26.05.2023 - 16:28 | Son Güncellenme:
Derleyen: Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - Çizgi filmler çocukluğumuzun iz bırakan anıları arasında başı çekiyor. Kedisinden faresine, tavşanından ördeğine birçok çizgi film karakteri sayesinde hem keyifli vakit geçiren çocuklar diğer yandan da bu yapımların sevgiyi ön plana çıkartan olumlu mesajları sayesinde karakterlere ve büyüdüklerinde hayvanlara karşı sevgi besliyor, sempati duyuyor. Bu çizgi filmler arasında 'ayıcık' denildiğinde akla gelen ilk çizgi film olan 'Winnie The Pooh' ise diğerlerinden ayrı bir yerde duruyor. Bunun sebebi ise aslında gerçek bir hikâyeden yola çıkılması ve bu sevimli ayıcığın aslında gerçekten bir zamanlar yaşamış olması.
Takvimler 24 Ağustos 1914 yılını gösteriyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının üzerinden sadece bir ay geçmiş, dünya daha önce eşi benzeri pek de görülmemiş bir kaosla baş başa kalmıştı. Savaş esnasında Kanadalı bir asker olan Teğmen Harry Colebourn, aynı zamanda bir veterinerdi ve yaptığı yolculuk esnasında dinlenirken gözüne enteresan bir detay çarptı. Hayvanları çok sevdiği için veteriner olmaya karar verdiği günden beri hayvanları belki de insanlardan daha da fazla seven Colebourn'ün karşısında bir avcı vardı ve bu adam elindeki tasmayla bir ayıyı hemen yanı başında tutuyordu. Gördüğü ayı öylesine sevimliydi ki teğmen bu hayvana kayıtsız kalmadı ve onu avcıdan satın alarak kurtardı.
BİRLİĞİN MASKOTU HALİNE GELDİ
Avcıdan satın aldığı sevimli ayıya 'Winnipeg' adını koyan teğmen, hayvanı yanına alarak birliğine götürdü. Winnipeg kısa zamanda savaş boyunca tüm birliğin en büyük neşe ve motivasyon kaynağı haline geldi. Sevimli hayvan ilk andan beri birliğin maskotu haline gelmişti. Bu durum Colebourn'ün görev süresinin tamamlanmasına kadar devam etti. Teğmen, görev süresini doldurduğunda Winnipeg'le birlikte ülkesi İngiltere'ye geri döndü. Ancak işler pek de Colebourn'ün beklediği gibi gelişmedi. Onun hayali Winnipeg'le birlikte uzun yıllar geçirmekti. Fakat Salisbury Plain'de yedi haftalık eğitim sürecini tamamladıktan sonra tekrar cepheye çağrılmasıyla birlikte bütün gelecek planları suya düştü. Winnipeg'i cepheye götüremezdi ve onu bir başkasına emanet etmesi gerekiyordu. Colebourn hiç istemeden de olsa sevimli hayvanı Londra Hayvanat Bahçesi'ne bırakmak zorunda kaldı.
Winnie'den ayrılırken derin bir üzüntü yaşayan Colebourn, hayvanla ne kadar derin bir bağ kurduğunu gün geçtikçe daha da net kavrayacaktı. Her ne kadar Winnipeg'e "Sana söz veriyorum, geri döneceğim" dese de bu sözünü hiçbir zaman tutamadı teğmen. Çünkü Colebourn savaşın çetin şartlarından dolayı bir daha memleketine geri dönemedi. Böylelikle Colebourn'ün, bir avcının elinden kurtardığı Winnipeg'le yolları sonsuza kadar ayrılmış oldu.
YOLU BU KEZ ÜNLÜ YAZARIN OĞLUYLA KESİŞTİ
Günlerini Londra'daki hayvanat bahçesinde geçirmeye başlayan Winnipeg ya da kısa adıyla Winnie için artık yeni bir dönem başlıyordu. Sevimli hayvan, aynı zamanda bir veteriner olan teğmen sayesinde avcının elinden kurtulmuş, fakat kahramanı ile yolları sadece kısa bir süre içinde sona ermişti. Onu bekleyen yeni maceranın henüz farkında değildi. Yolu, babasına sürekli hayvanat bahçesine gitmek istediğini söyleyen Christopher Robin Milne adındaki bir çocukla kesişecekti.
