Cumartesi“Sevgiye bin yıl sonra da ihtiyacımız olacak”

“Sevgiye bin yıl sonra da ihtiyacımız olacak”

27.10.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Doğan Kitap’tan çıkan “Sessizlik” kitabı vesilesiyle buluştuğumuz Engin Akyürek teknoloji ne kadar hayatımıza girse de ihtiyaç duyduğumuz şeylerin değişmediğini söylüyor: “Sevgiye, aşka, merhamete bin yıl sonra da ihtiyacımız olacak”

“Sevgiye bin yıl sonra da ihtiyacımız  olacak”

Engin Akyürek, hayran kitlesi Türkiye sınırlarını aşıp geniş bir coğrafyaya yayılan oyunculardan. Bugüne dek yer aldığı dizi ve filmlerdeki karakterlerle seyirciye ulaştı, şimdi ise farklı bir yolda karşımıza çıkıyor: 22 yaşından bu yana dönem dönem yazdığı ve büyük bölümü daha önce Kafasına Göre dergisinde yayımlanan hikayelerinden oluşan “Sessizlik” kitabıyla. Yazmak ve oynamak arasında çok da kalın çizgiler olmadığını söylüyor. Çocukluk vurgusunun öne çıktığı hikayeleri için, “Meseleye çocuk gözüyle bakabilmek çok kıymetli” diyor, yetişkinliğe doğru evrilen süreçteki dinamikleri kendine dert ediyor. Akyürek’le Doğan Kitap’tan çıkan “Sessizlik” kitabı vesilesiyle bir araya geldik, “yazma derdini” konuştuk.

Haberin Devamı

- Kitapta 21 öykünüz var, hangileri daha önce yayımlanmayanlar?

“Kiraz Ağacı” ve “Bence de Sefa” kitap için yazdığım öyküler. Bunun dışındakiler Kafasına Göre dergisinde yayımlanmıştı; birikti ve kitap yapmak istedik.

- Derginin kurucularından mısınız?

Hayır, sadece Ankara’dan çok yakın arkadaşlarımın çıkardığı bir dergi. Ben de dışarıdan bir göz olarak elimden geldiğince katkı sağlamaya çalışıyorum.

- Hep yazıyor muydunuz, dergicilikle birlikte mi başladı?

Derginin ilk sayısındaki öyküyü 22 yaşında yazmıştım. Zamanla yazma faaliyetini bir matematiğe oturttum. Başta her sayıya yazmak gibi bir iddiam yoktu, yazdıkça içinde olmak istedim.

- Yazdıklarınızda zamanla nasıl bir dönüşüm gözlemliyorsunuz?

Haberin Devamı

Aslında özü değişmiyor. Sadece hayat tecrübenizle, öğrendiklerinizle dili daha doğru kullanmaya çalışıyorsunuz, bazı noktalarda daha emin yazıyorsunuz ama olaylara yaklaşım biçiminiz değişmiyor.

- Hikayelerde çocukluk, arkadaşlık, aşk temaları karşımıza çıkıyor. Bunlar da değişmiyor galiba?

Tabii çocukluk çok ciddi bir hazine. Bu kitabın konsepti biraz böyle oldu; çocukluk, bugün ve yaşlılığa atıfta bulunan üçlü bir katman var. Bugünün anlatıcısının bir çocuk gözüyle meseleye bakabilmesi bana çok kıymetli geliyor. Belki ben de biraz o çocukla o yolculuğa çıkmak istedim. Çocuklukta kendimce yakaladığım renkleri, tatları paylaşmak istedim. Zaten onları bugüne taşıdığınızda ve belki hayatımızda şu an var olmayan birçok şey üzerinden bunu karşılaştırdığınızda da bir hikaye oluşuyor. Çıkış noktası buydu... Ne bileyim; çeşmeden su içebilen bir çocukken damacanadan su içen bir yetişkinliğe giden süreç bana bir hikaye anlatıyor.

- Bu dönüşüm bizi nasıl bir yere taşıdı?

Teknoloji bir yandan çok kıymetli; hayatımızı olağanüstü kolaylaştırıyor ama örneğin misket oynamak, top oynamak benim çocukluğumun en önemli sosyalleşme aracıydı. Bugün apartman arasında büyüyen bir çocuğun halı saha olmasa top oynayabileceği boş bir arazi yok. Boş arazi top oynadığın, eğlendiğin, sosyalleştiğin ve tüm arkadaşlık ilişkilerini deneyimlediğin yer demektir. Teknolojiyi hayatımıza dahil ederken bunları devam ettirmeyi ihmal etmeyelim diye düşünüyorum. İnsan insan sonuçta; ihtiyaç duyduğumuz şeyler değişmiyor ki... Sevgiye, aşka, merhamete, çocuksu duygulara bin yıl önce de ihtiyacımız vardı, bin yıl sonra da ihtiyacımız olacak.

Haberin Devamı

- Bugün bunları anlatmanın etkisi ne oluyor?

