28.10.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
Sinema Salonu: Emin YEĞİNBOY
“Bulut Atlası” 2004 yılında yayımlanan David Mitchell’in aynı adlı romanından bir uyarlama. Birbirinden farklı zaman diliminde geçen altı öyküyü karakterler, benzer olaylar ve yazgılar üzerinden birleştiriyor. Film de aynı kurguyu izliyor. Her bir öykü, farklı altı atmosfer ve mekan içinde anlatılırken, farklı türde altı film ortaya çıkıyor. Aynı oyuncuların farklı makyaj ve kostümlerle birden fazla karakteri canlandırdığı öyküler, 19. yüzyıl sonlarından otuzlu yıllara oradan da yetmişli yıllara sonrasında da 2080’lerde distopik bir gelecekteki olaylara sıçrayabiliyor. Oyuncuların çoğu kez seyirciyi ters köşeye yatıracak makyajlarla farklı karakterleri canlandırmaları filmin en güçlü özelliklerinden.
Matrix’in yaratıcıları Wachowski Kardeşler’in ve Alman yönetmen Tom Twyker’ın birlikte yönettikleri bu dev proje, romanın altında ezilmiyor. Romanın kompleks yapısı filmde zaman içinde sıçrayan bir kurguyla veriliyor. Senaryo aşamasında öykülerin sadeleştirilmiş olması bile öyküler arasındaki bağlantıların anlaşılmasını kolaylaştır-mamış. Birbirinden çok farklı yapıdaki öyküler arasındaki geçişler olağanüstü bir düzende akıyor. Yine de romanı bilmeyen seyircinin anlamı yakalaması zaman alıyor.
Tüm öykülerin ortak noktası ölümden sonraki yaşama inanma noktasında düğümleniyor. Bu yaşamın başka yaşamlara yeni kapılar açtığı gibi bilindik mesajı görkemli bir görsellikle sunuyor. Paralel evrenler konu-sunda son yıllarda izledi-ğimiz “Kaynak-The Fountain”, “Bay Hiç Kimse-Mr. Nobody” gibi filmlerle karşılaştırdığımızda teolojik bir yaklaşım söz konusu. Öyküleri anlaşılır kılmak için mesajların, kahramanlar ve dış ses tarafından sık sık tekrarlanması filmin en eksi yönü.
Oyunculuk performanslarının zirveye ulaştığı bir film. Tom Hanks bilhassa kötü karakterlerde parlıyor, usta İngiliz oyuncu Jim Broadbent her karakteri eldiven gibi giyiyor, tek kelimeyle olağanüstü. Kimin hangi rollerde oynadığını yakalayabilmek için sondaki jeneriklerin akışı bitmeden salondan çıkmayın.
Sinemada yeni açılımların, artık farklı türleri harmanlayan filmler üzerinden yürüyeceği sinyallerini “Bulut Atlası” veriyor. Uzun soluklu fakat sonuçta tatmin edici bir sinema olayı.
Editör’den
Yeni neslin görmesi gereken onbeş film
1. Konuşma-The Conversation(1974)-Francis Ford Coppola
2. Cinayeti Gördüm-Blow Up(1966)-Michalengelo Antonioni
3. Çin Mahallesi-Chinatown(1974)-Roman Polanski
4. Atları da vururlar-They Shoot Horses, Don’t They?(1969)-Sydney Pollack
5. Vahşi Belde-Wild Bunch(1969)-Sam Peckinpach
6. Bonnie ve Clyde(1967)-Arthur Penn
7. Bütün O Caz-AllThat Jazz(1979)-Bob Fosse
8. Amarcord (1979)-Federico Fellini
9. Geriye Bakmak-Don’t Look Back(1973)-Nicholas Roeg
10. Otomatik Portakal-Clockwork Orange1974)-Stanley Kubrick
11. Taksi Şoförü-Taxi Driver(1976)-Martin Scorsese
12. Bıçak Sırtı-Blade Runner(1982)-Ridley Scott
13. Fanny ve Alexander(1982)-Ingmar Bergman
14. Kıyamet-Apocalpse Now(1979)-Frnacis Ford Coppola
15. Leopar Il Gattopardo(1963)-Luchino Visconti
Geçtiğimiz günlerde bir mekanda arkadaşlar ile sinema üzerine konuşuyorduk. Masamıza utangaç tavırlı on altı, on yedi yaşlarında genç bir adam yaklaştı. Kendisini tanıttı ve ileride film yönetmeni olmayı istediğini söyledi. Konuşmalarımıza kulak misafiri olduğunu, bahsettiğimiz Fellini, Kubrick gibi yönetmen isimlerinden yola çıkarak, hangi filmleri seyretmesi gerektiğini sordu. O gün, yeni nesilden birçok gencin nitelikli sinema seyretmeye nereden, hangi filmlerle başlayacağını bilmediğini düşündüm ve kısa bir liste yaptım. Yeni nesilin sıkılmaması için altmışlı yıllarda ve sonrasında çevrilmiş, türlerine yeni bir soluk getirmiş filmler olmasına özen gösterdim.
Coppola “Konuşma” da Watergate sonrası yayılan dinleme ve izleme paranoyasının insan yaşamlarına olan dramatik etkisini gösteriyordu. “Cinayeti Gördüm” gerçeğin değişkenliğini ve yanıltıcılığını tesadüfen çekilmiş bir cinayet fotoğrafı üzerinden tartışıyordu. Polanski “Çin Mahallesi” ile artık öldü denilen “film noir” türüne yeni bir soluk getirir. “Atları da Vururlar” aynı mekan içinde dönüp duran insanların trajedileri, kapitalizmin çirkin yüzüne tutulan ayna olur. Şiddet üst başlığını Peckinpah ”Vahşi Belde”de, Kubrick “Otomatik Portakal” da daha önce yapılmamış “vahşi estetik” içinde işler. Çocukluk anılarını Fellini “Amarcord”la düşsel bir yolculuğa çıkarırken, Bergman “Fanny ve Alexander”da kendi çocukluğundan din baskısının ve otoriter yetişmenin travmalarını anlatır. “Kıyamet” eşsiz bir savaş operasıdır. “Geriye Bakma” gerilim ve psikolojik temaları olağanüstü bir anlatım ve Venedik atmosferiyle harmanlar.
Ülkemizde geçmişin başyapıtlarını seyredebilme imkanı, güncele yönelik DVD üretimi nedeniyle oldukça kısır. Bu durumda festivallerdeki gösterimleri veya TV kanallarına düşenleri yakalamak gerekiyor.
VİZYONDAKİLER
BULUT ATLASI ****
ASTERİKS VE OBURİKS GİZLİ GÖREVDE ***
GERGEDAN MEVSİMİ**
ÇANAKKALE 1915 **
UZUN HİKAYE ****
MELEKLERİN PAYI ***
TETİKÇİLER ***