Geçenlerde gazetede yayınlanan bir habere göre hükümet ithal şaraplardaki maktu ÖTV’yi azıcık artırmış, nisbi ÖTV’yi ise sıfırlamış. Çok iyi etmişler. Hem üretici hem tüketici bu işten kazançlı çıkar. Tüketici kazanır çünkü kaliteli ithal şarapların fiyatı daha makul hale gelecek. Tüketicinin seçenekleri artıyor.
Ayrıca bilimsel olduğunu iddia edemeyeceğim ama yıllardır yaptığım bir gözlem var. Ucuz ve kötü şarap çabuk ve çok içiliyor. Kaliteli şaraba alışan damaklar ise kürekleri aheste çekiyor ve makul ölçüde şarap tüketiyor. Şarap daha yoğun, derin ve bitimi uzun olunca yudumlar da daha küçük ve iki yudum arası geçen zaman daha fazla oluyor. İnsanlar sarhoş olmak için değil, zevk için şarap içiyor.
Üreticinin önündeki iki engel
Üretici de bu işten kazançlı çıkar çünkü kaliteli şarap üretmek isteyen üreticinin önündeki en büyük iki engel korumacılık ve şarap konusunda genel bilgi düzeyinin düşük olması. Sadece iç pazar için üretim yapılınca “Keçi Abdurrahman Çelebi oluyor” yani dış piyasada esamesi okunmayacak şaraplar iç piyasada havalarını basıyorlar.
Ne zaman ki Türk şarapları dünyanın önde gelen, Michelin yıldızlı lokantalarının listelerinde boy göstermeye başlar, o zaman şarapçılığımız ile övünebileceğimiz günler gelmiş demektir.
İşin güzel tarafı bugünler çok uzakta olmayabilir çünkü şarapçılığımızın önde gelen oyuncularının bazıları bu gerçeklerin farkında. Sadece iç pazara yönelik bir gelişme stratejisi ile geleceklerini güvence altına alamayacaklarının bilincindeler. Artık “Ben şarap uzmanı vinolog-onolog’um” diyen her yabancıyı kurtarıcı olarak görmüyor ve giderek daha kaliteli yabancı uzmanlarla çalışmaya başlıyor.
Bu çabaların sonunda da yavaş yavaş da olsa bile bizde de, aşağı yukarı perakende 25-30 dolar fiyatı olan ama yurtdışında yine bu fiyata bulabileceğiniz şaraplarla boy ölçüşebilecek şaraplar çıkmaya başladı. Bugünlerde piyasaya çıkacak bazı şarapları deneme şansım oldu.
Tavsiye etmek istediğim bir şarap DOLUCA 2007 SIGNIUM.
2006 Signium’u da ciddi bir çaba ürünü olarak değerlendirmiştim. Aradan geçen bir sene içinde bu şaraba ek bir boyut eklenmiş ve daha zarif, kadifemsi dokulu hale gelmiş.
2007 Signium da Doluca’nın kendi bağlarından gelen üç üzümün kupajı. Şiraz ve Denizli’de üretilen Boğazkere her ikisinde de var. Ancak 2007’de Merlot yerine Alçıtepe bağlarından gelen Cabernet üzümlerini kullanmışlar.
2006’ya göre daha yoğun ve dolgun bir şarap bu. Ben şahsen Avustralya damak tadına uygun ve onların sık sık yaptığı Cabernet-Şiraz kupajlarını nadiren beğeniyorum. Öte yandan sanki az miktarda ve Denizli’de ekili bağlardan gelen Boğazkere bu şaraba ilginç bir boyut, bir derinlik kazandırmış. Her ne kadar şu anda damakta meşe tadı biraz baskın olsa bile tanenler yumuşak ve iyi yontulmuş. Kanımca bu sene sonunda mangalda pişen ‘tam yağlı biftek’ partilerine keyifli bir şekilde eşlik edecek bir şarap bu.
