14.09.2021 - 00:00 | Son Güncellenme:
Selen Deniz - Marka Portresi / Çok yönlü kişiliğiyle siyasetin en renkli karakterlerinden olan CHP Parti Meclisi Üyesi Umut Akdoğan, politikada aile desteğinin önemini ve çocukluk aşkı olan türkülerden derlediği albümünün hikayesini paylaştı. Siyasete gençlik kollarında başlayan Akdoğan, yolun başındakilere de tavsiyelerde bulundu. Siyaseti bir virüse benzeten Akdoğan, “Kimi bünye kabul etmez kimininse yaşam enerjisi olur” dedi.
Sosyal medya hesaplarının ana sayfalarında herkes kendini kısaca ifade ediyor. Sizin hesaplarınızda CHP Parti Meclisi Üyesi, hukukçu, doğa, deniz, müzik ve mizah tutkunu yazıyor. Bu başlıkları açınca da sizin kim olduğunuz ortaya çıkıyor sanırım. CHP’den başlarsak, en başa yazıldığı için en büyük tutkunuz diyebilir miyiz?
En büyük tutkum ailem kuşkusuz. Bunun aksini söyleyen doğruyu söylemez. İki oğlum var: Behzat Çınar ve Tuna Çağan. Partimi de onlardan ayıramıyorum. Çünkü hedefe onların, ülkemizdeki tüm çocukların hatta dünyanın tüm çocuklarının mutluluğunu koyuyorum. Siyaset kolay bir iş değil. Bu işle uğraşmaya başladığınızda vücudunuza adeta bir virüs giriyor. Bazen bünye bunu kabul etmiyor ve mutasyona uğrayarak içinizden çıkıp gidiyor. Benim gibilerde ise, ki örnekleri çok, vücudu sarıyor ve büyük bir enerji veriyor.
Gençlerin aktif siyasetin içinde olması hep isteniyor. Sanırım siz de o öneriyorsunuz…
Bizler gençlik kollarından başladık siyasete. Kendimi bildiğim günden beri içindeyim ancak dönüp geriye bakınca yüzlerce arkadaşımız vardı. O günlerden geriye bakınca yüzlerce ifadesini onlarca olarak değiştirdik ve bu kadar kaldık mücadeleyi sürdüren. Kolay bir iş değil. İş yaşamınız el verecek, aileniz uygun görecek, en önemlisi ruhunuz isteyecek, bedeniniz öf demeyecek.
‘Oğlum siyasete meraklı’
Sizi rol model alan gençler için sormak istiyorum; aileniz, eşiniz, çocuklarınız bu durumdan memnunlar mı?
Eşimle yolculuğumuz 15 yılı aşıyor. Beni çok iyi tanıyor. 2018 yılında milletvekili adayı olduğum günden sonra hukuk ofisimizin yükünün büyük bölümünü o omuzluyor. Büyük oğlum siyasete çok meraklı, ilkokul 1. sınıfa başladı şu günlerde. Diyebilirim ki, gündemi takip ediyor. Sorular soruyor, yorumlar yapıyor çocukluğun ona kazandırdığı geniş hayal dünyasıyla. Sabahları onu okula götürürken ettiğimiz sohbet tüm gün enerjimi yüksek tutuyor. Küçük ise daha 2.5 yaşında, onu da göreceğiz. Annem sosyal medya hesaplarımın sıkı takipçisi. O gün bir hareketlilik olmazsa “Bugün neden bir yerlere gitmedin?” diyor. Sahte hesaplardan hakkımda yapılan bir yoruma denk gelmiş geçenlerde, annelik içgüdüsüyle onlara sinirleniyor. “Olur, böyle şeyleri umursama” dedim. Herkes benim bu tempoma bir şekilde uyum sağlıyor. Öyle olmasa siyasetçi çok zorlanır ve nefesi çabuk tükenir. Çok uzun bir koşu, nefesinizi doğru ayarlamanız gerekir. Bu konuda en büyük destekçiniz de başta eşiniz olmak üzere ailenizdir.
Gördüğümüz kadarıyla “avukat” değil de “hukukçu” unvanını kullanıyorsunuz. Farkını önemsiyor musunuz?
Adliye koridorlarında ter akıtmıyorum. Benim iş yerimizdeki misyonum farklı. Eşim avukat, birlikte çalıştığımız avukat arkadaşlarımız var. Avukatlık hakkıyla yapılırsa çoğu meslek gibi çok onurlu bir meslek. Hukuk insanı kimliğimle onur duyuyorum ancak adliye koridorlarında fiilen avukatlık yapmadığım için “hukukçu” sözcüğü kullanıyorum.
