29.02.2020 - 04:03 | Son Güncellenme:
ÖZLEM ÜLKÜ
Ceyda Düvenci. Enerjisiyle, ses tonuyla, sohbetiyle, hayatla olan ilişkisiyle ve ürettiği çözümlerle insana iyi gelenlerden. Dokuz yıl önce doğar doğmaz beyin kanaması geçirip serebral palsi hastası olan kızı Melisa’dan sonra bu iyi gelme halini kendine görev edinen ve ezberleri bozmak için durmadan çalışan Düvenci, Taş Kağıt Makas adını verdiği duygu atölyesi ile karşımızda. Anne, baba ve çocukların duygularını daha iyi tanımalarına ve daha sağlıklı iletişim yöntemlerini keşfetmelerine yardımcı olmayı hedefleyen atölyenin ev sahipliğini ve kürasyonunu üstlenen Düvenci’yle Anadolu Hisarı Big Chefs’te buluştuk; duygulardan, çocuklardan, oyuncu Bülent Şakrak’la evliliğinden konuştuk.
- Taş kağıt makas, elle oynanan bir oyunken sizinle birlikte duygu atölyesi olarak karşımıza çıktı. Hangi noktada böyle bir yolculuğa çıkmaya karar verdiniz?
Çünkü taş kağıt makas oynamak için sadece sana ve bana ihtiyaç var, mekan ve gereç gerekmiyor. İnsan ilişkileri gibi yani. Oyun isminin duygu atölyesine dönüşme sebebi de tamamen insani bir gözlemimden doğdu. Çocuklarımız belirli bir yaşa kadar duygularını çok doğru ifade ediyor. Oysa biz yutkunup içimize atıyoruz çoğunlukla ve onlara, “Yüksek sesle gülme, ağlama, bağırma, çığlık atma” diyerek duygularını bastırmayı öğretiyoruz. Topluluk içinde çocuğu ağlayan anne, sorgulayan ve ayıplayan bakışlardan dolayı kendini kötü hissediyor. “Elalem ne der?” ile büyütülmüş olmamızdan kaynaklı. Bunu fark ettiğim için bir de çevreme inat hiç elalemci olmadığım için bunun değişmesini diledim. Salt hedefim yaşadığımız tüm duygular karşısında önce kendimize sonra evlatlarımıza ve etrafımızdaki insanlara şefkat ve sevgiyle bakmayı öğrenmemize aracı olmak.
- Duyguları drama yoluyla anlatan bir ekibiniz var. Peki, sizin bu alanda aldığınız bir eğitim var mı?
Ben yaratıcı drama eğitimi almaya başlamıştım; şimdi İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde kaldığım yerden devam ediyorum. Tamamladığımda MEB onaylı yaratıcı drama eğitmeni olacağım. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde Çocuk Gelişimi eğitimim devam ediyor. Şimdilik Taş Kağıt Makas’ta velilerle sohbet ediyor, uzmanlarımızla sorularına cevap bulmalarına yardımcı oluyorum. Ve tüm atölyenin içeriğini oluşturuyorum.
- Atölye çocuklar için ama aileleri de dahil ediyorsunuz…
Çocukta değişen şey, anne-babada değişmezse olmaz. Biz ağlamak isteyen çocuğa, doya doya ağlamasını söylerken evde susturulursa çalışmalarımız işe yaramaz. O yüzden ekip olarak yaptığımız her etkinlik ve sohbette anne babalara etrafın rahatsız olmasını düşünmeyin, çocuğunuzu duyun ve birbirinizin yanında olun diyoruz.
- Program beş haftalık görünüyor. Devamı gelecek mi?
Biz sadece aileleri her hafta bir duygu ile tanıştırıp, o duygu hakkında düşünmelerini sağlıyoruz. Bir beş hafta daha yapacağız. Ama sonraki hedef her duygu için en az 4 hafta çalıştığımız eğitim programları oluşturmak. İçeriğimiz dopdolu. Şimdiden birçok okuldan teklif geliyor. Kendi merkezimizi kurar kurmaz da tüm hayallerimizi gerçekleştirmeye başlayacağız.
- Ailelerden duyduğunuz, çocuklarda gördüğünüz en yoğun duygu hangisi?
Akran zorbalığı sebepli korku. Bu da maalesef sosyal medyadan kaynaklı. Bir de sınav döneminde artan kaygılar. Daha çok çalışılması gereken durum var. Çünkü mesele aile ve çocuk olunca, hata kabul etmiyor. Doğru adımlar atmak, doğru isimlerle çalışmak gerekiyor. O noktada Doğan Cüceloğlu’nun bizimle olması, söyleşi yapması çok kıymetli.
- Annelik için hep bitmeyen bir endişe hali denilir ya... Sizin çalışmada gördüğünüz durumlar nasıl?
Biz toplum olarak hep endişeli ve kaygılıyız. Çünkü yaşadığımız hayat öyle. “Elalem ne der?” bir endişe, “Çocuğum ileride bir meslek sahibi olacak mı” bir endişe, hayat garantinizin olmaması, ay sonunu çıkaramamak bir endişe, dolayısıyla bizim en ezber bildiğimiz duygu, maalesef endişe. En mutlu olduğumuz anda bile nazar değecek diye korkuyoruz. Aslında bizim başlığımız “endişe”.
