18.06.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
KADRİ GÜRSEL Lefkoşa
KKTC’de laik karakteri belirgin “Kıbrıslı Türk” kimliğinin son yıllarda Ankara’dan yönelen bir muhafazakârlaştırma baskısı altına alınmış olduğu, Türkiyeli gazetecilerin adayı ziyaret ettiklerinde genellikle yüz yüze geldikleri bir “tema”...
Dolaylı baskı ya da özendirme yoluyla teşvik edilen cami inşaatları, okul çağındaki çocukların adadan Türkiye’ye dini eğitim amaçlı yaz kamplarına gönderilmesi için sürdürülen faaliyetler ve nihayet son olarak 2012-13 sezonunda açılması planlanan “Diyanet Koleji”yle önümüzdeki günlerde temeli atılması beklenen “külliye”...
“Kıbrıslı Türk” imam açığını kapatmak gerekçesiyle “Türkiyeli imamlar”ın son yıllarda KKTC’ye artan sayıda tayin edilmeleri de bu tartışmaların bir parçası. “Türkiyeli imamlar” adanın kültür ve kimliğine yabancı oluşlarının yanı sıra Ankara’nın söz konusu muhafazakârlaştırma gündemini uyguladıkları iddiasıyla da muhalefetin tepkisini çekiyorlar.
Cenaze namazı için imam yok
İşte bu konular KKTC kamuoyunun, özellikle de “Kıbrıslı Türk” kimliğine hassas kesiminin gündeminde.
Dolayısıyla, Lefkoşa’daki çalışma ofisinde Türkiye’den gelen bir grup gazeteciyi kabul eden KKTC’nin 2’nci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a, “Türkiye kaynaklı muhafazakârlaştırma faaliyetleri” hakkındaki görüşleri de soruldu. Talat bu sorulara verdiği cevap, Cumhuriyetçi Türk Partisi iktidarı döneminin özeleştirisi niteliğindeydi:
“İmamlar meselesi bizim kanayan yaramızdır ve bu sorunun çözülememiş olmasının nedeni soldur. Cenaze namazı kıldıracak bir Kıbrıslı Türk imam yok. Bu bir sorundur. Bunu biz çözmeliydik. Bunu altı yılda yapabilirdik. Takıntılarımıza boğulduk ve yapamadık.”
Talat’ın diğer sorulara verdiği cevaplar aşağıdaki başlıklar altında toplanıyor: Türkler asimile oluyor
MUHAFAZAKARLAŞTIRMA: “Kıbrıs köktendinci bir yapıya gelmez. Suyu, havası, ada oluşu Kıbrıs’ta daha esnek bir yapı yaratır. Kıbrıs Türküne toplum mühendisliği yürümez buralarda. Türkiye’den gelenler asimile oluyorlar zaten. Doku bozuluyor ama bu dokunun bozulması çözümsüzlüğün getirdiği moral bozukluğundan. Çözüm olmazsa Kıbrıs Türkü eriyecek.”
ANKARA KIBRIS SORUNUNA İLGİSİZ: “Ankara’nın çok fazla ilgisi yok Kıbrıs sorununa. Çünkü Kıbrıs sorunu yok. Çünkü müzakere yok. Olmadı çünkü. 2010’dan sonra yavaş yavaş söndü. Sürecin öldürülmesinin nedeni Türk tarafının sürükleyici olmaktan çıkmasıdır. Uluslararası camia tek başına ne yapabilir burada bir kıvılcım yoksa? Çözüm yönündeki çabalar, diriltme yönündeki motivasyon kuzey Kıbrıs’tan gelebilir.
Rumlar Annan Planı’nı çağrıştıracak hiçbir şeyi kabul etmediler. Şeytanileştirmişlerdi. Annan Planı’nın lafını geçirmediler. Rum tarafı toplum olarak da hazır değildi. Bu yüzden Hristofyas da sürdüremedi.”
ilişkilerin en kötü dönemi
VESAYET REJİMİ: “Çok ciddi bir vesayet rejimi oluştu burada. Bunun nedeni de Türkiye’nin ‘Ben yöneteyim’ iddiası değil, nedeni bu iktidar. ‘Ben neden uğraşayım, fikirler, para Türkiye’den gelsin, ben rahat edeyim’ düşüncesinden kaynaklanıyor. Benim dönemimde böyle değildi. Ben buna fırsat vermedim. O dönem askerin güçlü olduğu dönemdi. Düşünceleri biz üretirdik, kararları biz verirdik ve ikna ederdik. Şimdikiler ‘kararları onlar versin’ diyorlar. Şu an Türkiye ile ilişkiler en kötü dönemini yaşıyor. Sivil topluma, halka inince de, Türkiye’ye karşı tarihte hiç olmadığı kadar eleştiri vardır.”