Sanatla iç içe bir yaşamınız var. Hatta bu röportajın da çıkış noktası olan bir de albüm yapmışsınız. Müziğe olan ilginiz nerede, ne zaman nasıl başladı?
Sanıyorum ki doğduğum gün doğduğum evde başladı. Hatta ben doğmadan önce atalarımın dedelerimin doğduğu evde başladı da diyebiliriz. Anadolu’da bazı evlerde bağlama evin başköşesinde asılıdır. En görünür duvarda, hemen Atatürk’ün en güzel fotoğrafının yanında. İşte ben o evlerden birinin çocuğuyum. Sonradan duyulan bir merak, sonradan gösterilen bir ilgi yok yani. Kulağımız dola dola büyüdük. Ben çocukken evimizde muhabbetler yapılırdı. Birileri bağlama çalar ve masanın etrafında herkes sesi ve ezberi yettiğince onlara eşlik eder. Ben o muhabbetlerin içinde büyüdüm. Bu Anadolu’nun çok önemli bir geleneğidir. O geleneği olabildiğince sürdürmeye çalışıyorum. Öyle büyük bir derya, öylesine anlam yüklü bir atmosfer ki ben herkese şöyle söylüyorum: Bu büyük deryadan bir tas su içebilenlere ne mutlu, içmeyenler ne eksik…
Bu ilginiz bir albüm yapacak kadar büyümüş…
Albüm satışa çıkartılan bir çalışma değil. Salgın dönemindeki kapanmalar sırasında uzun zamandır bulamadığım bir fırsat doğdu. En sevdiğim, sözlerini anlamlı bulduğum beş türküyü çaldım söyledim. Şimdi o albümleri çok da iddialı olmadığım sesimi dinlemeye tahammül edecek dostlarıma armağan ediyorum.
‘Babamın en sevdiği türkü’
Seçilen türküleri sizin için özel kılan nedir?
Örneğin Davut Sulari’nin bir türküsünü söylemeye çalıştım. Öyle sözleri var ki eskiden “ansiklopediler dolusu bilgi” diyerek benzetilirdi, şimdi ben “internetteki tüm arama motorlarını çalıştırsanız” diye betimleyeyim, bulamazsınız bu manayı, sözlerin derinliğini… Rahmetli babamın en sevdiği türküyü söyledim, Muhlis Akarsu’nun, “Medet Sevdiğim” muhteşem bir klasiktir. “Şaha doğru giden kervan” kaynağı yine Davut Sulari’nin toprakları Tercan’dır. Ve bir de sözü ve müziği bana ait olan “Sarısaltık Ocağı”. Altı kıtada büyük dedemiz Sarısaltık’ı anlatmıştım. Onu besteledim bir süre sonra. Bunların hepsi bir anı, geleceğe adadığım işler. Keyifle yapıyorum. İnsanın bu kısacık ömründe izler bırakması gerektiğine inanıyorum.
Büyük dedenizin Sarısaltık olduğunu söylediniz. Tarihsel kökleriniz epey derinlere gidiyor o halde. Nedir sizin dizelere döktüğünüz bu köklerin çıkış noktası?
Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında kahramanlığı ile daha yaşarken efsanevi bir şahsiyet haline gelen bir kahramandır. Yaşamıyla ilgili en sağlıklı kaynak onun hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Oraya bakınca yiğit, savaşçı, mücadeleci ama bir o kadar da merhametli, hoş görülü, her inanca her düşünceye saygı duyan destansı bir kahraman çıkıyor karşımıza, bazı menkıbelerde bir masal kahramanı kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Anadolu’nun doğusundan başlayıp Balkanlara kadar uzanan coğrafyada Sarı Saltuk’un çok yerde makamları var. Saltuk-nâme’de Sarı Saltuk’un on iki mezarı olduğu belirtiliyor. Tunceli Hozat, Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınları, İznik, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan en uç iki noktasından biri olan Rumelifeneri, Babaeski, Dobruca bölgesinin Romanya’da kalan kısmında Babadağ olarak anılan küçük bir kasabası, Makedonya Cumhuriyeti’ndeki Ohri şehri gibi bölgelerde her sene milyonlarca ziyaretçi alan anıt mezarlar bunlar. Hal böyle olunca ben de hakkındaki bilgileri edebi bir eserde toplamak istedim. Bu tarihi şahsiyetlerin zenginliklerimiz olduğunu düşünüyorum. Anadolu’nun ve Trakya’nın her yanındaki böylesi tarihi isimlerin yaşayışlarının, hayata bakışlarının, insanlığı kavrayışlarının ve bu günlerde zorda olduğumuz her ana tuttukları ışığın anlaşılmasının büyük bir gereklilik ve sorumluluk olduğunu düşünüyorum.