Meselelere o duyarlılıkla yaklaşabiliyor muyum... Filtreli miyim, ne kadar samimiyim sorularının bir özeti gibi benim için. Bir şeyin peşinden gidebilmek, koşulsuzca sevebilmek... Bunlar bazen kendimizle yüzleşmemizi sağlayan şeyler oluyor. Ben bunu çocukluktaki anlar üzerinden, daha naif bir yolla anlatmayı tercih ettim; yoksa başka bir yöntemle de anlatılabilirdi tabii. Biraz da okuyanlar kendi dünyalarında bunu tamamlayacak.

- Yazdıklarınız ne kadar örtüşüyor yaşadıklarınızla?

Hepsi kurmaca, hiçbir olay birebir yaşanmadı ama durumlar ve duygular yaşandı tabii ki. Aslında oyunculuk da böyledir ya; bir şeyi oynarken ya da yazarken illa onu yaşamanız ya da yaşananlara şahit olmanız gerekmiyor. Mesele o duyguyu anlayabilmek. Muhakkak o ana dair bir duyguyu yaşamışsınızdır, mesele empati kurabilmek, aktarabilmek.

Haberin Devamı

- Kitapta hikayelere eşlik eden bazı çizimler de var, onlar da size mi ait?

Hayır, Nalan Alaca diye çok sevdiğim bir çizere ait. Çok naif çizgileri var, bir tat veriyor, yumuşatıyor.

- Kitap yurtdışındaki takipçileriniz için çevrilecek mi?

Başta İspanyolcaya çevrilmesini planlıyoruz; sonra başka dillere de çevrilecek diye biliyorum.

- Oyuncusunuz, tarih mezunusunuz ve edebiyatla ilgilisiniz. Bunlar nerede kesişiyor?

Oyunculukla yazmak arasında bir bağ var her zaman. Oyuncu kelimelere dökmez ama kendi kafasında, oynadığı karakterin yaşadıklarını görsel hafızasına kaydetmek durumundadır. Tarih de baktığınızda içinde hem hikaye barındırıyor ve hem de neden-sonuç ilişkisi. Geçmişte ne yaşandığını bilmeniz ve bugün yaşananlar üzerine neler olabileceği üzerine kafa yorabilmeniz gerekir. Tıpkı oyunculukta olduğu gibi. Hepsi birbirine değiyor bu anlamda.

Haberin Devamı

- Yakın tarihe dair ilgi duyduğunuz belli bir dönem var mı?

İstanbul’un özellikle göç almaya başladığı ‘50’li yıllara ilişkin bir hikaye var hayalimde. İstanbul’un o dönem fotoğrafları da çok sinematografik geliyor. Burada bir hayat var ama ülkenin her yanından insanlar geliyor, birbirine karışıyor, bir çatışma da var. Bize hep köyden gelip İstanbul’da kaybolma ve masumiyetini yitirme hikayeleri anlatıldı, oysa entegre olanlar da var.

“Sevgiye bin yıl sonra da ihtiyacımız  olacak”

“Hasan Ali Toptaş bana sinmiştir”

- Paul Auster sevdiğiniz biliniyor, başka kimler var favori yazar listenizde?

Türkiye edebiyatından Hasan Ali Toptaş’ı gerçekten çok beğenerek okurum. Yazdıkları bana ufak ufak sinmiştir. Türkçeyi çok iyi kullanabilen, yaşayan bir efsane diye düşünüyorum. Ankaralıdır da. Ortaokulda keşfetmiştim. Sezgin Kaymaz, o da Ankaralı, çok iyi bir edebiyatçıdır. Bunlar yereli evrensele ulaştırabilen yazarlar diye düşünüyorum. Okuduğumda hissettiğim şey, katıksız, güçlü bir Türkçe. Orhan Pamuk’u da çok severim, müthiş detaycı bir kalem. Aslı Erdoğan’ın öykülerini severim. Buket Uzuner’i severim; doğaya, insana duyarlılığı çok kıymetlidir.

- Sosyal medyada yoksunuz, neden?

Belki olurum bilmiyorum. Böyle bir ihtiyaç hissetmedim. Bunun da tanınmakla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Bu işi yapmasaydım da yine açmazdım gibi geliyor. Hayatıma dair bir anı paylaşmak istemem, paylaşacaksam da o çok özel bir an olmaz, bilmiyorum. Bunlar da öyle çok kalın çizgiler değil esasında.

“Paylaştıkça daha çok tat veriyor”

- Kitabın gelirini de Darüşşafaka’ya bağışlıyorsunuz...

Geçen yıl sağolsun beni takip eden arkadaşlar doğumgünüme istinaden bir bağış toplamışlardı ve bir kısmıyla bir araya geldik Darüşşafaka’da. Neler yaptıklarını detaylı öğrenince bu ülke için ne kadar önemli bir kurum olduğunu anladım. Buna katkı sağlamak istedim. Paylaşmak çok güzel, paylaştıkça bu bahsettiğimiz şeylerin tadını daha iyi alıyoruz diye düşünüyorum. Sertlik yumuşar, hız da azalır, misketlerini paylaşan çocuğa döneriz.

“Sevgiye bin yıl sonra da ihtiyacımız  olacak”