11.12.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ege Doğaç Erdoğan - Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kurulan Weimar Cumhuriyeti faşizm karşısında kendini savunamamış ve demokratik yollarla iktidara gelen Nasyonel Sosyalist Parti (Nazi Partisi) faşist bir rejim ile ülkeyi yönetmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanlar faşizmi, yakın geçmişlerinde yaşadıkları travmanın etkisiyle, ülkelerine karşı varoluşsal bir tehdit olarak görmüşler, demokrasinin kendi kendini koruyabilmesi için bir takım tedbirler almışlardır. Bir başka deyişle ‘militan’, yani kendi kendini savunabilen bir demokrasi anlayışını işleyişe koymuşlardır. Geçtiğimiz hafta içinde neo-nazilerin darbe teşebbüsü tam da militan demokrasinin doğru tatbik edilmesi sonucunda önlenebilmiştir.
11 eyalette eşzamanlı baskınla aşırı sağcı, kendini “Reichsbürger” (İmparatorluk Vatandaşları) olarak tanımlayan örgüt mensuplarının gözaltına alınmasıyla su yüzüne çıkan darbe planında, federal Alman hükümetini devirerek 1871 yılında kurulan Alman İmparatorluğu’na benzer bir monarşik rejim kurma amacı olduğu görülüyor. İşin daha da vahim yanı suçlananlar arasında aşırı sağcı AfD partisine üye bir eski milletvekilinin de yer alıyor olması. Geçen sene hakimlik görevine geri dönen Birgit Malsack-Winkemann, ilk aşamada gözaltına alınan 25 kişinin arasında bulunuyor. Tüm bu olanlarla ilgili yaptığı açıklamada Almanya Başbakanı Scholz şu ifadeyi kullandı; “En önemli sonuç, bu tür hukuk ihlallerini ve bu tür planları güvenlik makamlarıyla engelleyebilecek ve tüm gücüyle reddedebilecek savunulabilir bir devlete, savunalabilir bir demokrasiye sahip olduğumuzu herkesin bilmesidir.”
Almanya Federal Cumhuriyeti anayasasında freiheitliche demokratische Grundordnung (liberal-demokratik anayasal düzen) açık bir şekilde koruma altına alınmıştır. Anayasanın 79. Maddesine göre temel ilkeleri içeren 1. ve 20. maddelerin değiştirilmesi yasaktır. Sözkonusu 1. ve 20. madde insanlık onuru, demokratik, federal, ve sosyal bir hukuk devleti tanımlarını içerir. Ek olarak anayasanın 21. maddesi ‘antidemokratik’ siyasi partilerin kapatılmasını mümkün kılan düzenlemeleri bulundururken, 9.madde yine ‘antidemokratik’ sivil toplum örgütlerinin yasaklanmasına imkan tanır. Bununla da yetinilmez ve 18. madde liberal demokratik düzeni tehdit edecek şekilde anayasal haklarını suistimal eden bireylerin bireysel özgürlüklerinin sınırlandırılmasından bahseder. Son olarak belki de militan demokrasinin en çarpıcı göstergesi olarak görebileceğimiz 20. maddenin 4. fıkrasında her Alman vatandaşına anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs eden, kamu otoriteleri dahil, herkese karşı direnme hakkı tanınmasıdır.
Alman profesör Karl Loewenstein 1937 yılında bir makalesinde şu cümleyi yazar: “Eğer demokrasi tarihsel sürecini tamamlamadığına eminse, sadece güç elde etmeyi kendine amaç edinmiş bir tekniğe karşı savaşmalıdır... Ateşe karşı ateşle karşılık vermelidir.” Bu şekilde hararetli bir demokrasi savunması için tabii güçlü bir ulusal bilinç gereklidir. Almanlar tarihsel deneyimlerinden ötürü tam da bu noktada yoğurdu üfleyerek yiyorlar; nazizmi çağrıştırmayacak ama aynı zamanda milli birliği tahsis edecek formulü 1959’da Dolf Sternberger ‘staatsbewustein’, devlete bağlılık bilinci olarak şekillendiriyor. Irkçılığa dayanan aşırı milliyetçiliğin yerini anayasal yurtseverlikle doldurarak demokrasiyi koruma tutkusunu içselleştirmiş bir ulus yaratıyorlar.
Film gerçek oldu
‘En Büyük Korku’ (The Sum of All Fears) filmi, Tom Clancy’nin aynı isimli romanından uyarlanan, zengin ve yaşlı bir Alman aristokratın Avrupa’daki aşırı sağcı örgütlerle işbirliği içinde dünyayı bir nükleer savaşın eşiğine getirerek iktidara gelme teşebbüsünü konu alır. Rusya ile ABD’yi birbiriyle savaşmaya itecek olaylar silsilesini tetikleyen neo-naziler, süper güçlerin birbirini yoketmesini hedefleyerek oluşacak boşlukta faşist bir dünya düzeni kurmayı amaçlarlar. Kahramannımız Jack Ryan son anda bu komployu ortaya çıkararak dünyayı bu felaket senaryosundan kurtarır.
Hitler’in darbe teşebbüsü
1923 yılında ‘birahane darbesi’ olarak adlandırılan hükümeti devirme teşebbüsünün lideri Adolf Hitler yaklaşık 3 bin Nazi Partisi üyesiyle Münih’te bir ayaklanma başlatır. Bir birahaneden hükümet binasına (Feldherrnhalle) doğru yürüyüşe çıkan Naziler Münih polisi tarafından durdurulur. Polis ve ordudan beklediği desteği göremeyen Hitler tutuklanarak cezaevine konur, vatana ihanetten yargılanır. Son yaşanan olayın ne kadar önemli olduğunu anlamamız için tarihe bakmamız yeterlidir...