24.08.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
CEYDA ULUKAYA
Beslenme uzmanı ve Milliyet yazarı Dilara Koçak’ı sağlıklı yaşam önerileri ve düşük kalorili tarifleriyle tanıyoruz. Fakat aynı zamanda iflah olmaz bir maceraperest, doğasever ve kamp kadını olduğunu son yıllarda öğrendik. Koçak’ın son durağı geçtiğimiz hafta, Afrika’nın çatısı olarak bilinen 5895 metre yüksekliğindeki Kilimanjaro Dağı oldu. Yedi gün boyunca toplam 97 km yürüyerek Uhuru Zirvesi’ne ulaşan 427 bin 958’inci kişi oldu olmasına ama bu yolculuk, kendi tabiriyle “Kolay olmadı”. Zirveye 250 metre kala nasıl gözyaşlarına boğulduğunu sosyal medya üzerinden takipçileriyle de paylaştı. Koçak’la buluştuk, bu zorlu Kilimanjaro yolculuğundan neler öğrendiğini dinledik.
Nasıl karar verdiniz Kilimanjaro’ya çıkmaya?
Genel olarak doğada uzun yürüyüşler yapmayı çok seviyorum ama bu bir trekking değildi, aşırı yüksek irtifada zirve dağcılığı kabul ediliyor. Zaten yedi yıldır hayat arkadaşımla tatillerimizi genelde macera, adrenalin ve keşif üzerine kuruyoruz. Her yıl giderek çıtayı yükseltiyoruz diyebilirim. Machu Picchu’yla (2430 m) başladık, ardından Galapagos’ta daldık, Bhutan’da Bumdra Trek’e (3900 m) tırmandık. Geçen yıl Grönland’da buzulların içine daldık derken bu yıl niyetimiz Everest’ti. Tatillerimizi genelde bayramla birleştiriyoruz, bayram da ağustos ayına denk gelince Everest Base Camp (5364 m) için uygun olmadı. Biz de Kilimanjaro’yu hedefledik. Nisan ayından itibaren hazırlanmaya başladık.
Ne gibi hazırlıklar yaptınız?
Önce fiziksel olarak başladık. İyi beslenmenin yanı sıra 18-20 km’lik doğa yürüyüşleri gibi uzun antrenmanlar gerekiyordu. Trekking botlarıyla ve ağırlıklarla yürüyüş yapmaya başladık. Çünkü yüksek irtifada üzerinizdeki her bir kıyafet kadar sırt çantanızın, ayakkabınızın ağırlığı da zorlayıcı oluyor. Direnç egzersizleri yaptık. Bir sporcu hekimi ve kardiyolog takibinde olduk. Çünkü yukarı çıktıkça oksijenin azalıp basıncın artması nedeniyle oksijensiz ortama ne kadar dayanabildiğimizin ölçülmesi gerekiyordu.
Ne kadar sürdü hazırlıklar?
Nisanda karar vermiştik, önce işin organizasyonel kısmıyla ilgilendik. Temmuz ayı boyunca da tamamen fiziksel olarak hazırlandık. Artık her yere yürüyerek gitmeye başlamıştım. Bazen İstanbul içinde 20 km yürüdüğüm günler oluyordu
Zirve için kaç km yürüdünüz?
1900 metreden başlayıp 5895’te bitiyorsun. Yaklaşık 4000 metreyi dağın etrafını dolaşarak çıkıyorsun. Daha kısa sürede de çıkabilirsin ama özellikle çıkarmıyorlar çünkü bu yüksek irtifa hastalığına (altitude sickness) karşı yavaş ve kademeli hareket etmek gerekiyor. Yani yukarıya çıkıyoruz, duruyoruz, aşağıya iniyoruz kamp alanında uyuyoruz. Uyanıyoruz, bir tık daha yukarı çıkıyoruz, aşağı iniyoruz tekrar uyuyoruz. Böylece yüksekliğe yavaş yavaş alışıyorsunuz. Hızlı gidip de yarıda bırakan birçok ekip oldu gözümüzün önünde. O yüzden rehberleri dinlemek çok önemli. Zaten 10 kişilik gruplara kadar size 12 kişilik bir ekip eşlik etmek zorunda. Bize de böyle bir yerel ekip eşlik etti, ikisi rehberdi, diğer her birinin de yiyecek, çadır, su gibi sorumlulukları vardı.
Günde kaç km yürüdünüz?
Her gün 8 ila 16 km yürüdük, toplamda 97 km. Zirveye 7 günde çıktık ve 2 günde indik. 7. günün gecesi 23.00’de bizi uyandırdılar, 00.30’a kadar hazırlandık. 00.50’de yola çıktık. Zirveye ekibin tamamıyla değil, iki rehberimiz ve bir taşıyıcı ile ilerledik. Sabah 08.50’de zirveye vardık. Yani sabaha kadar 7 saat boyunca yürüdük. Zirvede sadece 12-13 dakika kalmanıza izin veriyorlar. Sonra hiç durmadan aşağıya indik ve saat 17.00’ye kadar yürüdük. Toplamda 16 saat, çok kısa yemek molaları dışında, hiç durmadan yürüyüp 3950 metredeki son kamp alanına gelip uyuduk. Artık ona uyumak denirse. Bayıldık diyeyim. Artık ne üzerinizdeki toz ne 8 gündür duş almıyor olmak aklınıza geliyor doğrusu.
Neydi sizi en çok zorlayan kısım?
