Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kılavuzu karga olanın...    Her şey gibi karga da “high tech” oldu artık.  Ama bu yeni tip karga sesi güzel olsa bile eskisinden beter.  Adi GPS. Modern pusula. Güya sizi en kısa zamanda,  kestirmeden, gideceğiniz adrese götürüyor. Mekanik bir sesin emirlerini dinlemeniz ve dediğini yapmanız yeterli.
Biz de öyle yapıyoruz.
Ve de bataklığa saplanıp kalıyoruz.  Korkunç da bir sağanak.
Gün 23 Mart. Bu yazıyı yazdığım gün.
Mekân İtalya’nın geri kalmış bir bölgesi:  Marche.  Lazio ile Bologna arasında bir yerlerde.  Adriyatik kıyısında, dağlık bir bölge.
Neden mi buradayız?
Çünkü ben Kurni adlı bir şarabın methini çok işitmişim ve İtalya’dan bu şarabı tatmadan ancak ölüm çıkar diyorum.  Şarabın üreticisi Marco Casoneletti ve eşi bir de küçük lokanta işletiyorlar.  Sadece cuma ve cumartesi akşamları ve pazar öğlenleri açık olan bu lokanta İtalya’daki en iyi 15 Trattoria’dan biri sayılıyor. Adi Oasis Degli Angeli  yani Meleklerin Vahası.  Cupra Marittima denen küçük bir şehirde ve etrafı bağlarla çevrili bir çiftlik evinde.
İki ay önceden ve büyük zorluklarla rezervasyon yapmışım.
Bulunduğumuz ve şaraplarını tatmak için burada olduğumuz Montefalco kasabasından mesafesi 2.5 saat.
Kaybolup bataklığa saplanmamız sonucu bu süre 2.5 saat - 4 saat oluyor.  Sonunda bir mucize gerçekleşiyor ve lokantayı buluyoruz. Sadece yedi masa var.  Bizim masamızı kimseye vermemişler ve son derece sıcak bir şekilde karşılıyorlar bizi.  

Bahar çiçekleri bukesi...

Önümüze konan ilk şarap dağlık yöreden gelen ve adını hiç duymadığım Pecorino adlı üzümden yapılan 2006 Pistillo. Üretici Pederi San Lazzaro.
Bahar çiçekleri bukesi,  tropikal meyveleri anımsatan tadı ve kadifemsi dokusu ile sanki daha önce bir yazımda bahsettiğim Fransız Condrieu şarabı içiyorum. Hiç bilinmeyen bir bölgede ve bilinmeyen yerel bir üzümden ne şarap yapıyor adamlar!
Condrieu benzetmesi Marco’nun çok hoşuna gidiyor.  Kendisi de Rhone vadisinin şaraplarını çok seviyormuş. Kurni adını verdiği şarabı da hem bu bölgede hem de Abruzzo’da yetişen ve kimsenin pek yüz vermediği Montepulciano adlı üzümden yapılıyor. Marco yerel üzümlerden dünya çapında şarap yapılacağına inanıyor.
Eşi Bayan Rossi de sadece yerel ve organik ürünleri kullanıyor mutfağında. Mönü yok. Günlük tabldot var.
Yediğimiz her şey birbirinden lezzetli. Önce yerel ve Egelilerin akkiz dedigi ota benzeye bir ottan nefis bir sufle. Balkabağı sosu ile. Sonra kendi yapımları olan ve hiç katkı maddesi olmadan yapılmış enfes bir şarküteri tabağı. Acaba ne oldu bizim ev yapımı sucuklarımıza?  Arkasından muhteşem bir enginar çorbası. İçinde enginar parçaları,  yaban kuşkonmaz ve üstünde prosciutto parçaları. Metalik (enginar), acı (kuşkonmaz), tatlı ve yağlı (prosciutto) lezzetler arasında öyle bir harmoni sağlanmış ve her şey hem kendi başına o kadar lezzetli hem de bütün olarak muhteşem ki, insan şapka çıkarıyor.
Bu ilk üç öğün ile dediğim beyaz şarabı içiyoruz.
Sırada bıçak kesimi dana kıyması ve domates ile hazırlanmış lazanya var. Aynen bizim su böreği gibi açılmış hamur. Nem oranı yüksek olduğu için fırında kurumamış.
Sonra da odun ateşinde tüm olarak pişen enfes bir kuzu tandır. 18 kiloluk bir kuzu imiş. Lezzeti kıvırcık gibi.  Yanında patates ve bahçeden yeni koparılmış ıspanak.
Bu iki yemek ile Marco 2005 Kurni açıyor.

Sulandırılmış reçel gibi...

İnanılır gibi değil.  Hani yoğun ve gövdeli şarap diyoruz ya.  Bildiğiniz en yoğun şarabı düşünün. Sonra 10 ile çarpın. Yoğunluğu sıvıdan çok sulandırılmış bir reçel gibi. Bir yudum alın bardakta “bacak” denen izleri kalıyor. İçtiğim en viskozitesi yüksek şaraplardan biri. Damakta da böğürtlen ile vişne şerbeti arası bir tat bırakıyor. Bitim o kadar uzun ki bir yudum aldıktan sonra insan su içme ihtiyacını duyuyor.
Bağlar 90 yıllıkmış. Verim de o kadar düşük ki Marco 10 hektarlık bağlardan senede beş ilâ altı bin şişe arası Kurni üretiyor.
Acaba bu şarap nasıl yıllanır diye soruyorum.
Marco cevap olarak önüme üç şişe getiriyor. 1997, 98 ve 99.  Üretime başladıkları yıl 97.  Bundan önce toptan satıyorlarmış üzümleri.
Önüme gelen üç şişe de beş gün önce açılmış. Ama okside olmamışlar. O kadar yoğun şarap.
97 derinlik ve denge açısından tepe noktaya çıkmaya yakın. 98 dünya çapında.  Tütün,  katran, çam ağacı gibi ikincil aromaları gelişmiş. Asiditesi çok yüksek olduğu için iri gövdesini çok iyi taşıyor. Bitimde de insanın ağzında tatlı baharat ve mineral lezzetleri kalıyor.  Marco da 98’i daha bebeklik aşamasında olan 2005 ile birlikte en başarılı şarabı buluyormuş. 99 ise daha yıllanmaya bile başlamamış. Sanki piyasaya yeni çıkmış.  Marco’ya bunu torunlarımız içer artık diyorum, gülüyor.
Gerçekten cep yakmayan hesabı ödedikten sonra bir şişe 2005 satın almak istiyorum.  “Rica ederim, hediyemiz olsun” diyor Marco.
Bir dahaki sefere ben de ona Aslan Sütü hediye edeceğim.
Oasis Degli Angeli: * * * * *