19.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
AYDİL DURGUNaydil.durgun@milliyet.com.tr
Odüllü gezi kitaplarının yazarı, dünyanın 120 ülkesini gezmiş, iki kez yılın en iyisi seçilmiş bir rehber Saffet Emre Tonguç. Google’ın CEO’su Eric Schimdt’ten ünlü oyuncu Robert Redford’a, İstanbul’a yolu düşen tüm önemli şahsiyetlere o rehberlik ediyor. Dolayısıyla onun rehberliğinde tura çıkacağım için çok heyecanlıyım, kendimi pek bir ayrıcalıklı hissediyorum.
Sözleştiğimiz üzere sabah 9’da “İstanbul’daki en sevdiğim camilerden biri” dediği Kılıç Ali Paşa Camii’nin avlusunda buluşuyoruz. Saffet Bey başlıyor anlatmaya. Bir sonraki durağımız olan caminin hemen yanındaki hamam mis kokusu ve davetkar atmosferi ile çok çekici olsa da turumuz daha yeni başladı; durmak yok, yola devam. Anlata anlata ilerliyor Saffet bey. Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı tartışmasına “ikisi de değil, hem gezen hem okuyan bilir” diyerek son noktayı koymasından anlıyorum ki Saffet Bey’in bilgi birikimi gezerken bir yandan da okumasıyı ihmal etmemesinden... Karabatak’ta kahvaltı molamızı veriyoruz. “Her şeye rağmen dünyanın en güzel şehri” dediği İstanbul’u konuşuyoruz bu kez. Sonra yine yola koyulma zamanı geliyor. Öyle güzel anlatıyor ki Saffet Bey, ben iki saatin nasıl geçtiğini anlayamadan bize ayrılan sürenin sonuna geliyoruz. 13-14 Nisan’daki Boğaz turunu şimdiden bir kenara not ediyorum: “Erguvan mevsimi, Boğaz’ın en güzel zamanı, kaçırmayın!”
Tophane’deki nargilecilerin arkasındaki Kılıç Ali Paşa Camii’nin avlusundayız.
“İstanbul’un en iyi durumdaki hamamı burası”
İstanbul’da tam 3 bin 20 tane cami var, Kılıç Ali Paşa benim en sevdiğim camilerden bir tanesi. Muhteşem bir cami, Mimar Sinan’ın eserlerinden bir tanesi. Kılıç Ali Paşa için yapılmış bu cami, onun da hikayesi çok ilginç. Okiyali isimli bir İtalyan, korsanlar tarafından kaçırılıp İstanbul’a getiriliyor. Ardından da
kaptan-ı deryalığa kadar yükseliyor. Ayasofya’yı da çok sevdiği için Ayasofya tarzı bir camidir bu; içi galerili, iki katlı muhteşem bir eserdir. Osmanlı’nın yaratıcılığı çok entersan. Adamın adı Okiyali önce Uluç Ali yapıyorlar, sonra İnebahtı Savaşı’nı kaybettikten sonra Kılıç Ali yapıyorlar. Burası da Kılıç Ali Paşa Camii’nin hamamı. Bu hamamın restorasyonu çok başarılı yapıldı. Mimar Sinan 1520’de yapmış burayı. En iyi durumda ve en orijinal haliyle olan hamam bu. Burada geçenlerde bir konser düzenledik, akustiği süperdi.
Boğazkesen Yokuşu’nun önündeyiz.
“İstanbul’un ilk saat kulesi”
Tophane, İstanbul’un en önemli binalarından biri, top üretimi için kullanılmış. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de ciddi katkılarda bulunmuş. Burası meşhur Boğazkesen Yokuşu, Fransız Sokağı’na çıkıyor. Bunun üzerinde de çok enteresan binalar var. Mesela biraz ileride, sol tarafta bir Fransız yetimhanesi var ama yıllardır kapalı. Muhteşem bir bina, kocaman bir bahçenin içinde ama azınlık vakfı olduğu için kartonpiyerciler kendilerine atölye yapmışlar. Marangoz atölyeleri falan var şapelin olduğu yerde. Düşünebiliyor musunuz, Freskler önünde kalaslar duruyor! Bu da tarihi eserlere verdiğimiz değer! Tophane Çeşmesi, 1732’den, II. Mahmut döneminden bir eser. İstanbul’da 800’den fazla sebil var ki bu da çok büyük bir zenginlik şehir için. Sebiller eskiden önemliydi, insanların ücretsiz olarak su içebilmesi için.
