40 senelik gelenekler kolay değişmiyor demek. Kendine özgü, meyhaneyi meyhane yapan kaliteli meze geleneği, İmroz’da devam ediyor
Bence İmroz bir mucizeyi gerçekleştiriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, dört katlı ve günde belki bin kişiye servis yapan bir yerde adam gibi yemek değil, kafeterya yemeği olur. Özen gösterilmez. Garsonlar merdivenleri aşındırmaktan helak olur ve nefes nefese kaldıklarından masalara servis yapacağım diye milletin kafasına yemekleri döker. Masanız öksüz kalır, ne zaman ne geleceği belli olmaz, ısmarladığınızı değil, bulduğunuzu yersiniz.
Allah ziyade etsin, İmroz öyle bir dolup taşıyor ki bu kalabalık, gürültü ve curcunada cinayet işlense kimsenin ruhu duymaz. Merak etmeyin, İmroz’da cinayet işlenmiyor... Ne gerçek anlamda ne de gastronomik anlamda. Belki sadece bizde ve Çin’de olabilecek bir mucize gerçekleşiyor. Tüm eksiler artılara dönmüş.
O gürültü, patırtı, curcuna gerçek keyfe dönüşüyor. İnsanlar kendilerini zorlamadan şölen havasına giriyor. Keyifler yerinde, herkes içiyor ama sarhoş kimse yok, tam tersine müşteriler birbirlerine nazik davranıyor ve dar alanda başkalarının yürümesi için kendi sandalyelerini ayarlıyor. Garsonlar değme balerinlere taş çıkaracak bir ustalıkla vals eder gibi bir orada bir burada ve devamlı hareket halinde eğilip bükülüyor, mucizeyi gerçekleştiriyorlar. Masanız donanımlı, boşalan
bardağınız hemencecik
doluyor.
Kaliteli meze geleneği
İşte gerçek meyhane bu.
İşte İstanbul’un kozmopolit geçmişini en iyi özümsemiş ve onu ileri kuşaklara taşıyıp gastronomik alanda yüzümüzü ağartıp farklılığımızı yaratacak kurum bu!
40 senelik gelenekler kolay değişmiyor demek. Özellikle de 80’in üzerinde olduğunu düşündüğüm Yorgo Bey’in iş ahlakına sahip olan oğlu, Yunanistan’dan gelip aile işinin başında durmaya karar vermiş olunca...
İnanılır gibi değil ama kendine özgü, meyhaneyi meyhane yapan kaliteli meze geleneği de devam ediyor. Mezeler taze, lezzetli ve bol.
Kendi suyunda marine tarak her yerde bulunmaz. Bu kadar lezzetli bir dana dil de. Yanındaki ev yapımı hardal ‘benim’ diyen Fransız Dijon hardalı ustasının gözünden yaş getirir, sizin de getirsin. Biri niye ağlıyorsun derse, “Gerçek meyhanelere ne oldu?” diye düşünüp ağladım, dersiniz.
Böylesine zor rastlanıyor
Lakerda çok ince kesilmiş ama hiç fena degil. Patlıcan salata güzel. Kavun ve beyaz peynir özenle seçilmiş. Beyin salata özellikle taze ve lezzetli. Her yerde yapıldığı gibi aşırı haşlanmamış. Böylesine artık zor rastlanıyor.
Gene az rastlanan bir başka meze de yeşil zeytinli ve diri ahtapot salataları.
Köpoğlu ve midye dolması ‘olmazsa olmaz’ rakı mezeleri. Her ikisi de belli bir çizgiyi tutturuyor.
Ara sıcak olarak yapraktan kuzu ciğer geliyor önümüze. Tamam, Edirne’de dürüst insan ve büyük Usta Kazım Bey’in ciğercisinde değiliz ama İstanbul’da “Ben bir numarayım” diye bağırıp çağıran kaç ciğercide bu düzeyde lokum gibi ciğer bulursunuz?
Benim rakıyla çok sevdiğim bol pul biberli ve gerçek tereyağlı minik taze karides güveç de burada hakkıyla yapılıyor. Sosuna ekmek banıp yemek de ayrı bir zevk.
Mesaj: “Gene gel abi”
Sonra adam gibi bir paçanga böreği. Herkesin yaptığı gibi sanki havyar ikram edercesine pastırma kırıntıları yok içinde, pastırma var. Yağını çekmemiş, fazla pişip de yanmamış. Çok lezzetli.
Bu kadar mezeden sonra belki ana yemeğe ihtiyaç yok ama Allah için tekir tavaları da yabana atılmaz. Ateşi çok iyi ayarlamışlar. Dışı kıtırlaşırken içi kurumamış. Kum tekirleri taze.
Hesap gelince de buranın neden dolup taştığını anlıyorsunuz.
Cüzdanınızı alıp sizi kışkışlamıyorlar. Fiyat makul. Verilen sessiz mesaj “Gene gel abi.”
Sizin içinizden geçen de şu: “İnşallah. Geliriz ve dostları da getiririz birlikte.”