19.10.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Cristina Branco, Portekiz’in hüzünlü fadolarını kendine has bir yorumla seslendiren çağdaş fadistalardan. “Fadonun Kraliçesi” Amalia Rodrigues’ten sonra fadoyu dünyaya tanıtan, fadonun sınırlarını yeniden belirleyen isimlerden. Fadonun yalnızca acı ve çaresizlikten beslenmediğini de gösterdi; çünkü her röportajında ısrarla vurguladığı gibi, fado hayatı anlatıyor ve hayat da sadece acıdan ibaret değil. Branco, 20 yılı aşkın müzikal yolculuğu boyunca Türkiye’ye de birçok kez geldi. İstanbullu fado severlerle bir kez daha buluşmak üzere yarın Cemal Reşit Rey’de sahne alacak. Konser öncesi sorularımızı yanıtladı.
Fado, Portekiz’in geleneksel halk müziği. Bu gelenek içinde siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?
Bu gelenek içindeki yolumu bulabilmek için önce kendime döndüm. Kendime, ne anlatmak istediğime odaklandım. Ve birlikte çalıştığım müzisyen dostlarımla yenilikçi bir yol izlemeye karar verdik. Fado sadece yalnızlık, acı, melankoli değil. Hayattan beslenen bir tür. Kimseyi taklit etmeden, çağdaş ozanların sözleriyle hayatı her yönüyle anlatabilen şarkılar söylemeye gayret ediyorum. Fadoya getirdiğim yenilikçi yorum başta kimilerine değişik gelmişti, özellikle de fadoyu en yalın haliyle sevenlere… Ama müziğim her zaman saygı gördü, insanlar bu farklı sound’a alıştılar. Ben de yeni şeyler deneme cesaretini kendimde buldum.
Caz ve blues dinleyerek büyümüşsünüz. Bu türlerin müziğinizin karakterini belirlemede etkisi oldu mu sizce?
Muhakkak olmuştur. Kendimi bildim bileli evimizde müzik hep vardı ve çok çeşitli türler dinlenirdi. Mesela büyükbabam morna severdi çünkü birkaç yıl Cabo Verde’de yaşamıştı. Annem bebekken ona eski, kreol ninniler söylermiş. Yine Zeca Afonso gibi Portekizli müzisyenleri, Brel ya da Barbara gibi Fransız şarkıcıları, Beatles’ı dinlerdik. Sonra erkek kardeşim de çok albüm almaya başladı. Paul Simon, Pink Floyd, Chico Buarque, Caetano Veloso gibi sanatçıların şarkılarını ayna karşısında saatlerce söylediğimi, şarkılara kendi yorumumu kattığımı anımsıyorum. Dolayısıyla benim fadoya getirmek istediğim yenilikçi yaklaşımda bu müziklerin etkisi büyüktür.
Erkek fado sanatçıları da var elbette ama fado daha çok kadın sesiyle tanınan bir tür. Sizce neden?
Öyle bir algı var evet, fadoyu kadınlara daha çok yakıştırıyorlar. Ama benim çok beğendiğim erkek sesler de var. Örneğin Camane olağanüstü bir fado yorumcusudur, muazzam bir ses rengi vardır. Fadonun sadece acı, özlem, çaresizlik gibi duyguları anlattığı gibi yanlış bir düşünce bu da… Kadın ya da erkek… Önemli olan duyguları dinleyiciye aktarabilmek… Sonuçta insana dair hislerden bahsediyoruz. Ama kadınlar duygularını ifade etme konusunda erkeklere oranla daha açık olabiliyorlar. Belki de bundandır. Yine de böyle genellemeler yapmamak lazım.
Çağdaş Fado sanatçıları arasında en çok kimleri beğeniyorsunuz?
Mariza ve Ana Moura’yı çok seviyorum.
Portekiz’de bugün gençlerin fadoya ilgisini nasıl buluyorsunuz?
Bu sorunuzu müzik sektörünün içinden geçtiği süreci anlayarak yanıtlamak daha doğru sanırım. Her şeyden önce çok hızlı tüketir olduk. Albümlerin orijinalliği ve tazeliği sadece birkaç gün sürüyor. İnsanlar hep daha fazlasını ve farklısını istiyorlar. İnanılmaz bir uyarılma arzusu içindeler. Popülerlik algısı web’te başlıyor, orada bir patlama oluyor ama etkisi çok kısa sürüyor. Bu, asıl amacı müzik olanlar için zorlu bir süreç. Ama fadoyu zannettiğimizden çok fazla insan seviyor ve dinliyor. Sadece Portekiz’de de değil… İskandinav ülkelerinden Asya’ya, Güney Amerika’dan Avrupa’ya uzanan çok geniş bir coğrafyada seviliyor. Ben de geleneksel fadoya getirdiğim yeniliklerle daha fazla genç dinleyiciye ulaşabildiğimi düşünüyorum.
Sizce fado bu anlamda birleştirici gücünü nereden alıyor?
Fadoda anlatılanlar, şarkıların hikâyeleri o kadar hayatın içinden ki… Hepsi insana dair hikâyeler… Ben aslında birbirimizden çok da farklı olmadığımızı anlamamızı istiyorum. Temelde içgüdülerimiz, üzüntülerimiz, neşelerimiz çok benzer. Dolayısıyla nereye gidersem gideyim, şarkıların sözlerini anlamasalar bile dinleyiciler o müziğin tınısından, benim yorumumdan ne demek istediğimi, hangi duygudan söz ettiğimi çok iyi anlıyorlar. Fado, hatta daha genel bir pencereden müzik, insanlara doğrudan ulaştığı, duygularına direkt olarak hitap ettiği için tüm dillerin, ırkların, ülkelerin üzerinde ortak bir dil yaratıyor. İnsanlar arasında duygu köprüleri kuruyor.
İstanbul konserinizde dinleyicileri neler bekliyor?
Konserin genelinde “Menina” ve “Branco” albümlerimden şarkılar olacak. Kendimizle, insanlarla ilgili hikâyeler anlatıp güzel vakit geçireceğiz. Ben aslında birbirimizden çok da farklı olmadığımızı anlamamızı istiyorum. Temelde duygularımız, içgüdülerimiz çok benzer. Benim müziğim birleştirici olmayı ve sevgiyi anlatıyor. Bu nedenle dürüstlük, kültür, bilim, insanlık gibi temel değerlere göndermeler yapacağımız ve bu anları kutlayacağımız konserime herkesi bekliyorum.
“Türk müziğine aşina değilim”
Türkiye’den fadoya en yakın bulduğunuz müzik türü hangisi?
Türk müziğine çok aşina değilim maalesef. Ama yıllar önce İstanbul’a ilk gelişimde akşam geç bir saatte şehre varmıştım ve şehir merkezinde geç bir akşam yemeği yemiştik. Sokaklar insanlarla doluydu ve neredeyse tüm barlarda canlı müzik vardı. Geleneksel folk müziğin cazla harmanlandığı melodiler çalınmıştı kulağıma. Yumuşak ama etkileyici, hayat dolu, çekici bir müzikti.