04.12.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - “Louis, bence bu güzel bir arkadaşlığın başlangıcı”... Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch bu cümleyi yazarken bir efsanenin başlangıcına imza attıklarının farkındalar mıydı bilmem ama “Kazablanka”, 80 yıldır izlenmeye doyulamayan film olarak tarihe geçti. Peki neydi her dönem hiç sıkılmadan Sam’i dinleten seyirciye? Sürükleyici bir senaryosu, yetkin bir yönetmenliği ve harika iki başrol oyuncusu vardı. 1942’de vizyona giren film zaten 1943’te 3 Oscar kazandı. Sinema tarihindeki “sistem çalışıyor” anlayışının belki de en güzel örneğiydi “Kazablanka”. İkiz kardeşler Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch’un yazdığı senaryo incelikli zekâların ürünüydü. Kamera arkasında usta yönetmen Michael Curtiz vardı ki “Kazablanka”dan önce dört kez Oscar’a aday gösterilmişti. La Marseillaise de dahil olmak üzere, İkinci Dünya Savaşı’nın simgesi olmuş müzikleri bir araya getiren Max Steiner’i de bu listeye eklemek gerekiyor. Beyaz perdenin en zarif âşıkları Ingrid Bergman ile Humphrey Bogart’ın efsaneyi yaratmaktaki emekleri büyük olsa da filme katkıda bulunan isimlerin altını çizmek gerekiyor.
Ingrid Bergman, “Kazablanka”nın ünlü sahnesinde piyanist Sam’i oynayan Dooley Wilson’a “Çal Sam, As Time Goes By’ı çal” diyordu.
Düpedüz vatansever
Alman işgali altındaki Kazablanka’da ortamı idare edip yolunu bulmaya çalışan fırsatçı polis şefi Louis Renault’yu canlandıran Claude Rains, bu isimlerin en başında geliyor. Alman kuryeden alınan iki değerli “geçiş mektubuna” sahip karanlık kilit karakter Ugarte rolündeki Peter Lorre’ı da anmadan geçemeyiz. Yer almadığı sahnelerde bile müziğini hissettiğimiz piyanist Sam yani Dooley Wilson’ı hatırlatmaya bile gerek yok. “Kazablanka” tüm bu özellikleriyle konu aldığı İkinci Dünya Savaşı’nın kazanmak gibi efsane bir film olmak için de grup fedakârlığına ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Sanatta en kalıcı modelin formülünün başrol oyuncularının bireysel performanslarının yüksekliğinden ziyade, yetenek ve uygun koşulların birleşimi olduğunu gösteriyor. İyi bir filmin stüdyoda kullanılan teknolojiyle değil, üst düzey zanaatkârların istikrarlı ortak tutkusundan çıktığını ispat ediyor. Ve tarihin bu noktasından baktığımızda film için gösterilen çabalarının toplamı, düpedüz vatansever olduğunu hissettiriyor.
Finali oyuncular bile bilmiyordu
Çek direniş örgütünün lideri Victor Lazlow, Alman toplama kampından kaçarak Kazablanka’ya gelir. Amacı Lizbon’a, oradan da ABD’ye iltica etmektir. Fakat bütün umutları, şans eseri Kazablanka’nın en meşhur gece kulübünün sahibi olan Rick’e bağlanmıştır. Rick, kaçış için gerekli pasaportlara sahip tek kişidir. Öte yandan Victor’un karısı Ilsa, Rick’in bir zamanlar kendisini terk ettiğine inandığı ve kalbinin derinliklerine gömdüğü büyük aşkıdır. Ve işte o son sahne gelir ki hemen söyleyeyim o ana kadar oyuncular bile filmin sonunda ne olacağını bilmiyorlardır. Nihayetinde “As Time Goes By” çalmaya başlar. Ve o soru cevabını bulur: “Aşk mı vatan mı?”