24.10.2020 - 03:09 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı / seyhan.akinci@milliyet.com.tr
Oyuncu, yönetmen, senarist on parmağında on marifet diye tanımladıklarımızdan Engin Hepileri... Kimimiz unutulmaz gençlik dizisi “Kampüsistan”da çok sevdik onu kimimiz “İntikam”da... Hepileri’nin yetenekleri sahneyle sınırlı değil, “Akciğer” oyununun turnesinde ailesini de alarak Urla’daki evlerine giden oyuncu pandemi ilanıyla 4 ayı oğlu Can’ın karyolasını yapmaktan baş soğan yetiştirmeye kadar ev işleri ve bağ bahçeyle meşgul olarak geçirmiş. “Doğduğun Ev Kaderindir”de Faruk’a hayat veren oyuncu bugünlerde sahnelerin uzun soluklu oyunlarından “Akciğer”in yeniden seyirciyle buluşmasının mutluluğunu yaşıyor. Biz de Engin Hepileri’ye Urla günlerini ve şehre dönüşü sorduk.
- Hiç beklenmedik bir ara verdi insanlık pek çok şeye… Doğaya iyi gelen bu ara size nasıl geldi?
Mart ayı başında İzmir’de “Akciğer” oyunumun turnesi vardı. Ben de ailemi alarak 3 günlüğüne Urla’daki evimize gittim. Ancak mart ortalarında pandeminin ilanıyla önce oyunum, ardından da dizi setim iptal oldu. Eşimin de işleri durunca Urla’daki evimizde kalmaya karar verdik ve 4 ayı orada geçirdik. Böylece pandemi süreci oğlumuzun toprakla ve doğayla tanışmasına ve bizim de İstanbul’daki yoğun hayatımızdan sıyrılıp biraz daha dingin bir yaşamın da varlığını hatırlamamıza vesile oldu. Herkesin hissettiği ekonomik zorluklar ve bu salgın hastalıkla gelen kötü haberler dışında kendimize ayıracak daha çok vakit bulmak bize iyi geldi diyebilirim.
- Urla’daki evinizde oğlunuz Can’ın karyolası gibi birçok mobilya sizin elinizden çıkmış… Var mıdır marangozluğa yeteneğiniz?
Ben önce tiyatrocuyum derim her zaman. Eskiden beri gerek dekorumuzun tasarımında gerekse imalatında sürece muhakkak dahil olmuşumdur. Yani elim çekiç tutar. Yapmak istediğim şeyin teknik çizimini çizer, malzeme listesini hazırlar, en uygun tedarikini sağlar ve üretimini yaparım. Elbette boya ve zımpara işinde eşim gibi bir güç de yanımda olunca yapamayacağım hiçbir şey yok. Bu süreçte kendi malzeme depomdan ayakkabı dolabına, oğlumun yatağından misafir odası somyası ve dolabına kadar pek çok gerekli şeyi keyifle imal ettim.
- Bağ bahçeyle de epey ilgilenmişsiniz… Bir şeyler yetiştirdiniz mi?
Belki de beni bu süreçte hem psikolojik hem de fiziksel olarak rahatlatan şey toprakla ilişki kurmak oldu. Biz de imkanlarımız doğrultusunda ilkbaharın gelmesini de fırsat bilerek pek çok sebzeyi daha tohumundan itibaren diktik, yetiştirdik ve mayıs ayı itibarıyla da soframızda, yemeklerimizde kullanmaya başladık. Yine oğlum Can için çok önemsediğimiz bir şeyi daha 2 yaşına gelmeden yapma fırsatı bulduk. Kendi elleriyle diktiği baş soğanları 2 ay sonra topladı ve kütür kütür yedi.
- Herkesin bir şeyler öğrenerek, bazı yönlerini törpüleyerek çıktığı bir süreçti. Sizde neler bıraktı o uzun karantina ve hâlâ süren pandemi?
Doğanın gücünü bir kez daha hatırladık... Büyük şehirlerde bazen ailemizi bile göremeden geçirdiğimiz çalışma hayatının aslında ne büyük hasarlar bıraktığını ve sağlıktan daha önemli bir şey olmadığını hatırladık galiba. Yani umarım hatırlamışızdır. Bir de evlerimizde belki de unutmaya başladığımız huzurlu çekirdek aile hayatının bizler için ne kadar önemli olduğunu.
- Her şey gibi aşk da evriliyor. Evlilik, aradan geçen zaman, ebeveyn olmak… Tüm bunlar aşkınızı ne yönde evirdi?
