Cumartesi"Sıradan olamam, tarzım değil"

"Sıradan olamam, tarzım değil"

01.06.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Müfreze" ve "İngiliz Hasta" gibi filmlerle tanınan ünlü aktör Willem Dafoe’nun da oyuncuları arasında bulunduğu New York tiyatro topluluğu The Wooster Group tiyatro festivali için İstanbul’da. Sinemada olduğu gibi tiyatroda da unutulmaz "arızalı" karakterlere hayat veren Dafoe oyunculuğunu özetliyor:

Sıradan olamam, tarzım değil

"Sıradan olamam, tarzım değil"

"Müfreze" ve "İngiliz Hasta" gibi filmlerle tanınan ünlü aktör Willem Dafoe’nun da oyuncuları arasında bulunduğu New York tiyatro topluluğu The Wooster Group tiyatro festivali için İstanbul’da. Sinemada olduğu gibi tiyatroda da unutulmaz "arızalı" karakterlere hayat veren Dafoe oyunculuğunu özetliyor:

Mefaret Aktaş

İstanbul Tiyatro Festivali’nin bu yılki en önemli konukları 25 yıldan fazla geçmişiyle Amerikan tiyatrosunda bir ekol olan deneysel tiyatro topluluğu The Wooster Group. Topluluk festivalde "Bu Atış Sana, Birdie" (To You, The Birdie!) adlı oyunu sahneleyecek. Elizabeth LeCompte tarafından kurulan The Wooster Group’un iki büyük kozu var. Topluluğun belkemiği Amerikan modern tiyatrosunun en usta oyuncularından Kate Valk. Diğeri ise tüm dünyada çok daha fazla tanınıyor. Çünkü o bir Hollywood yıldızı. Grubun kurucusu LeCompte’un da kocası olan ünlü aktör Willem Dafoe. Bugüne dek "Günaha Son Çağrı"dan "İngiliz Hasta"ya, "Müfreze"den "Amerikan Sapığı"na, "Vahşi Kalpleröden "Basquiatöya pek çok dev yapımda unutulmaz portreler çizdi. Başrollerde de çok iyi ama iki kez En İyi Yardımcı Aktör ("Müfreze" ve "Vampirin Gölgesi") dalında Oscar’a aday olan Dafoe esasen sinemanın gördüğü en iyi karakter oyuncularından. Sinema tarihine şimdiden "most predictably unpredictable" ("tahmin edilemez olacağı en tahmin edilebilir" olarak çevrilebilir) aktör olarak geçti.
The Wooster Grup’un İstanbul ziyareti 20’den fazla ülkeyi kapsayan bir turun parçası. Oyunlarını burada 4 gün sahneleyecekler ama yaklaşık 15 gün Türkiye’de kalacaklar. Zaten İstanbul’a ailece gelmiş Dafoe’lar. Kaldıkları otelde aşağıdaki röportaj yapılırken 20 yaşındaki oğulları Jack de etraftaydı. Bol bol gezmek, hatta Güney kıyılarına inmek istiyorlar. Dafoe çekilen fotoğrafların yeterli olduğuna karar verince "Ama siz belki de bir daha hiç buraya gelmeyeceksiniz arşivimizde birkaç fotoğraf olmalı" dedim. Cevabı "Emin ol, kesinlikle bir daha geleceğim" oldu.

Türkiye’ye ilk gelişiniz mi? Türkiye hakkında bir şey biliyor muydunuz?
Willem Dafoe: Evet, ilk kez geliyorum. Herkesin bildiği genel şeyler dışında pek bir şey bilmiyordum açıkçası. Çünkü New York’ta yaşayan çok az Türk var, hiç Türk tanıyamadım.

New York’ta çok Türk var aslında (Dafoe inat etti, etraftakilere New York’ta hiç Türk tanıyıp tanımadıklarını soruyor). Sinema ile tiyatro arasındaki en büyük farklardan biri de dünyanın çeşitli yerlerinden gördükleri ilgiyle ilgili. Sevilen film tüm dünyada sevilir. Ama tiyatroda beğeniler her ülkeye göre değişir. Neden?
W.D.: Bence sinemada da değişiyor. Ama tiyatroda her şey oynadığınız yer, oyunu sunuş şekliniz ve seyircinin sizden beklentilerine bağlı. Özellikle dille çok ilgili. Gittiğiniz ülkenin insanları İngilizce konusunda kendilerine rahat hissetmiyorlarsa, başka şeylere odaklanıyorlar. Tabii ki bunu sahnedeyken anlayabiliyoruz.
Kate Valk: Willem’le seyahat etmek ve oynamak her zaman çok ilginç. Çünkü insanların oyununuza bakışı da Amerikan sinemasına bakışlarıyla ilgili olarak değişiyor. Amerikan sinemasını seviyorlarsa oyuna da daha çok ilgi gösteriyorlar, ya da tam aksi. Ne olacağını bilemiyorsunuz.

Peki ben "To You, The Birdie"yi izlediğimde anlayabilecek miyim?
W.D.: Kesinlikle çok kolay olacaktır sizin için. Hikaye çok açık zaten.
K.V.: "Phedre"yi biliyorsunuz, o yüzden kesinlikle çok eğleneceksinız.