Ciddi bir çaba ürünü
Kayra da, benzer bir kupajdan 2007 IMPERIAL’i üretti ve ben daha önceki bir yazımda bu şarabı okuyucularıma tavsiye etmiştim. Sanırım bu iki şarabı önümüzdeki yıllarda kıyaslamak ve hangisinin daha iyi yıllanacağını görmek çok ilginç bir deney olacak.
KAYRA Imperial’in yarı fiyatına gerçekten şahsiyeti, yani kendine özgü bir kimliği olan ve tadan yabancı uzmana ‘ilginç’ dedirtebilecek bir şarap çıkarmak üzere piyasaya.
Vintage serilerinden 2007 Öküzgözü.
Ciddi bir çaba ürünü bu şarap. Damakta akıcı ve kalıcı. Doku olarak oldukça yoğun. Burunda benim vasat kalitede Öküzgözülerinde tespit ettiğim ‘olgunlaşmamış yeşil domates’ kokusu yok. Bu şarabın takdir ettiğim bir tarafı da meşe fıçı kullanımının doğru ve yerinde olması. Tahminimce fazla tütsülenmemiş fıçılar kullanmışlar ve şarabın fıçıda geçirmesi gereken süreyi iyi ayarlamışlar. Maalesef birçok üretici, Türk damak tadına uyduralım derken şarabı fazla süre ve aşırı tütsülenmiş meşede bırakıyor ve ortaya dengesiz şaraplar çıkıyor.
Genellikle Öküzgözü içimi yumuşak ve lezzet açısından adeta genç bağ Grenache (Doluca DLC serisinden üretiyor) ve Gamay arası bir yerde olan bir şarap. Ama demek bağcılık adam gibi olunca ve üretim aşamasında da şarap kazaya uğramayınca bir yandan Öküzgözüne özgü narin doku korunup, diğer yandan adeta Syrah üzümünün güçlü yapısı ve baharatımsı bitimini andıran bir şarap üretilebiliyormuş.
Piyasaya çıkmak üzere olan diğer kayda değer şarapların pek çoğunu da BÜYÜLÜBAĞ üretmiş.
Büyülübağ 2008 Chardonnay benim ‘dürüst’ diye adlandırdığım, başkasına özenmeyip teruarı yansıtan Chardonnay’ye iyi bir örnek. İyi bir Fransız Bourgogne’unun asidite ya da mineralitesine sahip değil ama lezzeti berrak, damakta dengeli ve zarif bir Türk Chardonnay’si.
Büyülübağ’ın rezerv Cabernet’si kanımca burundaki olgun erik, Frenk üzümü, tütün, hardal otu, az işlenmiş deri aromaları ve oldukça yoğun gövdesi ile ülkemizde üretilen Cabernet’ler arasında Fransız Bordeaux’larına en çok benzeyeni. 2007 de en az 2005 kadar iyi. Asidite biraz düşük olduğu için önümüzdeki beş sene içinde tüketilmesi lazım diye düşünüyorum ama şu anda bile meşe tadı iyi entegre olmuş olduğu için tıpayı açmak için fazla beklemek gerekmez.
Büyülübağ’ın Avşa Ada’sındaki bağlarından gelen 2007 Cabernet Sauvignon ve 2008 Syrah ise bence Rezerv Cabernet’ye göre, daha iyi demiyorum, ama daha ilginç şaraplar. Yani ben bunları yudumlarken “Hah bu ülkemde üretilen ve başka bir teruarda kolay kolay bulamayacağım bir lezzet” diye düşündüm. Cabernet özellikle dengeli, ilk izlenim yumuşak ama mid-palette denen orta damakta şarap inişe değil, çıkışa geçiyor. Yani belli bir derinliği olan ve bitimde azıcık bile olsa topraksı-mineral bir boyutu olan ‘entelektüel’ bir şarap. 2008 Syrah’a gelince ilk izlenimim olumlu ama içtiğim sırada bu şarap henüz çok yeni şişelenmiş olduğu için şimdilik bir sonuca varmak istemiyorum.
Öte yandan çıkardığım bir sonuç var. Biliyorsunuz şarapçılığın anavatanı Anadolu. 5-10 sene içinde bu gerçeği dünyada çok şarapsever hatırlayacak gibi geliyor bana.