11.03.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Onunla buluşmadan bir gece önce izleme fırsatı bulmuştum filmi. Tıpkı "Babam ve Oğlum" filminde olduğu gibi bir kez daha hayran kaldım Dikinciler'in performansına. Nâzım Hikmet'e olan fiziki benzerliğin dışında, büyük şaire ruh veren oyunuyla da büyüleyiciydi... Yetkin Dikinciler ile tanışmak, sanki yepyeni bir maceraya yelken açmak gibi. Her şeyden önce karşınızda bir dev varken konuşabilmek o kadar kolay değil. Üstelik sadece neredeyse iki metrelik boyu yüzünden değil, aynı zamanda insanın içine işleyen mavi bakışları, ruhunuza terapi gibi gelen yumuşacık sesi ve sorularıma verdiği içten cevaplardaki kocaman kalbiyle de o gerçek bir dev. Belki de bu yüzden ben de herkes gibi çok yakıştırdım ona "Mavi Gözlü Dev" filmindeki Nâzım Hikmet rolünü. Metin Belgin incelemem için senaryoyu bana ilk verdiğinde, beni Nâzım Hikmet rolü için düşündüğünü bilmiyordum. Senaryoyu okumaya başlamadan önce projeyi beğenmiştim zaten. Senaryoyu bir günde okuyup hemen aradım Metin'i. "Ne güzel bir şeye niyet etmişsiniz, şimdiden başarılar" dedim. "Bizim Nâzım'ımız olur musun" dedi bana. Bir saniye bile düşünmedim "Olmaz mıyım" dedim. Sonra birdenbire büyük bir değişim yaşadım. Omuzlarıma büyük bir yük bindi. Çünkü herhangi bir rolü oynarken, başarı veya başarısızlık bana ait olabilir. Ama Nâzım'ı oynarken bu filmde Nâzım'a yakışıp yakışmamak sorunsalıyla karşılaştım. "Mavi Gözlü Dev" filminin senaryosu elinize geçtikten sonra olaylar nasıl gelişti? Hayır, hiç korkmadım. Ayrıca bu rolün, hayatımı baştan aşağıya değiştirecek bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Bu rol sadece hayatımda bir yer edinecek, umarım seyircinin gözünde de bir yeri olur diye düşünüyorum. Rolden korktunuz mu yani? Sınıf arkadaşım Devrim Nas'ın annesi Semra teyze, 1991 yılında "Sen ne kadar da çok Nâzım'a benziyorsun, bak buraya yazıyorum, sen bir gün mutlaka Nâzım'ı oynayacaksın" demişti. Şimdi bana "Gördün mü, ilk ben keşfettim seni" diyor, gülüyoruz. Sizi Nâzım'a ilk kim benzetmişti? "Beni zaman zaman Atatürk'e benzetirler" Neden olduğunu bilmiyorum ama zaman zaman Atatürk'e benzetirler. Gençliğini bilenler, tiyatro yolunda ufkumu açan üstadım Müşfik Kenter'e de benzetir. Bir de Işıl Kasapoğlu, Cüneyt Gökçer'e benzetir beni. Ama en çok kendi anneme benziyorum galiba. Başka kimlere benzetirler sizi? Kesinlikle. Biyografiler çok keyifli. Çünkü bir benzerlik gütmek zorundasınız ama onunla yetinemezsiniz. Sadece benzerliğe önem verirseniz çok biçimsel bir şey olur. Benzerliğe önem vermezseniz duyguyu veremezsiniz. Çok bıçak sırtı bir denge bu. Müthiş bir deneyim. Teklif gelirse başka bir biyografide daha rol almak ister misiniz? "Ne zaman ihtiyaç duysam Nâzım yanımdaydı" Nâzım'ın tutsaklığını hissetmek çok zordu. Birkaç günlük oyuncu araştırmalarıyla anlayabileceğiniz bir şey değil. Uzaktan uzağa aşkını korumaya çalışması da öyle... Veya o aşktan vazgeçip başkasına yelken açması da... Bu labirentlerde ben biraz zorlandım. Ama bir süre sonra zorluk, yerini Nâzım'ın şefkatli kollarına bıraktı. Ne zaman ihtiyaç duysam, onu yanımda hissettim. Bir tek şiirindeki bir tek dizesi bile çoğu zaman çok büyük bir rehber olabiliyor insana. Nâzım olmanın en zor yanı neydi? Ben bunu saydığınız zorlukların hiçbirini unutmayarak, arkamda bırakmayarak başarıyorum. Tüm o duygularımı sahneye de taşıyor, gelirken onları da yanımda getiriyorum. Sonra onları sahnede yerli yerine yerleştirerek yeniden yorumluyorum. Benim