Christopher Robin'in babası günümüzde dahi hatırlanan ünlü yazar A. A. Milne'den başkası değildi. Oğlunun ısrarlı tavrına karşı koyamayan Milne, sonunda minik Christopher Robin'i yanına alarak hayvanat bahçesine gitti. Tıpkı tepmen Colebourn gibi Christopher Robin de Winnie'yi görür görmez büyük bir heyecan duydu.
Sevimli ayının adının Winnie olduğunu öğrenen minik çocuk, hayvanı öylesine çok sevdi ki oyuncak ayısına Winnie'nin adını vermek istedi. Bu ismin yanına çok sevdiği kuğusunun da adını ekleyince ortaya bugün bile birçok kişinin hafızasında taze olan unutulmaz 'Winnie The Pooh' karakteri çıkmış oldu.
ASLINDA İLK BAŞTA YALNIZCA OĞLU İÇİN YAZMAK İSTEDİ
Oğlunun Winnie'ye olan sevgisini, odasındaki oyuncak ayısı sayesinde günden güne yaşatmaya devam ettiğini fark eden A. A. Milne, karşılaştığı durumu sanata dökmeye karar verdi. Oğlu için 'Winnie The Pooh' adında bir öykü kaleme alan yazarın eserine illüstrasyonlar da eşlik etti ve böylelikle 'Winnie The Pooh' bir çocuk kitabı olarak nesilden nesile aktarılan bir hikâyeye dönüştü. 1926 yılında kaleme alınan bu eserde yazar A. A. Milne, çocuğunun oyuncaklarıyla kurduğu bağa olan hayranlığını dile getiriyordu. Oğlunun yarattığı dünyaya hayran kalan yazar aslında ilk başlarda yalnızca minik Christopher Robin'e bir hatıra bırakmak istiyordu. Ancak kaleme aldığı eserin gücünü yakın çevresiyle fark eden yazar daha sonra hikâyenin illüstrasyonlarla zenginleştiğini görünce hikâyenin dünyadaki milyonlarca çocuğa ışık olabileceğini kabul etmiş oldu. E. H. Shepard adlı illüstratör arkadaşı sayesinde günümüzdeki unutulmaz Winnie The Pooh karakteri de adeta ete kemiğe bürünüyor, hikâyenin kilit ismi teğmen Coulbourn'e bir nevi selam yolluyordu.
Aynı zamanda yazar A. A. Milne'in de yakın arkadaşı olan çizer E. H. Shepard, ilk başlarda birçok çocuk için oldukça faydalı bir şey yaptığını düşünerek çorbada tuzu olmasından ötürü büyük bir mutluluk duyuyordu. Ancak hikâyenin her geçen gün daha da popülerleşmesi ve popüler kültür içinde kendine hatırı sayılır bir yer edinmesi zaman içinde illüstratör Shepard'a rahatsızlık vermeye başladı.
Christopher Robin'in çizgi roman ve beraberinde çizgi film olma serüveni bu şekilde başlamış oldu. Babasının onun için yaptığı jest o günlerde çok kıymet görse de, hatta kitabın ilk serisi yüz binleri devirse de işler daha sonra pek de yolunda gitmedi. 1926 yılında başlayan 'Winnie The Pooh' serisinin yolculuğu 1927'de 'Now We Are Six' ve 1928’de 'The House at Pooh Corner' kitaplarıyla devam etti. Artık Christopher Robin ve babasını herkes tanımıştı. Hatta iş bambaşka bir boyuta ulaşmış, kitabın yazarı bile oğlu Christopher Robin'in gölgesinde kalmıştı.