- Kendimizi bunlara kodlayarak, mutluluğu engelliyor olmuyor muyuz?
Tabii ki. Ben mesela sosyal medyada bunu yaşıyorum. Mutlu bir evlilik yaşıyorum. Tabii ki sorunlar yaşıyor, üzülüyor, sinirleniyor, kavga ediyoruz. Ama bütününde mutluyuz. Ve bunu paylaşmakta sakınca görmüyorum. Ama hemen “nazar değecek” diyorlar. Ben ise aksine mutluluk paylaştıkça çoğalacak diye düşünüyorum. Korkmuyorum yani.
- Sizin dünyanızda ne kadar yer tutuyor duygular?
Farkındalığınız ne kadar yüksek olursa olsun hayatın içinde sürekli duygularınızı kontrol edip, doğru tanımlamak mümkün değil. Ben de bu konuda hataları olan bir anne, eş ve bireyim elbette. Dolayısıyla mükemmele giden bir yolculuk değil bu. Mesela kızımın geleceğiyle ilgili çok endişeliyim. Oğlum iyi insanlarla karşılaşsın, zarar görmesin noktasında çok endişeliyim. Maddi olarak endişelerim var. Bunlar da beni çok kaygılı yapıyor. Ama bunları kabul ediyorum. Ve mükemmel olmanın peşine düşmüyorum. Her duyguma izin vermeyi öğreniyorum, gerçek özgürlük bu bence.
- Hepimiz zaman zaman duygularımızı yönetmekte zorlanırken, çocukların bu konuda başarılı olmalarını istiyor olmamız haksızlık değil mi?
Öyle tabii ama tahammülümüz kalmadı artık birçok şeye. Bu sadece bizim ülkemizde değil, her yerde öyle. Ben biraz hayatın kırılacağı, evrileceği yerin tam da bu noktada olacağını düşünüyorum. Herkes kıyasları bırakıp, kendi patikasını düzeltir güzelleştirirse, kuş bakışı baktığınızda o güzelliği görebilecek hale geliriz.
“YARALI BİR NESLİN YARALI ÇOCUKLARIYIZ”
- Anneliğin size kattıklarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Annelik, benim kendimi bulmama sebep oldu. Ben her insanın bu hayata bir görev için geldiğine inanırım. Anne olduktan sonra birbirine dokunma halinin ne kadar iyi geldiğini fark ettim. Melisa’dan sonra anladım ki; iyi gelmeyi ve insanların ezberini bozmayı seviyorum. Kimseyi yargılamak için söylemiyorum ama bizler aslında yaralı bir neslin yetiştirdiği yaralı çocuklarız. Ama anne-babalarımızı da yaralı bir nesil yetiştirdi. Hiç kimse kendi yaralarını düşünmedi ve o yaralar nesilden nesile aktarıldı. Şimdi bu kadar farkındalığın konuşulduğu bir zamanda bizim kendi yaralarımızı temizlemek ve onları çocuklarımıza aktarmamamız gerek. Mevlana ne doğru demiş, “En zor yolculuk insanın kendi içine yaptığı yolculuktur” diye. Anne olduktan sonra mottom bu oldu. Zor ama bana çok iyi geliyor.
- Göz kenarlarınızdaki kırışıklıklara botoks yaptırmanızı söyleyen takipçileriniz var. İnsanların bu yorumları ne hissettiriyor?
Ben seviyorum yüzümdeki kırışıklıkları. Tabii ki cildime bakıyorum ama sıfırlama, yok etme durumunu sevmiyorum. Hepsi benim yaşanmışlığım. İnsanların beklediği o tabildota girme fikrini sevmiyorum. Ben, bir kişi bize bir şey yapıyorsa o bizimle değil de onunla alakalı diye düşünüyorum. Bu sebeple de yorumlara genelde cevap yazmıyorum, silmiyorum da.
“BÜLENT’İN FARKLILIKLARINI SEVİYORUM”
- Eşiniz Bülent Şakrak’la bir fotoğrafınızın altına, “Farklılıkları sevmek... Farklı renklerde güzel görünmek... Sevgilim en güzel renklerim sensin...” yazmıştınız. Farklılıklarınız mı sizi böyle renkli bir çift yapıyor?
Kesinlikle, kocam benden çok farklı bir adam. İnanış biçimi, hayata bakışı, zevkleri o kadar farklı ki, biz birlikte olmaya başladığımızda ’Nasıl yani siz yan yana?’ demişlerdi. O kadar güzel ki biz yan yana. O kadar seviyorum ki farklılıklarını, beni şifalandırmasını. O başka bir renk, ben başka, karışıyor bambaşka bir renk oluyoruz.
- Bu farklılıklar evliliğinize nasıl yansıyor peki?
Bülent, ‘Benim seninle ömür boyu geçinmeye gönlüm var’ dedikten sonra yolculuğumuz başladı. O cümlesi bana öğreti gibi geldi. İyi geçinmeye niyetli olunca, kriz anları olduğunda o iyi niyet ortaya çıkıyor. Ona koşulsuz, beklentisiz çok aşığım.