için hayat ve sanat iç içe yaşanıyor. Oyunculuğun en büyük marifeti hayatınızda yaşadığınız tüm acılara, karmaşaya veya zorluklara rağmen oyun başladı mı veya motor dendi mi her şeyi geride bırakabilmek olsa gerek. Siz bunu nasıl başarıyorsunuz? Kesinlikle, filmin çekim aşamasında hissettiğim şey tam da buydu. Sanki o hiç ölmedi. Her ne kadar hepimiz onun Moskova'da bir mezarı olduğunu bilsek de, bu filmle onun ölmediğini hissettik. Çünkü biz Nâzım'a doyamadık. Dolayısıyla onunla helalleşemedik ve o bu yüzden ölmedi. Pek çok biyografide, kahraman ya ölür ya da ölüm döşeğinde görülür. Sizin filminizde Nâzım ölmüyor. İzleyici aslında onun öldüğünü bilmesine rağmen, bu film bize sanki Nâzım hiç ölmedi ve ölmeyecek hissi veriyor... "İlk görüşte aşk eski bir klişedir" Aşk hiç terk etmez beni. Zaman zaman kalbimin derinliklerinde çok sakladığım bir şey olabilir aşk. Bir kişiye veya bir nesneye duyduğum aşk da olabilir bu. Anemist görüşle eşyaların da ruhu olduğuna inanıyorum. O yüzden de varoluşu oluşturan tüm materyallerin birbiri içinden geçerek yeni bir form kazandığını düşünüyorum. Bu bağlamda baktığımız zaman ben zaten aşkın ta kendisiyim. Nerede bulur aşk sizi? Çok inanıyorum. Ben rol arkadaşlarıma da aşık olurum. Ama bu bireysel bir duygusallık anlamında değil... Ben işimi aşkla yaptığım için, işini aşkla yapanlarla aşk yaşarım. Aşka inanıyorsunuz yani... Bu soru o kadar kapsamlı ki tersinden cevap verme ihtiyacındayım. Bir kafede karşında oturan kişiye aşık olmak, olacak iş değil diyemem. Hayat sürprizlerle doludur, her an her şey olabilir. Ama yeterli değildir. Bu bir buluşma noktasıdır ama yeterli değildir, kucaklaşma da gerekir. Aşk da zaten o kucaklaşmadan sonra başlar. O yüzden ilk görüşte aşk bence bir klişeden ibarettir. Kadın-erkek ilişkisi olarak aşkı nerede ve nasıl yaşarsınız peki? Mesela bir kafede yan masada oturan bir kadına aşık olabilir misiniz? Bazen insanın hayatında duygusal önceliklerine zaman kalmıyor. Ben şu anda hayatımın telaşlı bir evresindeyim. İki tane oyunda oynuyorum, bir sinema filmim ("Sis ve Gece") bitti, bir diğeri ("Mavi Gözlü Dev") vizyona girdi, bir dizi çekiyordum, bir reklam filminde rol aldım, yeni bir projeye hazırlanıyorum yaz için, tabii bir de aileme ayırmam gereken zaman var... Yani şu anda hayatımda aşkın hüküm sürdüğü bir dönem yaşamıyorum. Şu anda aşk sizin hayatınızın neresinde? "En büyük lüksüm huzurum" Sadece tiyatro yaparak yaşamanın imkanı yok. Sadece sanat yaparak tiyatroya devam edebilmek, pek çok şeyden de mahrum kalmak demek. Elimden de başka bir iş gelmiyor. O yüzden mesleğimin başka alanlarını yapmak zorundayım. Belli prensiplerime uyması kaydıyla ben her zaman reklam, televizyon dizisi veya seslendirme gibi işler yapmaya devam edeceğim. Tiyatroculuğunuzu beğenen bazı hayranlarınız televizyon dizileri yapmanızla hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyor... Ben de herkes gibi hayatımı idare edeceğim parayı kazanmaya çalışıyorum. Parayla aranız nasıl? Pastayı severim! Paranın bir ihtiyaç olduğu kesin. Bir zamanlar insanlar yumurta verip karşılığında ne bileyim çarşaf alabilirlermiş. Bu hâlâ bazı köylerde var ama benim değiş tokuş yapacak hiç yumurtam yok. O yüzden de yeteneğimle para kazanıyorum. Standartlarımı hiçbir zaman yükseltmedim. İhtiyaçlarım için çalıştım hep, lüks için değil. Çünkü benim için en büyük lüks, huzur, güven ve sevdiklerimle birlikte mutlu yaşayabilme ihtimalidir. Ekmek parası mı yani? Hiç pasta yemek istemiyor musunuz?