ERGENEKON VE KIBRIS: “Ergenekon varsa, onun kaynağı buradadır. Türkiye’de dava yürütülecek ve bunun burada devamı olmayacak. Bunu anlayamıyorum. Kıbrıs’ı Ergenekon anlayışı yönetti ve bu anlayış Türkiye’den gelen telkini emir telakki ediyordu. 2004’ten 2010’a kadar bu anlayış kırılmıştı ama halk iradesiyle aynı anlayış geri geldi. Halk bunları seçti; Denktaş-Eroğlu anlayışını... Ergenekon’la ne kadar bağlantıları vardır, bilmiyorum. Belki kendileri organik bir ilişki içinde değillerdir, öyle bir iddiada bulunamam.
Burada gazeteler, partiler bombalandı; gazeteciler öldürüldü. Ergenekon’un dibini ararsak, 1950’lerde, kuruluş yeri burasıdır. Çünkü burada çatışma vardır. Varsa bir ciddiyet (Dava ve operasyonu kastediyor) Kıbrıs’a uzanmazsa eksik kalacağını düşünüyorum.”
Dimitris Hristofyas: Kıbrıs sorununu çözemedik üzgünüm
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’la geçen cuma Lefkoşa’nın güneyindeki Başkanlık Sarayı’nda yaptığımız görüşmenin ikinci ve son bölümünü Rum liderin, adadaki müzakerelerinin Mehmet Ali Talat ve Derviş Eroğlu dönemlerindeki durumuna dair söylediklerine ayırdık.
Kıbrıs Türk tarafını KKTC’nin İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın temsil ettiği 2010’a kadarki dönemde sürdürülen çözüm müzakerelerinde kaydedilen ilerlemeler hakkında Hristofyas’ın ifadeleri şu satır başlarını içeriyordu:
* “Cumhurbaşkanı olduğumda Kıbrıs’ın yeniden birleşeceğini ümit etmiştim. Kıbrıslı dostlarla cumhurbaşkanlığı sarayını paylaşıyor olacağımı umuyordum. Adaylığımı da bu yüzden koydum. Ancak ne yazık ki bu tarihi süreçte sonuca ulaşamadık. Kıbrıs sorununu çözemedik.
Talat döneminde ilerleme kaydettik
* Ben seçildiğimde muhatabım Mehmet Ali Talat’tı. Kendisi eski bir dostumdu ve birlikte yakınlaşma için mücadele ettiğim bir kişilikti. Kıbrıs’ta iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı bir federasyon yönünde mücadele etmişti. Kendisiyle tek egemenliğin, tek vatandaşlığın, tek uluslararası kimliğin bulunduğu iki bölgeli, iki toplumlu federal çözümde hemfikir olduk.
* İki bölgeli federal devlet çatısı altında ülke yönetiminin paylaşılması konusunda hemfikirdik. Bu çözüm zemini BM’de hemfikir olduğumuz bir zemindi. Elbette Talat’la da müzakereler zorlu geçmişti ama kendisi çözüm isteği olan bir insandı.
* Taraflar arasında yakınlaşma olmayan konularda ilerleme kaydetmeyi başarmıştık. Kıbrıs Rum toplumu lideri olarak Kıbrıs Türk tarafının endişelerini dikkate alarak hareket ettik; BM kararları, AB ilke ve değerlerini dikkate alarak inisiyatif üstlendik.
Dönüşümlü başkanlıkta uzlaşmıştık
* Dönüşümlü 6 yıllık başkanlıkta uzlaştık. 4 yıl bir Rum, 2 yıl da bir Türk’ün cumhurbaşkanlığını üstlenmesini önerdik. İki toplumun yüzde 80’e yüzde 20’lik nüfus oranlarını göz önüne alarak önerdik. Bu önerimiz şu önemli öğeyi de içeriyordu: Kıbrıs’ın Türk ve Rum kesimlerinin oyları cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eşit olarak değerlendirilsin, eşit oy uygulaması yapılsın, çapraz oylama ile hem Rum hem de Türkler cumhurbaşkanını ve cumhurbaşkanı yardımcısını seçebilsinler diye düşündük.
