İspanyol kadın yönetmen Iciur Bollain’in ‘Yağmur Bile’ filmini izlediniz mi?
Film uluslararası tekellerin hükümeti satın aldığı ve istedikleri gibi at koşturdukları bir Güney Amerika ülkesinde suyu özelleştirme girişimi karşısında yerli halkın direnişini akıcı bir sinema diliyle perdeye taşıyor. Filmde artık tarihe karışmış kolonyalizm yani başta altın olmak üzere ham madde talanına dayalı sömürü düzeniyle günümüzün global ekonomisinin gerisinde yatan haksız rekabet ve bölüşüm düzeni arasına kurulan paralellikler belki tartışılır, ama bazı benzerliklerin olduğu yadsınamaz.
Kesinlikle yadsınamayacak bir olgu var. Bir doğal kaynak olan suyun stratejik önemi. Hiç şüpheniz olmasın. Günümüzde savaşlar daha çok stratejik metaller (Afganistan) ve petrol (Ortadoğu) kaynaklarının ele geçirilmesiyle ilgili, ama ileride su kaynaklarının kontrol edilmesi ana unsur haline gelecek ve gelmekte.
Bunlar derin ama her nedense ülkemizde pek tartışılmayan konular. Tartışılmayan bir konu da lokantalarda içtiğimiz su. Her şeyden önce içtiğimiz sular pet şişelerde geliyor.
Yurt dışında cam şişede
Plastiğin sağlığa zararları ortada. Çevreye zararlarını da herkes biliyor. Ben yurt dışına çıktığımda hiçbir lokantada pet şişede su verilmediğini, içme sularının hep cam şişelerde geldiğini görüyorum.
İkinci ve tartışılmayan bir olay da içtiğimiz suların kaynakları ve içerdikleri mineral zenginlik. Çocukluğunuz nerelerde geçti? Hiç karlı dağlarda tırmanıp oradaki doğal kaynaklardan, doya doya su içtiğiniz oldu mu? o suların lezzetini günümüzde size pet şişeler içinde sunulan sularda bulabiliyor musunuz?
Ben şahsen bir tek cam şişede sunulan ve güzel bir dizaynı olan Kestane suyunu beğeniyorum. Ama onu da Sarıyer dışında hiçbir yerde bulamıyorum. Hele hele en çok su tükettiğimiz yazın, evimin olduğu Adalar’da bu suyu hiç bulamıyorum. Elalem su konusunda çok bilinçli. Ne içtiğini ve içtiği suyun içinde ne olduğunu biliyor.
Bizde ise bu konular adeta tabu.
Su mönüsü çok seçenekli
Bu yazıyı yazarken Roma’daki La Pergola lokantasında aldığım su mönüsünü inceliyorum. Bizim lokantalardaki şarap mönülerinden daha detaylı ve zengin. Tam altı sayfa ve 25 ayrı seçenek veriyor. Listedeki tüm sular doğal kaynak suyu. Seçenekler hem suyun geldiği bölgeye veya ülkeye hem de mineral özelliklerine göre kategorilere ayrılmış.
Bir litre su 180 derece sıcaklıkta kaynatıldıktan sonra geriye ‘total dissolved solids’ (eritilmiş katı madde) denen mineraller tuzla kalıyor. Bu kalıntı (Residue) litre başına 50 mg altındaysa o su az mineral içeren yumuşak su. 50mg/I ile 500 mg/I arasıysa ‘oligomineral’ su ve 500 ila 1500 mg/I arasıysa mineralli kaynak suyu.
La Pergola lokantası tüm yemeklerini de doğal kaynaklı sularda pişiriyor ve yemekte minerali az suları tercih ediyor.
Listedeki her suyun altında bir paragraflık açıklama var. Geldiği kaynak, içindeki eritilmiş katı madde miktarı ve hangi minerallerin ön planda olduğu ve hatta hangi sıcaklıkta içilmesi gerektiği bile yazıyor.
Örneğin İtalya’nın Aldo Adige bölgesinde, Bolzano’da çıkan Kaiserwasser. Denizden 1200 metre yükseklikte ve eritilmiş katı madde miktarı 770 mg/I. Oda sıcaklıgında içildiği zaman lezzeti ortaya çıkıyormuş.
Ben listedeki suların aşağı yukarı yarısını denedim. En sevdiklerimden biri İtalya’nın Piemonte bölgesinden gelen Lauretana. Son derece yumuşak çünkü içindeki katı madde çok düşük. 14 mg/I. Kana kana içiyorsunuz. Aynı geçmiş güzel zamanlarda dalgalarda bulunan doğal sular gibi tadı var.
İyi ve kötünün farkı
Sevdiğim bir diğer su da Fiji Adaları’ndan gelen Fiji. Bu oligomineral bir su çünkü oran 210 mg/I. Fiji Adaları’nda ne hava kirliliğine de asit yağmuru var. Endüstri gelişmemiş ve Adalar en yakın kıtadan yüzlerce mil uzakta.
Bu su yer altında ve son derece derinde olan ve katman katman kayalar ve killi toprak altında yatan bir kaynaktan geliyor. Yüzeyde en ufak bir açıklık ve delik olmadığı için de temiz kalıyor. İnanılmaz yumuşak ve temiz bir tadı var. Mineral açıdan zengin olmasına rağmen.
Bir de Japonya’da gelen Filico var. şişesi dünyanın bir numara artizanal cam üreticisi Swarovski’nin imzasını taşıyor ve o yüzden çok pahalı. Deneyemedim.
La Pergola mönüsünde yazıyor. Tüketilen tüm cam şişeler üreticiye tekrar geri gönderilip yeniden kullanılıyormuş. Yani bizdeki pet şişeler gibi denizleri ve sokakları kirletmiyorlar. Bizim sucular ucuz olsun diye doğayı kirletirken ve doğal kaynaklarımız giderek kirlenirken, acaba içme suyu ithal etmeye mi başlasak?
Hem seçeneklerimiz artar hem ülkede iyi ve kötü arasındaki farklar ortaya çıkar.
Ne dersiniz?