29.05.2021 - 03:15 | Son Güncellenme:
ÖZLEM ÜLKÜ
ÖZLEM ÜLKÜ - “Gönül Dağı” bozkırda bir Anadolu masalı... Mustafa Çiftçi’nin kitaplarından esinlenerek, hayallerinin peşinde koşan üç kuzenin hikayesini izlediğimiz dizi, intikam, şiddet, zenginlik ve travmalardan uzak haliyle izleyicilerin sevdiği, hakkında en çok yorum yaptığı dizilerden biri oldu... TRT 1’de bu akşam sezon finali yapıp eylülde yeniden karşımızda olmaya hazırlanan dizinin sırrını başrol oyuncuları Berk Atan ve Gülsim Ali İlhan’a sorduk.
- Hemen her dizide karşımıza çıkan intikam, şiddet, zenginlik ve güç bu projenin yakınından geçmiyor. Siz bu ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?
Berk Atan: “Gönül Dağı”, TRT’nin de çok önem verdiği sevgi ve aile bağları üzerine kurulmuş bir hikayeye sahip. Bozkırda hayallerin gerçeğe ulaşmadığı inancına karşılık veriyor hikayemiz. Ve insanlara hayal kurmayı, onların peşinden koşmayı hatırlatıyor. İnsanlar bu duygunun bıraktığı hissi özlemiş. Samimiyet, dostluk, birlik beraberlikle geçmişe duyulan özlemleri de dindiriyor. Ne yazık ki birçok konuda yalnız ve sevgisiz kaldık. “Gönül Dağı” ile geleneklerimizi yaşatıyor, insani değerler etrafında buluşuyoruz.
Gülsim Ali İlhan: İnsanlar bizi ekranda görmeye alışık oldukları ulaşılmaz ve gerçek dışı karakterler gibi değil de evlerinden, ailelerinden, mahalleden tanıdıkları birileri gibi görüyor. Belki de kendileri gibi… Çünkü bütün karakterler incelikle işlenmiş ve dünyanın her yerinde rastlayabileceğimiz gerçek yaşamlara sahip.
- Hikayenin özünde “hayallerinin peşinde koşma” var. Peki, siz ne kadar koştunuz hayallerinizin ardından?
B. A.: Şu an yaptığım meslek de hayallerimden biriydi. Hayalimdeki mesleği yaparak hayatımı idame ettirdiğim için bence çok şanslıyım hele de bugünün hızlı dünyasında. Tabii ki başka hayallerim de var ve bunların gerçekleşmesi için ısrarcı olurum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ederim. Ancak bazı noktalarda da akışına bırakmayı bilmeli insan. Çünkü hayat sizden bağımsız akıyor ve belki o akıntıya kapıldığınızda çok daha büyük bir şans kapınızı çalacak.
G. A. İ.: Küçük yaşta hayallerimin peşinden koşmayı öğrendim, vazgeçmedim ve pes etmedim. Doğup büyüdüğüm Rusçuk- İstanbul arasındaki 569 km’yi 10 yılda koştum. Zaman zaman oturup beklediğim de oldu, bazı şeylerin rayına oturması için. Önce okulu bitirmeyi bekledim. Türk olmamıza rağmen Bulgaristan’da doğup büyüdüğüm için aksanım vardı, onu düzeltmem zaman aldı ama hiç pes etmedim, çok çalıştım. Oturup ağladığım da oldu ama her seferinde gözyaşımı silip koşmaya devam ettim. O yüzden ne zaman benden hayatla ilgili bir tavsiye isteseler hep aynı şeyi söylerim: “Her ne olursa olsun, hayallerinin peşinde koşmaktan vazgeçme, takılıp düşsen de kalk ve koşmaya devam et.”
“Günümüzde çocukluk aşkını beklemek ütopik”
- Taner’in çocukluk aşkı Dilek’i hayal etmesi, beklemesi... Çoğumuz için gerçek dışı görünen bu beklemeyi, sabrı siz nasıl yorumluyorsunuz?