BABASININ VERDİĞİ KARAR HAYATININ DÖNÜM NOKTASI OLDU
Minik Christopher Robin mizacından mı yoksa henüz çocuk olmasından mı hâlâ bilinmese de kendisine gösterilen büyük ilgiden pek de mutlu değildi. Üstelik ailede de işler yolunda gitmiyordu. Minik çocuğun annesi çok kısa bir zaman içinde ani bir ölümle hayatını kaybedince Christopher Robin ve yazar babası A. A. Milne büyük bir şok içine girdi. Oğlunun psikolojisini önemseyen baba, minik Christopher Robin'i ev ortamından uzaklaşması için onu bir yatılı okula yazdırdı. İşte Christopher Robin için bu karar da aslında önemli bir dönüm noktası oldu.
Babası onun daha sağlıklı büyüyeceğini düşünse de işler pek de minik çocuk lehine ilerlemedi. Minik çocuk gittiği okulda herkes tarafından tanınıyordu. Ancak ona gösterilen bu ilginin arkasında masum bir sevgiden çok zorba tavırlar vardı. Etrafındaki tüm çocuklar onunla ve o dönemde dahi yavaş yavaş üretilmeye başlanan Winnie The Pooh oyuncaklarıyla dalga geçmeye başladı. Üstelik yaşanan bu acı süreçten babası da bihaberdi. Oğlunun güvende olduğunu düşünen yazar baba, Christopher Robin'in gittiği okulu ziyarete gitmiyordu. Ülke çapında büyük bir şöhrete kavuşsa da minik Christopher Robin, arkadaşları tarafından dışlanmış, üstelik babası tarafından ihmal edilmişti. Zaman içerisinde içine düştüğü yalnızlık ve sevgisizlik yüzünden giderek daha da hırçınlaşmaya başlayan Christopher Robin için Winnie hikâyesi kocaman bir kâbusa dönüşmüştü.
KİTABIN ADINI BİLE DUYMAYA TAHAMMÜLÜ YOKTU
Babasının onun için yazdığını söylediği Winnie The Pooh serisi artık onun için bir sorundu. Kitabın adını bile duymak istemiyordu. Üniversite dönemine kadar bu şekilde ilerleyen süreç, sonrasında ise daha da farklı bir hal aldı. Babasıyla zaman içerisinde çok nadir görüşmeye başlayan Christopher Robin, kendisini onu tanımayanlara tanıtırken çoğunlukla başka isimler kullanmayı tercih ediyordu. Masalsı başlayan çocukluk dönemi travmalarla devam etmişti. Babası ise öykünün dünya çapında gördüğü ilgi nedeniyle servetine servet katmış, hatta Disney ile yapılan anlaşmalar ve kitaplardan elde ettiği gelirler sayesinde aklının ucuna bile gelmeyecek kadar zenginliğe kavuşmuştu.
BABASININ MİRASINI KABUL ETMEDİ
Babasının ne denli zengin olduğunu bilen Christopher Robin ise kendi ayaklarının üzerinde durmaya kararlıydı. Babasından neredeyse hiçbir destek almadan yaşamaya karar veren genç adam, yazar öldüğünde ondan kendisine kalan mirası dahi kabul etmedi. Çocukken çok sevse de zaman içerisinde kendisine derin bir acı vermeye başlayan oyuncaklarını ise New York Halk Kütüphanesi'ne bağışladı. Çocukluğuna dair bir hatıra görmek onun için ızdırap vericiydi.
Günümüzde her ne kadar Winnie The Pooh serisini büyük bir tebessümle izlesek ya da hatırlasak da unutulmaz öykünün arka planında yaşananları bilenler için hikâye aslında oldukça travmatik bir geçmişe sahip. Tüm dünya Winnie The Pooh sayesinde ayıların da tıpkı diğer hayvanlar ve insanlar gibi birer can taşıdığını, ne kadar güçlü ve vahşi gözükürlerse gözüksünler birçok hayvan gibi içlerinde temiz ve saf bir sevgi beslediğini gayet iyi biliyor.
Winnie The Pooh'un içindeki sevgi kuşaktan kuşağa birçok çocuğa ve yetişkine çok iyi gelse de hikâyenin gerçek kahramanı Christopher Robin için ise kocaman bir travma. Belki Winnie The Pooh bizlere iyi geldiği kadar Christopher Robin'e o kadar da iyi gelmemiş olabilir. Ama en nihayetinde kusursuzu kusursuz yapan kusurun ta kendisi değil mi?