15.10.2021 - 07:01 | Son Güncellenme:
SELEN DENİZ
Ailesinin aracılığıyla sanatla tanışan başarılı oyuncu Birgen Engin, sahneye adımını lise yıllarında attı. Ancak oyunculuk tutkusu ilkokul yıllarında başladı ve bu hayaline de ulaşmayı başardı. İngiltere’de bulunduğu yılların kendisi için büyük bir deneyim olduğunu belirten Engin, “Her an her şey olabilir, hayat sürprizlerle dolu ve dünyanın sonu değil laflarını en gerçek haliyle orada bizzat yaşadım. Değişimi seviyorum, macerayı ve yenilikleri seviyorum. Yaş aldıkça hayatımdaki değişimler zorlasa da değişimsiz ve hareketsiz yaşayamayanlardanım” diyor.
- Sizi ekranlarda sürekli farklı rollerde, farklı kimliklerde izliyoruz. Peki size gerçek Birgen Engin’i sorsak... Bize oyunculukla tanışma ve hayatınızı yönlendirme sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Gerçek Birgen’in özünde sanırım hala küçük bir kız çocuğu var. Mesleğimin hayalini kurduğum yıllar çok küçük yaşlarıma denk geldiği için, işime olan sevgim çok saf ve çocuksu bir temele dayanıyor. Hayattaki tüm aşırılıklarım, kaprislerim ya da kırgınlıklarım bu kız çocuğunun hayallerinin kırıldığı noktalarda ortaya çıkıyor. Genel olarak meraklı, araştırmacı, çok sosyal, sanat ve doğaya duyarlı bir profil çiziyorum. Değişimi seviyorum, macerayı ve yenilikleri seviyorum. Yaş aldıkça hayatımdaki değişimler zorlasa da değişimsiz ve hareketsiz yaşayamayanlardanım.
Sanat kökenli bir aileden gelmememe rağmen sanatı seven ve izleyen bir ailem var.
Onların sayesinde tiyatro, klasik müzik, bale ve opera ile çocuk yaşlarda izleyici olarak tanıştım. Çok renkli ve çok coşkulu geldi bana sahnede gördüklerim. Ruhumu okşadı sanırım ve ben de bunun bir parçası olmak istedim. Sahne çok büyülü bir mekan derler ve öyledir de...
Sahnede kalabilenleri uzun süre hipnotize eder. Oyunculuğu ilk kez lise son sınıfa giderken deneyimleyebildim çünkü aynı sene artık konservatuvar sınavlarına girecektim. Ancak kararımı 9 yaşımdayken vermiştim ve hayallerimden hiç vazgeçmedim. Başarılı olup olamayacağımı henüz bilmiyordum ama çok sevdiğim için tiyatro oyunculuk sınavı dışında üniversitelerin başka hiçbir bölümüne hazırlanmadım ve ÖSS dışında ÖYS sınavına bile girmemiştim. Büyük bir riskti ama sonuç olarak istediğim mesleğin eğitimini alıp o bölümden mezun oldum.
- Uzun süre İngiltere’de kaldınız ama sektörden kopmadan orada da aktif bir iş yaşamınız oldu. Oyunculuk, seslendirme, kurumsal hayat gibi farklı deneyimler edindiniz. Hepsini düşündüğünüz zaman İngiltere’nin size kattığı şey nedir? İyi ki gitmişim diyor musunuz?
İngiltere benim hayatımdaki en büyük iyikilerimden. İyi ki gitmişim. Orada yaşadığım iyisiyle, kötüsüyle her anı hiçbir şeyle değişmem. 10-13 yıl kadar bir zaman harcadım. Hem kendi mesleğimin farklı dallarını dünyanın her yerinden farklı kültürlerden gelen meslektaşlarımla deneyimleyebildim hem de hayat deneyimi olarak kendimi başka iş kollarında eğittim. Kattığı en güzel şey özgür düşünebilme ve sınırsız düşünebilme gücü. “Her an her şey olabilir”, “Hayat sürprizlerle dolu” ve “dünyanın sonu değil” laflarını en gerçek haliyle oradaki hayatım bana bizzat yaşattı. O kadar fazla olanak, fırsat, yaratım ve çözüm odaklı bir hayat sundu ki yaşamım bana hani dünyanın en ücra köşesinde de olsam bi şekilde yaşar ve yeni bir hayat kurabilirime inandım.
‘Kırgın Çiçekler’i unutamam’
- Türkiye’ye dönüşünüz İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan gelen bir davet üzerine olmuş. Ne davetiydi bu?