Burası da Tophane Kasrı... Hep önünden geçiyoruz bu binaların ama adlarını bilmeden geçiyoruz. Onun yanında şimdi restorasyonda olan Nusretiye Camii var, o ilginç bir cami, Zafer anlamına geliyor. II. Mahmut’un, Yeniçerileri ortadan kaldırdıktan sonra yaptırdığı bir cami olduğundan adı zafer oluyor. Bu nargilecilerin olduğu yerler benim çocukluğumda Amerikan pazarı diye geçerdi. Türkiye’de hiçbir şey yokken kot, spor ayakkabı gibi şeyler satılırdı. Onların arkasından görünen saat kulesi de İstanbul’un ilk saat kulesidir, 1850’lerden kalma. Binaların arasından görünen Kırım Kilisesi, 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı yapılıyor, o esnada İngiliz askerler ibadetlerini gerçekleştirebilsin diye yapılmış. Onun solundan gözüken de meşhur Doğan Apartmanı. Özellikle son yıllarda Okan Bayülgen ile fazla gündeme geldi ama İstanbul’un yıllardır en güzel binalarından biri. Yapı Kredi’nin kurucularından birinin çocuğunun adı Doğan; çocuk İsviçre’de bir kayak kazasında ölüyor. Bunun üzerine babası onun adını veriyor. Hatta çocukluğumdaki Doğan Kardeş dergisinin ismi de oradan.
Karaköy’ün en gözde mekanlarından Karaköy’ün hemen yanındaki kilisedeyiz.
“Atatürk’ün kurduğu Ortodoks kilisesi”
Meryem Ana Kilisesi’nin hikayesi çok ilginç. Türk Ortodoks patrikhanesine ait üç kiliseden biri. Bu bir Ortodoks kilisesi ve girişinde sizi “Ne mutlu Türküm Diyene” yazısı ve Atatürk resmi karşılıyor, çok komik! Bu kiliseyi Ataürk kurduruyor. Fener-Rum Patrikhanesi’nin gücünü azaltmak için açıyor burayı. Ama açıkçası çok popüler olmuyor. Sadece bir aileden oluşan cemaatleri var. Aile üyelerinden, kilisenin basın sözcüsü Sevgi Erenerol, Ergenokon davasından içeri alındı.
Bu sokağın devamında Rus kiliseleri var. Kutsal kabul edilen Athos Dağı var Yunansitan’da. Rus hacılar oraya veya Kudüs’e giderken İstanbul’a geliyorlar ve buradan devam ediyorlar yollarına. O dönemde konakladıkları hanlar bunlar. Bunların en üst katlarına da kiliseler yapıyorlar. Yürürken sıradan bir apartman binası gibi görünüyor ama üstünde kilise çatısı ve haç var. Turlarda bunları özel izinle açtırabiliyoruz.
Tonguç son kitabı “Boğaz Hakkında Her Şey” ile Meryem Ana Kilisesi’nin önünde...
Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii ve hamamının dışarıdan görüntüsü
“Vebadan kurtaran Meryem Ana ikonası bu kilisede”
Diğer ilginç bir kilise, St. Benoit lisesinin hemen yanındaki Ermeni Katolik Surp Hisus Pirgiç Kilisesi. İtalyan tarzı yapılmış, çok güzel bir kilise. Normalde Ermeniler Gregoryen’dir. Misyonerler buraya geldiğinde Müslüman’ı Hristiyan yapmak çok zor olduğundan mevcut Hristiyanlar ile uğraşıyorlar. Ermenileri, Rumları, Süryanileri Katolik yapıyorlar.
O yüzden de burası Ermeni-Katolik kilisesi. Halbuki bugün baktığınızda İstanbul’da yaşayan Ermeniler Gregoryen’dir. O yüzden bu kilise tipik Ermeni kiliselerinden çok farklı. Katolik olduğu için günah çıkarma odası var, halbuki Ermenilerde günah çıkarma yoktur. Burada bir tane Meryem Ana ikonası var. İstanbul’da veba salgını başlıyor, önünü alamıyorlar. Bu Meryem Ana ikonasını şehirde dolaştırdıktan sonra veba salgını bitiyor. Bunun üzerine Abdülmecid bir nişan veriyor bu ikonaya, Paskalya zamanında bu nişanı ikonanın üzerine koyuyorlar, normalde çalınmasın diye başka bir yerde saklıyorlar.
