28.12.2024 - 00:01 | Son Güncellenme:
DİDEM SEYMEN
DİDEM SEYMEN- 2002 yılından bu yana hastanecilik sektöründe bulunan Can Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Muzaffer Keskiner, sorularımızı yanıtladı…
Doktorluk kariyeriniz nasıl başladı? Aileden mi gelen bir miras mı, yoksa tamamen kendi tercihiniz miydi?
Ailemde ne doktorluk ne de hastanecilik vardı. Tamamen benim seçimimdi. Çocukluğumda, köyde okudum ve daha sonra parasız yatılı sınavıyla Manisa'da eğitim aldım. Hacettepe Tıp Fakültesi’ne girdiğimde, o dönem doktorluk hem çok saygın, hem de insana dokunan, hayat kurtaran bir meslek olarak görülüyordu. İşte bu yüzden hekim olmaya karar verdim.
İmamın eşi köydeki ilk hastamdı
İlk görev yerinizde karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Mecburi hizmetle Rize’nin bir dağ köyüne gittim. Sağlık ocağında bana bağlı 16 köy vardı. Erkekler ve çocuklar muayeneye geliyordu ama kadınlar gelmiyordu. Bu sosyal direnci kırmak için bir fırsat yakaladım. Bir gün köyün imamının eşi rahatsızlandı. Evine gidip müdahale ettim ve kısa sürede iyileştirdim. Ertesi gün kadınlar sağlık ocağına akın etmeye başladı. Bu olay, insanların güvenini kazanmanın önemini bir kez daha gösterdi.
Özel hastane süreciniz nasıl başladı?
Mecburi hizmetten sonra kadın doğum ihtisasımı tamamladım ve yıllarca hem devlet hastanesinde, hem de kendi muayenehanemde çalıştım. Ancak bu yoğun tempoyu uzun süre devam ettirmek mümkün olmadı. 25 yıl önce Salihli’de Can Hastanesi’ni kurduk. Sonrasında İzmir’de de bir özel hastane açtık ve sekiz yıldır burada hizmet veriyoruz.
İzmir’de sağlık sektöründeki büyümeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzmir, sağlıkta büyük bir potansiyele sahip bir şehir. Büyük oyuncular, bu potansiyeli görüp yatırımlarını artırıyor. Büyük hastane grupları İzmir’e geldi. Biz de hem rekabetten mutluyuz, hem de kaliteli sağlık hizmeti sunmaya devam ederek bu pastadan pay alıyoruz.
Peki, bu başarı hikayesinin ardında unutamadığınız hangi anınız var?
Hayatın ilginç dönemeçleri var. Çocukken parasız yatılı sınavına gitmek için param yoktu. Bir öğretmenim, kendi cebinden bana para verdi. Yıllar sonra hekim oldum ve öğretmenimin kızlarının doğumlarında bizzat bulunma şansına eriştim. Bu, benim için unutulmaz bir andı. Bir zamanlar bana yardım eli uzatan kişinin ailesine bu şekilde destek olmak beni derinden etkiledi. Bu tür iyiliklerin geri dönüşüne inanırım. Bu deneyim bana, insanlara yardım eli uzatmanın ne kadar derin etkiler yaratabileceğini gösterdi. Meslek hayatımda da aynı anlayışı benimsedim. Bir hasta için sadece tedavi etmek değil, aynı zamanda insani değerleri yansıtmak da çok önemli. Her zaman şuna inanıyorum: Yardımlaşma ve dayanışma, bir toplumun temel taşlarından biridir. Mevlana’nın dediği gibi, "Sana yapılan iyilikleri unutma, ama senin yaptığın iyilikleri hemen unut."
Yönetici olarak, bir hastaneyi yönetirken en çok hangi değerlere önem veriyorsunuz?