Bu davet aslında bir rol teklifiydi. Malcolm Keith Kay diye bir yönetmenin birçok oyununu Türkiye’nin farklı yerlerinde izlemiş fakat bir türlü tanışma ve çalışma fırsatım olmamıştı. Malcolm’ın Romeo ile Juliet oyununda Juliet rolü için teklifi çok cezbedici geldi ve ben de geçici için de olsa Türkiye’de projede çalışıp sonra yeniden Londra’ya geri dönmeye değer diye düşündüm. Ama sonrasında başka projeler geldi ve bir türlü geri dönemedim.
- Son yıllarda neredeyse her sezonda aktif olarak diziler, sinema filmleri çekiyorsunuz. Bu tempoda yorulmadan arı gibi çalışmanızı sağlayan yakıtınız, ilham kaynağınız nedir?
En büyük avantajım, hareketi ve tempoyu seviyor olmam her ne kadar çok sakin ve dingin bir hayatı sevdiğim gibi. Zaten bizim mesleğimiz de bu ikisi arasında hep dengede kalmayı gerektiren bir iş. İngiltere beni tempo konusunda iyi hazırlamış demek ki çalıştığım dönemlerde dinlenmeyi ve kendimi ruhen de beslemeyi ihmal etmiyorum. Sağlıklı besleniyorum, setlerden sonra bir sonrakine kadar uyumayı ihmal etmiyorum. Ve bir şekilde açık hava, oksijeni hiç es geçmiyorum.
- Sizin için en unutulmaz işiniz hangisi?
Televizyonda olup çok büyük bir kitleye ulaştığı ve dünyanın birçok ülkesinde de izlendiği için sanırım Kırgın Çiçekler dizisi. Ben 76 bölüm çalışmışım galiba, biz unutsak seyircileri unutturmuyor zaten sağolsunlar.
Mülteci kadınlar için yoga projesi
- Peki, yogaya olan ilginiz nasıl başladı?
Üniversite yıllarında 18 yaşındayken başladı. Ve yoga dışında yeni dünya için bir akım olan pozitif düşünce, farkındalık ve kadim şifa yöntemleri o zamandan beri hep benim ilgi alanım olarak kaldı. Şifa bağımlısı haline geldik sonunda ama yoga ve meditasyon gerçekten çok yararını gördüğüm iki alan.
- Sosyal sorumluluk ve toplumsal konularla da oldukça ilgilisiniz. Yoga aracılığıyla mülteci, azınlık ve etnik gruplara erişmeye yönelik ürettiğiniz bir proje olmuş. Bu proje neydi? Gerçekleştirme fırsatınız oldu mu?
Kısaca anlatmaya çalışayım; bu tamamen benim Londra’dan Nottingham’a erkek arkadaşımın yanına taşındığım sene çok yoğun çalışma hayatından büyük bir boşluğa düşünce yarattığım gönüllü olarak üzerine çalıştığım bir projeydi. O sıralar İngiltere devleti tarafından tanınan tek yoga organizasyonu olan The British Wheel Of Yoga’nın Foundation seviyesindeki diploma programına katılmıştım. Hem BWY üyesiydim hem de öğrencisiydim. Her gün yoga ile yatıp kalkmaktan olacak ki bu organizasyonun komitesinde olabilmek için başvurdum ve iki kişinin olumlu oyuyla da seçildim. Midlands Bölgesi’nde Nottighamshire’ın Deputy Rep görevine getirildim.
Komitenin ilk buluşmasında tamamen spontane toplantı masasında aklıma gelen bir fikri önerdim. Ve kabul edildi. Pilot bir projeydi, projeyi ülkedeki farklı şehirlerdeki sosyal azınlıklara, mültecilerin buluştuğu sosyal merkezlere ve tamamen ücretsiz olan yogayı onlara BWY diplomalı hocalar aracılığıyla ulaştırmak üzere tasarladım. Farklı sebeplerle ülkelerini terketmek zorunda kalmış kadın ağırlıklı bu grupların biriktirdikleri travmaları yoga aracılığıyla geride bırakıp yeni bir hayata uyum sağlamak üzerineydi bu projem. İlk başta bulunduğum bölgeden başladım ve işleyebilmesi ve tüm ülkeye dağılabilmesi için gerekli olan tüm çalşmaların örneklerini uygulamalı olarak sağladım. Bu çalışma için gerekli olan bütçenin sağlanması ve organizasyonun beş yıllık gelişim programına kabulünü gerçekleştirdim ve Londra’ya dönmeden önce bu çalışmayı üstlerime teslim ettim. Bunun sonucunda da Nottinghamshire bölgesinin başında benim olmamı istediler fakat benim için yine hareket zamanı gelmişti ve sadece bu çalışmayı birçok kişiye hediye ettim.