Aşk benim hayatımın her zaman olmazsa olmazı oldu. Okuma ve öğrenmeye olan aşkımdan tiyatroya ve oyunculuğa duyduğum aşka ve oradan da karıma duyduğum aşk gün geçtikçe katlanarak büyüyor. Hele ki şimdi Can’ın aramıza katılmasıyla bana göre dünyanın en güzel annesi Beyza’ya ve ailemize duyduğum aşk tarif edilemez.
- Kaygılarımızı yönetmenin zor olduğu bir süreç. Baba olmak daha fazla kaygılandırdı mı sizi? Can’la ilişkiniz nasıl?
Can doğmadan önce daha kaygılıydım diyebilirim. Onu nasıl büyüteceğiz, dünyaya faydalı iyi bir birey olarak nasıl yetiştireceğiz soruları kafamda dönüp dururdu. Ama şimdi onunla birlikte yolumuzu beraber çiziyoruz. Farkında olmadan o da bize birçok şeyi öğretiyor. Bizim evde çok sevdiğimiz bir söz var “Biz iyi bir takımız”.
- Pandemi devam ediyor ve “yeni normal” adıyla bulduğumuz formülle hayata karışmaya başladık. Siz önce setlere döndünüz… “Doğduğun Ev Kaderindir”de izliyoruz sizi, nasıl bir duygu setlere dönmek?
Elbette son derece temkinli yaklaşıyorum. Sağlık söz konusu olduğunda hele ki sizin dışınızda en yakınlarınıza bulaşabilme ihtimali olan bir salgın hastalık olunca gerçekten de yepyeni bir hayat yaşıyoruz artık. Ancak alınan önlemlerle ve sosyal mesafeyle hayata devam etmek mümkün. Setimizde de son derece sıkı önlemler alınıyor. Sürekli yaptırdığımız testler, hiç esnetilmeden uyulan maske, mesafe ve hijyen kurallarıyla çalışma hayatına kaldığımız ve özlediğimiz yerden geri döndük.
“Özel tiyatrolar için desteğe ihtiyaç var”
- Birçok tiyatronun ayakta kalıp kalamayacağını endişeyle izliyoruz. Bir tiyatrocu olarak bu olup bitenler neler düşündürüyor?
İşte bu konuda çok kaygılıyım. Salon kiraları, çalışan maaşları, SSK primleri, elektrik-su faturaları ve vergiler derken zaten ucu ucuna kendini döndüren pek çok tiyatro 7 aya yakın bir süredir perdelerini açamıyor. Turnelere çıkamıyor. Bilet satamıyor. Her birinin bize ve hayatımıza kattıklarını düşünerek devamını sağlamaları için önce bakanlık ve yerel idarelerin ardından özel sektördeki büyük şirketlerin ve sonra da seyircilerin muhakkak destek olması gerekiyor. Özel tiyatrolar için bu dönemde geçerli olacak ciddi desteklere ihtiyaç var. Her tiyatro kendi içinde belli kampanyalar yapıyor. Belki de bunların takibini yaparak ayakta kalmaları ve ileride de onları keyifle izlemeye devam edebilmemiz için yardım etmemiz ve desteklememiz şart.
“39 Basamak yol hikayesi oldu”
- Aynı zamanda bir tiyatrocu olarak da sahne hasretiniz “Akciğer” oyununuzun 26 Ekim’deki gösterimiyle son bulacak. İki kişilik, bol temaslı bir oyun. Temas etmek nasıl hissettiriyor? Hem sahneyle hem insanlarla…
Biz bu oyunu 5 senedir oynuyoruz ve inanmazsınız konumuz “Felaketlerle dolu bu dünyaya bir çocuk getirmeli mi?” sorusunu tartışıyor. Küresel ısınma, iklim değişiklikleri, çocukların sağlıklı yetiştirilmesi ve dünyadaki besin ve su kaynaklarının azalması derken şimdi de salgın hastalık konuşulur ve yaşanır oldu. İnsanlarla temasımız artık eskisi gibi değil evet ama biz toplum olarak da teması biraz fazla severdik. El sıkışmak yetmezmiş gibi sarılır üstüne de muhakkak öpüşürdük artık daha mesafeli olacağız. Bizlerse sahnede testlerini ve kontrollerini yaptıran oyuncular olarak görevimizi yapmaya devam edeceğiz.
- “39 Basamak”ı da birden fazla izleyen seyirci sayısı çok fazla. Bir plan var mı dönüşüyle ilgili?
“39 Basamak” bizim için bir yol hikayesi oldu. Hayatımızın yolunu çizerken artık o da bizimle var olacak. Sağ olsunlar seyircimiz bizi hiç yalnız bırakmadı. Hem de her oyunda bir tek boş koltuk bırakmadan. “39 Basamak” da devam edecek ancak bir süre yanınızdaki koltuk boş olacak.