Çalışanlarımdan beklediğim tüm davranışları önce kendim sergilemeye özen gösteriyorum. Adil olmak, dürüst olmak ve insan odaklı çalışmak benim temel prensiplerim. Biz bu ülkeye bir şeyler katmak istiyoruz. Bu nedenle yönetici olarak daima daha iyisini hedeflemeye çalışıyorum. Öncelikle insana değer vermek, bir yöneticinin en önemli görevidir. İletişimde birinci kural karşımızdakinin değerlerine saygı duymaktır. Bize kim gelirse gelsin; tesettürlü, dövmeli ya da üzerinde herhangi bir rozetle, bu bizi ilgilendirmez. Bizim işimiz insanın sağlık sorununu çözmek. Ancak ne yazık ki toplumda ön yargılar ve duyarsızlık çok yaygınlaştı.
Duyarsızlık derken neyi kastediyorsunuz?
Şunu kastediyorum: Yanımızda biri düşse ya da bir şiddet olayına tanık olsak, çoğu kişi müdahale etmiyor, yanından geçip gidiyor. Bu tavır sağlık çalışanları arasında bile görülebiliyor. Oysa hasta kapıdan girdiğinde, personelimiz hemen harekete geçmeli. “Ben hastane personeli Ayşe, size nasıl yardımcı olabilirim?” diyerek destek olmalı. Bu, insan olmanın en temel değerlerinden biri. Ancak cep telefonlarına dalan ya da işine odaklanmayan personel görmek beni çok üzüyor.
Cep telefonu ve sosyal medya kullanımı konusunda bir kısıtlama getiriyor musunuz?
Evet, cep telefonu kullanımını yasaklamayı düşünüyorum. Çünkü hastalar beklerken bir çalışanın telefonuyla vakit geçirmesi kabul edilemez. Personelimizin, karşısındaki insanda güven uyandıracak bir duruş sergilemesi gerekiyor. Kıyafetinden tavrına kadar bu hassasiyeti bekliyoruz.
Çalışanlarınızın dış görünümüne müdahale ediyor musunuz?
Doğrudan müdahale etmiyoruz ama tavsiyelerde bulunuyoruz. Herkesin inançlarına ve yaşam tarzına saygılıyız. Tesettürlü birçok arkadaşımız bizimle çalışıyor ve hepsi işlerinde çok başarılı. Birlikte yaşama ve çalışma kültürünü oluşturmak çok önemli. Yatan hastalarımızdan hemşirelerimiz hakkında övgüyle bahsedenler oluyor. Bu, ön yargılarımızı kırmamız gerektiğini bize tekrar hatırlatıyor.
Gelecek planlarınız neler?
İzmir’de daha büyük bir hastane yatırımı planlıyoruz. Sağlık turizmini de hedefliyoruz. Özellikle güvenilirlik ve hasta memnuniyeti bizim için birinci öncelik. İnsanlar buraya geldiklerinde asla gereksiz işlemlerle karşılaşmayacaklarını bilmeliler.
Sosyal sorumluluk projelerine önem verdiğinizi biliyoruz. Bu konuda neler yapıyorsunuz?
Can Sağlık Grubu olarak bu ülkenin kaynaklarıyla yetiştik. Bunun bir borç olduğunun farkındayız. Ben bu ülkenin kaynaklarının sayesinde lisede, üniversitede okudum. Hekim oldum, belli bir noktaya geldim. Ve bugün bir uzman hekimin yetiştirilmesinin bu devlete maliyeti minimum 600 bin dolar. Anne babamın ya da benim yaptığımız masrafları katmıyorum. Bu ülke beni yetiştirmek için 600 bin dolar harcadı. O zaman benim bu ülkeye, yani ulusa, coğrafyaya karşı borçlarım var. Ve bu borçlar kolay kolay kapatılabilecek borçlar değil. Bir de bazı değerler söz konusudur; mesela o köyden Manisa’ya gitmek için bana hocamın verdiği yol parası gibi. Az bir miktar gibi görünebilir ama o gün için kıymeti, anlamı benim için çok büyüktü. Bizler her ay 10 kız öğrenciye burs sağlıyoruz. Bu bursları genelde sivil toplum kuruluşları aracılığıyla veriyoruz. Ayrıca Tepecik’teki Barış Çocuk Orkestrası’na destek oluyoruz. Varoşlardaki, gecekondu mahallelerindeki çocuklara klasik müzik eğitimi veriyorlar. Çocukların özgüvenle sahneye çıktığını görmek inanılmaz bir duygu.