* Kapsamlı çözümü de bu zemin üzerinde kurabiliriz diye düşünüyorduk. Tıpkı dört özgürlüğün yer almasını önerdiğimiz gibi: Dolaşım, yerleşim, mesleki icraat ve mülk alım-satımı yahut sermaye dolaşımı serbestisi... Birleşik Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler de Rumlar gibi AB vatandaşları olarak bu dört özgürlüğe sahip olacaklardı.
Ortak yaşamda anlaştık
* Birlikte AB içinde yer alırken her bölgede Kıbrıslıların özgürlüklerinin güvence altına alınması gerekliydi. Bu bölgelerden her birinde nüfus saflığı anlamına gelmiyordu. Bir tarafta sadece Türkler, diğer tarafta sadece Rumlar yaşasın olmazdı. Her iki bölgede her iki toplumun güvence altına alınması gerekiyordu. Bunda da hemfikir olduk.
* Türk yönetimi altında yaşayacak olan Rumların sayısına bir sınır konulması hususunda da hemfikir olduk. Senato üyelerinin seçimi konusunda da hemfikir olduk. Kıbrıslı Türkler nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar Kıbrıs Türk Senato üyelerini seçecekti. Kıbrıslı Rumlar da Kıbrıs Rum senato üyelerini seçecekti. Bu da benim yaptığım bir feragatti.
* Türkçe konuşmayanların da Kıbrıs Türk yönetimi altında yaşayıp ama siyasi haklarını kullanacakları belli bir oranda olmalarını benimsedik. Bunun için de yüzde 33 limitini koyduk. Rum Yönetimi çatısı altında yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısına bakınca zaten yüzde 33 oranına ulaşabilmeleri zordu. Bunun için geçiş dönemi de öngördük. Ben 10 yıllık geçiş dönemi önerdim, Talat 15 yıllık. 13 yılda anlaştık. Bu geçiş döneminde Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk yönetimleri altında tüm siyasi haklar kullanılacak; geçiş dönemi sonrasında ise herkes istediği yerde yaşama ve çalışma hakkına sahip olacaktı.
* Sivil havacılık sahası konusunda da hemfikir olduk. Birleşik tek hava sahası olacaktı. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti Havacılık Dairesi denetimi altında biri kuzey diğeri güneyde olacaktı.”
Hristofyas Eroğlu’ndan şikâyetçi
Kıbrıs Rum lideri, Derviş Eroğlu döneminde müzakerelerin Mehmet Ali Talat ile varılan noktanın gerisine düştüğünü iddia ediyor
“Eroğlu toplum lideri olunca işgal altındaki bölgedeki Türk vatandaşlarına dair Talat’la hemfikir olduklarımız konularda anlaşamadık. Eroğlu bunu Türklere yönelik tehdit olarak kullandı. Türklere ‘Talat Hristofyas’la anlaştı, sizi gönderecek, adada kalmak istiyorsanız beni seçmelisiniz’ dedi. Türkiye partileri de Kıbrıs’ta yoğun kampanya yaptılar. Tüm çarpıtmalara rağmen Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı duyup sonucu kabul ettik. Müzakerelere Eroğlu ile devam etmeyi kabul ettik. BM Genel Sekreteri New York’ta Sayın Talat’ın bıraktığı yerden devam etmeyi kabul edip etmediğimizi defalarca bize sordu. Eroğlu hemfikir olduğunu söyledi. Ama Kıbrıs’a dönünce, tek egemenlik, tek vatandaşlık konusunda hemfikir olmadığını söyledi. Eh o zaman niye BM Genel Sekreterine böyle dedi? Çapraz oylama olması, yönetim başlığı veya hava sahası ile dört özgürlüğe dair anlaşmaları kabul etmeyen bir tutum takındı. Talat’la kısa sürede çözüm beklentisi yaygınlaşmıştı. Oysa Eroğlu altında dörtlü uluslararası konferans ortaya atıldı. Bitiş tarihi ortaya atıldı. Hâlbuki BM ile hemfikir olduğumuz bir konuydu bu. İki toplum liderlerinin anlaşmalarından önce bir konferans toplanmayacağında hemfikir olunmuştu. Erdoğan ‘Dörtlü Konferans’ öneriyordu. Bugün ise BM Genel Sekreteri’nin uluslararası konferans koşullarının oluşmadığını söylemesi tesadüf değil.”