Beni en çok soğuk ve gece tuvalete gitmek zorladı. Gece -15 dereceydi. Zirveye çıkarken 6 kat üst, 4 kat alt, 2 kat çorap giydik. Kafamı 3-4 tur sardım. Ama uyarmışlardı. Oksijen gitgide azaldıkça sırtındaki o 15 kilo ağırlık daha da ağırlaşıyor. Tuvalete gitmen gerekiyor çünkü akut yükseklik hastalığına karşı diazemol diye bir ilaç verip bol su içmeni söylüyorlar. Yani her gün 3 litre su taşıyorsun ve onu bitimek zorundasın. E çadırda uyuyorsun, dışarısı eksilerde, elektrik yok, su yok ve gece tuvaletin geliyor...
“Doğaya karşı güçsüzlük kendine güvene dönüştü”
Bir videonuz var, “Kolay olmadı” deyip ağlamaya başlıyorsunuz zirveye 250 metre kala. Neydi sizi o an zorlayan?
Çaresizlik ve tükenmişlik. Gece yola çıkıyorsunuz, -15 derece, zifiri karanlık ve o kadar yavaş yürüyorsunuz ki, herkes sadece birbirinin nefes alıp verişini duyuyor. Ve bu 16 saat devam ediyor. O noktada ellerimin donması ve uyuşması beni çok ürküttü, nefes almam zorlaşınca azalan oksijenden dolayı, sanıyorum o çaresizlik korkuyla birleşti. Sonra su içmek istedim, suyum da donmuştu. Aslında kolay pes eden biri değilimdir, etmedim de. Ama hiç bitmeyecek gibi geldi. Doğanın gücü karşısında ne kadar güçsüz olduğunu görüyorsun.
Pişman oldunuz mu hiç?
Olmadım. “Bitecek Dilara” dedim. Annem hep “Hadi kızım ya Allah” derdi. İçimden sürekli “ya Allah, hadi Dilara” diye diye gittim. Başardıktan sonra da doğaya karşı güçsüzlük duygusu kendine güven ve başarma gücüne dönüştü.
Nasıl bir tatmin zirveye çıkmak?
Muhteşem. Hayatımda hiç yaşamadığım bir duygu. Çünkü o zorluk da hiç yaşamadığım bir zorluk türü. Çok uzun bir mücadeleydi. Zirve tabelası orada, görüyorsun ve ulaşamıyor, geri dönüyor insanlar. O an herkes kendiyle. Evet biz iki kişiyiz, rehberler var ama herkes tek başına. Ki biz de karar vermiştik, olur da birimiz yükseklik hastalığı yaşar ve devam edemezse rehberlerden biri onu indirecek ama diğeri tamamlayana kadar devam edecek diye...
Temel motivasyonunuz bu tür bir tatmin elde etmek miydi?
Keşfetmek, başarmak, yapabileceğini görmek. Yenilenmiş hissediyorum bir şey başardığım zaman. Her zorluktan çıkışta daha bir güçlendiğimi hissediyorum. Bu mücadelede doğayı dinleme, anlama, sabır ve şükretmek duyguları yoğundu diyebilirim. Hepimizin hayatında güçlükler var da ben her güçlüğü kendime bir ders olarak alıp ilerleyen bir kadınım, o yüzden mücadele bana iyi geliyor. Sınırlarımı zorluyorum. Deniz kenarında sınırımı ne kadar zorlayabilirim?
Sınırları zorlamak neler kazandırıyor insana?
Başarma kabiliyetime olan inancımı yenilemiş oldum aslında. Daha basit yaşamanın, daha basit düşünebilmenin mümkün olduğunu bir kere daha gördüm. Uzun zamandır daha azla, daha basit yaşamayı ve doğayı korumayı daha fazla önemsiyorum. BM Gıda ve Tarım Örgütü’yle de çalışıyorum, sıfır atık, açlık ve gıdanın korunması alanlarında kontratlı destekçiyim. Geçen yıl Grönland’da o buzulların gök gürültüsü gibi nasıl eridiğini gördüm. Tanzanya’da örneğin tek kullanımlık plastikleri yasaklamışlar, zor geçiniyorlar ama bize göre çok farklı bir noktadalar. Bütün bunlar benim için sınırları sorgulamak ve kişisel gelişimim sürecinde yeni boyutlar. Meslekte 25. yılımdayım. Birey beslenmesine elimden geldiğince katkı verdim ama artık gezegeni beslemek, gezegeni iyileştirmek istiyorum. O yüzden tüm bunlar daha da bir anlam kazanıyor benim için.
Yurtdışı turu fiyatına
Maliyet açısından Kilimanjaro’ya çıkmayı herkes karşılayabilir mi?
Bir hafta on günlük yurtdışı turlarına bütçe ayırabilen buna da rahatlıkla bütçe ayırabilir diyeyim. Biz iki kişi olmayı seçtik, daha kalabalık grup olunduğunda maliyet daha da düşebiliyor. Teknik ekipman ve kıyafetlere özen göstermek gerekiyor ama onları kiralamak da mümkün.
“Yemek buldun mu ye”
Neler yiyordunuz? Diyetisyen olarak müdahaleniz oldu mu menüye?
Ne müdahalesi? Tamemen dağda yemek buldun mu ye şeklindeydik. Yumurta, makarna, çapati dedikleri bazlama benzeri bir ekmek, sarımsağın yoğun olduğu bir çorba. Sebze olarak kabak. Meyve olarak muz. Muz çok yedik, hatta patatesli muz sote yedik.