıyor?Yenileme projeleri beni çok heyecanlandırıyor ama yeni işler de heyecanlandırıyor. Yeni olan her şey beni heyecanlandırıyor. Yenilemeyle yeni yapı yapmak arasında bir fark olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta hepsi bir tasarım. Yenileme de yeniden yapmak da bir tasarım. Ama yenilemede ruhu devam ettirmek söz konusu olduğu içi çok heyecan verici tabi ki. Hangisinin daha değerli olduğunu bilmediğim iki farklı duygu.Türkiye'de proje ve bütçe bekleyen pekçok kentsel dönüşüm 'fikri' var. Onlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?Dün Bursa'da bir sunuş yaptık. Mimarlık alanında bu anlamda yapılan ilk sunuş diyebilirim. Bursa'daki tarihi dericiler bölgesi diye geçen 'Acemler Bölgesi'nin 170 bin metrekare alana yayılan kente yeniden kazandırma projesini hazırladık. Neredeyse ticari bir endişe gütmeden hazırlayıp Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne sunduk. Dünkü toplantı o bölgede yaşayan ve dükkanı olan 150
- 200 kişinin olduğu bir toplantıydı. İlk defa kentsel dönüşüm projesi tepeden inme değil de bir mimarın sunuşuyla ve demokratik bir şekilde hayata geçirilebileceğini gösterdik. Toplantı çok gergin başladı. İnsanlar belediyenin yerlerini gasp ediliceği ve ellerinden alınacağına dair bir önyargıyla toplanmışlardı. Projenin onların sahip oldukları bölgeyi daha değerli ve kentin içinde bir yer haline geleceğini sağlayacağını görünce herkes farklı tepki gösterdi ve toplantının kaderi değişti. Burada önemli olan yönetimin alacağı stratejik kararlar. Doğuda da o kadar çok yer var ki proje bekleyen.Peki Doğu'daki kentsel dönüşüm projelerinde İstanbul'da mimarlık yapan insanlar için 'yeri anlamak' gibi bir handikap olmaz mı sizce?İstanbul'dan Diyarbakır'ı anlamak çok kolay değildir ama Amsterdam'dan Diyarbakır'ı anlamak daha da zordur. Onun için her şeye rağmen bir İstanbul bürosunun Diyarbakır'da bir proje yapmasını hala olabilir bir şey olarak görüyorum ama yine yeri anlamak çok önemli bir şey. Bu projeleri bunu dert edinmiş mimarların yapması gerekiyor bence.Son dönemde projelerden çok mimarların ön plana çıkmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?Türkiye'deki bu durum, dünyayla paralel bir seyir izliyor. Mimarın bir özne olarak aranan bir hale gelmesi daha doğrusu ekonomik örüntülerin içinde bir figür haline gelmesi, ekonominin içine dahil olması bu dünyanın çok alıştığı bir durumu. Mimar bir yaratıcı bir özne olarak ekonominin içinde varoluyor artık. Yapının reklamında kullanılabiliyor, sizin isminiz belli noktalarda satış garantisi haline gelebiliyor. Hiç alakamız olmayan ve iş sahibiyle tanışmadığımız bir projenin satış ofisinde 'bu projeyi Emre Arolat yapıyor' diye sattıklarını biliyorum. Müşterilerimizin çok önemli bir bölümü aslında ne yaptığımızla değil de kim olduğumuzla daha çok ilgileniyor. Yaptığımız işe duydukları saygıdan öte kendi yaptıkları işte kullanacakları ismimiz onlar için daha önemli olabiliyor. Tabi ki bütün müşteriler için söylemiyorum. Bu durum Türkiye'ye has bir durum değil tüm dünyada böyle.Peki sizce bu olumlu bir durum mu?Eger siz bir mimar olarak tüm bu hikayenin içinde sorgulayıcı kanalınızı kapatmadıysanız, o kanalı sürekli olarak açık tutuyorsanız ve belirli bir noktada zorlayarak yapıyorsanız olumlu buluyorum.