Bankalar Caddesi’ne doğru yürüyoruz.
Kamondo merdivenleri
Yüksek Kaldırım’ın köşesindeki bu bina eskiden Atina Bankası imiş, sonradan Deutche Bank olmuş. Minerva Han diye geçer adı. Minerva, giriş kapısın hemen üzerindeki bilgelik tanrıçasının adı. Yunan mitolojisindeki Atina’ya ismini veren Athena’nın Roma mitolojisindeki karşılığı. Voyvoda Caddesi’nde, Bankalar Caddesi yani, çok şeyler oluyor. Salt açıldı biliyorsunuz, Sumahan diye ilginç bir oluşum var orada, parti mekanı olarak kullanılıyor. Buradaki binalar çok önemli, dönemin en ünlü mimarları tarafından yapılmış. Çoğu, banka ve sigorta şirketi olarak kullanılmış. Bana göre buradaki en ilginç yapılardan bir tanesi Kamondo Merdivenleri... Genelde halka hizmet için hep sebil yapmışlar, bu merdivenler çok nadir örneklerden biri. Osmanlı’yı finanse eden Musevi, Kamondo ailesi yaptırıyor. Louvre Müzesi’nde onlar tarafından bağışlanmış birçok eser var. Gerçekten çok önemli bir aile ama çok hazin bir sonları var. Naziler döneminde toplama kampına gönderiliyorlar ve orada hayatlarını kaybediyorlar.
“İstanbul dünyanın en güzel şehri”
Ülkemize gelen önemli isimlere de siz rehberlik ediyorsunuz...
En son Robert Redford ve Madeleine Albright ile tur yaptım. Oprah Winfrey, Kevin Spacey, Candice Bergen, Colin Powell, Calvin Klein, Micheal Kors, Guess’in sahibi Paul Marciano’nun aralarında olduğu 100’e yakın kişi gezdirdim. Bu şehri bu kişilerle paylaşmak bana çok bütük bir keyif veriyor...
Bu insanlar sizi nasıl buluyor?
Bir kere “word of mouth” dedikleri olay çok önemli, kulaktan kulağa yayılması... Bir de benim çalıştığım Fisher Travel isimli bir acenta var. O acenta ile seyahat etmek için biri size referans olmalı. 100 bin dolar giriş aidatı ve senelik de 20 bin dolar para veriyorsunuz. Birkaç yüz kişiyle sınırlı, dünyanın en zengin insanlarının üye olduğu özel bir kulüp gibi. Dünyanın en zengin insanlarını gezdiriyorum yani. Leon Black’i gezdirdim mesela, senelik cirosu 120 milyon dolar. Black dünyanın en pahalı tablosu olarak satılan Munch’un “Çığlık” tablosunu alan kişi. Son zamanlarda bu bölgeye de mutlaka getiriyorum gezdirdiğim kişileri. Mesela Karaköy Lokantası’nı çok sık kullanıyoruz. Benim müşterilerimle gittiğim yerler belli; Ulus 29, Bebek Balıkçısı, Reina, Mikla... Şimdi bu tarz, Karaköy Lokantası, Maya gibi yerlere de gelmeye başladık. İnsanlar “upcoming neighborhoods” (yükselen semtler) görmek istiyor. İstanbul’da da bu yerler Karaköy ve Galata. Bu kadar zengin insan gezdiriyorum, hepsi İstanbul’un çok pahalı bir şehir olduğunu söylüyor.
En çok nelerden etkileniyorlar?
En çok etkilendikleri şey, İstanbul’un bu zenginliği. Üç tane imparatorluğa başkentlik yapmış başka şehir yok. İstanbul dünyanın
en güzel şehri.
Müslüman ülkelerdeki tek Musevi müzesi
“Eski Zülfaris Sinagog’u 1992’de Musevilerin Türkiye’ye gelişlerinin 500. yılının kutlanması çerçevesinde çok güzel bir müzeye çevrildi. Nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede Musevi müzesinin olması çok güzel. Dünyada 60’a yakın müslüman ülke var, bunların hiçbirinde böyle bir müze yok.”