04.01.2020 - 07:50 | Son Güncellenme:
Oz Büyücüsü”nün “Dorothy”si, Hollywood’un erken sembollerinden Judy Garland, modern çağın ilk ikonlarından biri. Çocuk yaşta elde ettiği dünya çapındaki şöhreti kadar 47 yaşındayken erken gelen ölümü de onu popüler kültür tarihinin başlıca figürlerinden biri yaptı. Garland’ın fırtınalı hayatı, daha önce de birçok yapıma konu olmuştu, bu defa ise Rupert Goold’un “Judy”sinde Renée Zellweger’le hayat buluyor. Bu hafta vizyona giren “Judy” filmini, dönemin Hollywood’unu ve Garland’a etkisini, Zellweger anlattı.
- Judy Garland “olmayı” nasıl tarif edersiniz?
Ben değil de “biz” Judy olduk diye düşünüyorum. Sürekli olarak buna kafa yoran 20 kişilik bir ekiptik. Senaryoyu bana gönderdikleri andan itibaren çok heyecanlandım çünkü hayatının bu dönemine dair çok az şey biliyordum. Bu da, ölümünden sonra hakkında çok daha fazla şey yazılmış olmasıyla ilgili, ki bana çok adaletsiz geliyor; çünkü onun hayatını bir trajedi olarak tanımladığınızda satır aralarındaki önemli nüansları kaçırmış oluyorsunuz. Bu yüzden filmin, tüm detayları bağlamına oturtabilmek için de güzel bir fırsat olduğunu düşündüm.
- Sizin en eski Judy Garland anınız hangisi?
“Oz Büyücüsü”. Her Paskalya’da izlerdik, tüm Amerika’nın TV karşısına geçtiği ve günlerce bundan konuştuğu günlerdi.
- Judy Garland gibi şarkı söylemeyi nasıl öğrendiniz?
Hem onun şarkı söyleme tarzına alışmaya hem de mantığını kavramaya çalıştım. Mesela sessiz harfleri seslilerden daha çok vurgulamak gibi kendine özgü bir şarkı söyleme biçimi olduğunu anladım. Ama birçok şey de sadece o dönemin şarkı söyleme modasının bir parçası. Öğrenilebilecek olan kısmı, kendimce bir yöntem geliştirerek öğrenmeye çalıştım. Kalan kısım zaten size bahşedilen, belki milyonda bir yetenek. Benim sahip olduğum bir şey değil. Ama ilk kez canlı olarak şarkı söyledim ve ne kadar özel bir deneyim olduğunu anladım.
- ‘Talk of the Town’ sahnesinde izleyici karşısında canlı olarak şarkı söylüyorsunuz. Nasıl bir deneyimdi?
Şimdi yalan söyleyip “Harikaydı” falan diyebilirim ama işin aslı, gerçek bir zulümdü ve Rupert’in bunu nasıl istediğine hâlâ inanamıyorum. Böyle bir şey olacağını bana söylemedi, ki iyi ki söylememiş, çünkü söylediğinde onu bundan vazgeçmeye ikna etmeye çalıştım ama şu an ona minnettarım. Rupert aynı zamanda Londra’daki Almeida Theatre’ın yönetmeni, bu yüzden izleyici ile performansçı arasında başka türlü bir etkileşim olduğunu biliyor. Bu sahnenin de Judy ve hayranları arasındaki ilişkinin hakiki bir temsili olmasını istediği için bu yolu seçti.
- Filmdeki en zor sahnelerden biri genç Judy’nin “Oz Büyücüsü”nü çektiği sahneler. Sizce o dönem, stüdyo ortamının bir kurbanı mı oldu?