B. A.: Taner için bozkırın küçük kasabasının büyük kalpli insanı diyorum. Çocukluk aşkını beklemek günümüz dünyası için ütopik, sıra dışı bir şey olsa gerek. Çok büyük fedakarlıklar gerektiriyor. Sevdiğin insanı kendinden öne koyuyorsun. Yüreğindeki sevgiye sonuna kadar sahip çıkıyorsun. Taner bunların hepsini gözü kapalı yapmış ve Dilek’e olan inancından hiç vazgeçmemiş. Belki o vazgeçmemişlik Dilek’i kasabaya getiriyor. Taner’in bu huyu gıptayla bakılası.
G. A. İ.: Taner’in Dilek’e olan aşkına seyirci de biz de hayran kaldık. Ben Taner’in aşkını; çiçeğin toprağına olan özlemi gibi görüyorum. Nasıl bir tohum yerini ve toprağını sevmediğinde çiçek açmazsa Dilek de yıllar boyu toprağını bulamamış bir tohum gibiydi. Taner’in ise onun için kök salıp çiçek vereceği toprak olduğunu düşünüyorum. Dilek, Taner’de memleketini ve sevdayı buldu.
- Dizide duygular en saf haliyle karşımızda iken, çevremizde artık bunları görmek oldukça zorlaştı ve hatta olması gerekenleri gördüğümüzde duygulanır olduk...
B. A.: Olması gerekene teşekkür etmek olumsuz şeylerle sosyal medyada devamlı karşılaşıp onları maalesef normalleştirmemiz sonucunda kaçınılmaz oluyor. Her gün sayısız şiddet olayıyla veya saygısızlıkla karşılaşıyoruz. Bunlara alışmamamız ve kendimizce harekete geçmemiz gerekiyor. Açıkçası ben başka bir insanı koruyan insanı gördüğümde bu duyguyu özlemişim gibi davranmıyorum. Hepimizin özünde iyilik ve kötülük var bana göre ve hepimiz iyi olmayı seçebiliriz. Bu çok zor değil! Yaptığın işte en iyisi olmasan da özünde iyi ol.
G. A. İ.: Yaşadığımız dönemde, gerçek hayat maalesef klavyelerin arkasında kayboldu. İnsanlar oldukları gibi değil de, olmak istedikleri kişilermiş gibi yazıp çizmeye başladılar kendileri hakkında ve gerçekliklerini yitirdiler. Bu sebeple gerçek olan bir şeyle karşılaştığımızda duygulanır olduk. Eskiden sevinci de hüznü de paylaşmak için bir araya gelirdik şimdiyse bulunduğumuz ortamdan sosyal medyada bir paylaşım yapmakla yetinir olduk maalesef.
GÜLSİM ALİ İLHAN:
“İÇ GÜZELLİK YAŞLANMAZ, KIRIŞMAZ”
- Gülsüm Hanım, sizinle ilgili yorumlarda, “saf, duru güzel” gibi ifadelerle sıklıkla kullanılmış. Peki ya sizdeki karşılığı nedir güzelliğin?
Güzellik kavramı herkes için farklı. Şahsen zaman zaman aynaya baktığımda kendimi beğenmediğim veya kusurlarımı gördüğüm anlar olur. Ben insanın güzelliğinin içinde saklı olduğuna inananlardanım. Dış güzellik geçicidir zamanla yok olup gider, ama iç güzellik daimi. Yaşlanmaz, kırışmaz, zamana meydan okur. Bu arada beni bu şekilde “saf, duru ve güzel” bulduğunu söyleyen herkese gönülden teşekkür ederim.
BERK ATAN:
“SAMİMİYSEN DOĞALSINDIR”
- Sizin için gerçek olmanın karşılığı nedir hayatta?
“Gönül Dağı”nda gerçekten hiçbir şey plastik değil. Hiç unutmuyorum; Taner’in evine ilk girdiğimde kendimi anneannemin veya babaannemin evine giriyormuşum gibi hissettim. Doğal olmaya gelirsek özünde samimi olmak, içinden geldiği gibi davranmak, kalbinin sesini dinlemekle eş değer bence. Samimiysen zaten doğalsındır. Hayatta bunu başarmak da günümüzde önemli bir sanat haline dönüştü.