Oyunla ilgili bir eleştiride yazar "Dafoe sonunda Theseaus rolünde sahneye çıkıp maceralarını anlatmaya başladığında yaptığı konuşma, "Örümcek Adamödaki eğlenceli Green Goblin rolünün izlerini taşıyor" diyordu. Nasıl bir benzerlik var?
W.D.: (Şaşırıyor) Bunu nereden okudunuz? Sanırım bu aslında bir röportajımızdan yola çıkılarak yazılmış. Şöyle ki, ben bir filmde çalışmak için uzaklarda olduğum zaman, mesela "Örümcek Adamöda, Liz de bir oyunda mesela "Phedre" üzerinde çalışıyor oluyor. Ben doğal olarak uzun zaman bu projeye dahil olamıyorum. Ve döndüğümde gruba da dönmüş oluyorum. Tıpkı Thesaus gibi. Oyunda da Thesaus uzun zaman yok ve tam oyunun sonunda herkesin hayatına giriyor.

Phedra bir Yunan tragedyası sizin oyununuzda bir soap opera’ya (pembe diziler) dönüştürülüyor. Büyük Yunan tragedyalarıyla bu tip pembe diziler arasındaki benzerliği mi ilginç buldunuz?
Elizabeth LeCompte: Biz Racine’in "Phedre"sini alıp bir pembe diziye dönüştürmedik tabii. Biz Paul Schmidt’in modern bir Phedra adaptasyonunu oynuyoruz ve o da bir pembe dizi gibi.
W.D.: Bu onun doğasında var. Trajediler, mesela konuşma şekilleri anlamında, çok benziyorlar pembe diziler ve trajegedyalar...
Kim ödül almak istemez?

New York gibi bir şehirde yaşamak sanatınızı nasıl etkiliyor?
W.D.: New York her şey demek.
K.V.: Başka bir yerde yaşasaydık kesinlikle çok başka işler çıkarırdık.

Kadronuz sık sık değişiyor mu?
K.V: Çekirdek kadro genellikle aynı. Her proje için yeni insanlar katılıyor.

Bu toplulukta birlikte çalıştığınız aktörler zor mu?
E.L.: (Dafoe’yu gösteriyor) E tabii hepsi böyle olunca işiniz zor oluyor.
W.D.: (Gülmekten konuşamıyor.)
K.V: Zor. Çünkü herkesin metotları, tarzı farklı. Mesela Willem bir sinema oyuncusu. Biz tüm sanatçıların bağlı kalması gereken bir metot kullanmıyoruz. Performansınız için takip etmeniz gereken bir metin yok. Bizde yetenek ve beceri spektrumu çok geniş. Aslında performans sanatçısı olan -ya da olmayan- bir teknisyen görünmez bir şekilde bir anda "performer" -ya da çok iyi "performer"- olabiliyor. Bu cesaretimizin ve aldığımız zevkin bir parçası.

Sizin bir projeye kafanızda bir senaryodan çok bir set taslağıyla başladığınız biliniyor. Bu doğru mu?
E.L.: Çok iyi bir soru bu. Set önemli benim için. Ama aslında en başta yalnızca bir fikirle başlıyorum. Senaryo ve set birbirini tamamlıyor.

Sinemada ya da tiyatroda ödüllendirilmek sizi ilgilendiriyor mu?
E.L.: (LeCompte’un tiyatroda sayısız hayatboyu başarı ödülü var) Bende çok var, koleksiyon yapıp, cilalıyorum onları.
K.V.: Kim ödülü sevmez ki? Robert DeNiro mu? Yok canım. Ben tüm ödülleri istiyorum ama gidip almak zorunda kalmak istemiyorum.

İki kez Oscar’a aday oldu
Siz iki kez Oscar’a aday oldunuz ama alamadınız... Ne hissediyorsunuz? Ödül almak ilgilendiriyor mu sizi?
W.D.: Kimi ilgilendirmez ki? Evet "alamadım". Alamadım işte. Bebek gibi... Bir Oscar’ım bile olamadı. (Gülüyor) Ben Kate ve Liz’in tüm ödülleri toplamasını istiyorum.

Son filmlerinizden "Şehrin Azizleri" Türk televizyonlarında sık gösteriliyor. Bana sinemadaki en teatral performansınız bu filmdeymiş gibi geliyor. Ne düşünüyorsunuz?
W.D.: Ben öyle görmüyorum. Ama sinemada teatral olmayı seviyorum. Naturalizm bence sinemayı kısıtlıyor.
E.L.: Asıl "Örümcek Adamödaki Green Goblin rolü Willem’in en teatral rolü bence.

Bir de "Vampirin Gölgesi"ndeki Max Schreck var...
W.D.: Tabii o da var. Teatral roller beni her zaman daha çok çekmiştir.

Kariyerinizde benzeri görülmedi ama bir gün sıradan bir adamı, çocuk büyüten, aşık olan bir adamı oynayacak mısınız?
W.D.: Oynayabilirim tabii ama tarzım değil.
K.V.: Willem kendisi hiç sıradan bir adam değil ki ama kim bilir belki sonra oynar. O sıradan bir adamı oynasa kimse inanmaz ki.
W.D.: Bu kızlar (Liz ve Kate’ten bahsediyor) bana karşı o kadar inceler ki!




CUMARTESİ