O dönemin koşullarını düşündüğümüzde, Judy adına alınan kararların sonuçları hakkında o kadar az şey biliniyordu ki... İnsanlar madde bağımlılığı ya da psikolojik istismar ve bunların fiziksel ve duygusal sonuçları hakkında tam bir cahildi. 30’larda sinema ve radyo, dönemin ikonlarını yarattı. Filmler, bizi iyi bir hayatın nasıl görüneceği ya da nelere sahip olmaya heveslenmemiz gerektiğine dair kararlar etrafında birleştirir ya da bu diyaloğu kurmamızı sağlardı. Ve bu sistemin parçası olan bir sinema yıldızı olarak neyi yapmazdınız? Bu, adeta işin bir parçasıydı ve bugünün prizmasından bakıp yargılamak gerçekten çok zor. Bence bir kurban değil, kahramandı; çünkü oyunculuğu mümkün olduğunca sürdürmek adına tüm bu zorlukların üstesinden gelmek için çabalamaya devam etti.
- Film endüstrisinin de dönüştüğünü düşünüyor musunuz?
Eh, zaman değişiyor sonuçta ama sistematik istismarın eğlence endüstrisine özgü olduğunu da düşünmüyorum. Tabii ki belli durumlara özgü suistimaller yaşanmış fakat bu, her endüstrideki kadın için geçerli. Ve bunun adı “eril imtiyaz” değildi, sadece “işler böyle yürüyordu”. Bugünkü modern endüstri koşullarıyla Judy’nin o dönem cebelleştiği koşulları kıyaslayamıyorum. Çünkü bugün, benim için sağlıksız olanı ayırt edip başka bir yöne gitmeyi seçebilirim ama o dönem hayallerinin peşinden gitmek isteyen bir çocuğun, kendisine “yardım” eden otorite figürlerini sorgulaması mümkün olmayabilirdi.
- Siz de bir süredir bu endüstriden uzaktasınız.
Bu bir boşluk sayılmaz, sadece bilinçli olarak, çok da sağlıklı olmadığını bildiğiniz şeylerden uzak olmak için kamera önünde olmamayı seçmek. Her gün topuklu ayakkabı giymenin, her gece 3 saat uykuyla idare etmenin ya da durmaksızın ülkeler arası seyahat etmenin sağlıklı olmadığını bilirsiniz. Dolayısıyla bir ünlü gibi yaşamak değil, insanlarla hakiki ilişkiler kurmak istedim. Eğer bir hikaye anlatıcısıysanız, insan deneyimi üzerine bir şeyler paylaşmaya çalışıyorken hiçbir deneyime sahip değilseniz o zaman faydalanabileceğiniz pek bir şey yok demektir. Artık farklı önceliklerim de var ve bizzat ben de bunlardan biriyim.
Yönetmen Rupert Goold: “Dehşet anlarını da çektik”
- Renée Zellweger canlı performans sahnelerinin kendisini dehşete düşürdüğünü söylüyor...
O dehşet anlarını da çektik! Filmin bir kısmı, ünlü olmanın nasıl bir şey olduğu ve senden beklenenleri karşılayamadığında da nasıl hissettiğin üzerine. Garland bunu çok yoğun biçimde hissetti. Ben de Renée’ye “Şu an hissettiğin tüm kaygılar çekime yansıyacak” dedim. Dublaj yapmak istemiyordum, Renée’yi hem Judy’nin hem performansın içinde görmek istiyordum.
“Hayal dünyamda silinmez izler bıraktı”
- Judy Garland’ı dünya nasıl tanıyor?
Bence hepimizin kalbine çok farklı biçimde dokunabilmiş biri. Onunla henüz çocukken “Oz Büyücüsü”yle kurduğum bağ, “Somewhere Over The Rainbow”u söyleyişi ve birlikte hayallere dalmak, bunlar bir çocuğun hayal dünyasında silinmez izler bırakıyor. Ve bunu ömür boyu taşıyorsunuz. Benim için, sanırım herkes için de, bir ilham kaynağı, onu gülümseyerek anıyorum. Yapmaya çalıştığım da, böyle bir ikonik süperstar karakteri insani yönleriyle ortaya koymaya çalışmaktı. Çünkü onun bu performansı gösterebilmek için hangi zorlukların üstesinden geldiğini bilmediğinizde ne kadar sıra dışı biri olduğunu anlamanız gerçekten çok zor.