Yaşadığımız çağda bence üstüne biraz kafa yorulması gereken tedirgin edici bir gelişme var.
Sorun uzmanlaşma ve uzmanlar ile ilgili.
Elbette ki teknoloji geliştikçe yeni uzmanlık alanları ortaya çıkacak ve yeni beliren ihtiyaçlara paralel olarak da uzman sayısında bir artış olacak.
Uzmanları denetlemek bir yerde çok zor. Bu hem vakit hem de bilgi işi. Uzmanlık alanına giren konuyu öğrenmek zorlaştıkça ve hem vakit hem de nakit gerektirdikçe uzmanlar ile sade vatandaşlar arasındaki bilgi uçurumu açılıyor.
Geleneğimizin parçası
Tabii uzmanlar kamu yararına çalıştıkça biz kendimizi güvende hissediyor ve onların uzman konumunu sorgulamıyoruz. Dahası bu kimselere büyük paye veriyor ve onları el üstünde tutuyoruz.
Türk toplumu uzmanlara gösterilen saygı açısından ibret vericidir. Hocalık yapmayan birçok uzmana verilen “hocam” payesi ve bu deyimde ifade bulan hürmet duygusu bizim geleneğimizin bir parçasıdır.
Ama ne var ki uzmanlar her zaman kamu yararına çalışmıyorlar. Bazen giderek içe kapalı ve gerçeklerden kopuk bir hale geliyorlar. Bazen de dar fakat varlıklı kesimlerin çıkarlarına hizmet edip asli işlevlerini unutuyorlar. Bazen de bunun her ikisi birden oluyor.
Aynen tüm dünyanın başına bela olan ekonomik krizde olduğu gibi. Batının en önde gelen ve bazıları Nobel ödüllü iktisatçıların finans sektoründe gerçekleştirdikleri sözüm ona reformların faturasını şimdi bu işte kabahati olmayan bizler ödüyoruz.
Peki ya şarap ve yemek uzmanları işlerini nasıl yapıyor?
Bu konuların gerçekten uzmanlık alanı olup olmadığı, öyle ise bu uzmanlığın niteliği gibi soruları bir kenara bırakalım. Bu ‘uzmanlık’ alanlarına neden birdenbire ihtiyaç duyulduğunu soralım.
Kanımca iki ana nedeni var. Bir tanesi giderek küçülen aile yapısı ve kadınların iş dünyasına gitmesi sonucu insanların daha sık dışarıda yemek yemesi ve iyi tercihler yapma konusunda gösterdikleri titizlik.
İkincisi de bu konunun kendi haline bırakılamayak kadar önemli olduğunun anlaşılması. Daha doğrusu yeme içme sektörüne yatırım yapanların bunu anlaması.
Şurası yadsınamaz bir gerçek. Yemek ve şarap eleştirisinin kitlelerin tercihlerini etkilemekte inanılmaz bir gücü var.
Hâlâ aklımdadır. Washington D.C.’de şarap aldığım Mc Arthur dükkanında şahit oldum. Adam 1990 Chateau Montrose şarabı satın almış bir kasa. Şişesi 30 dolar. Beğenmemiş ve 11 şişeyi iade etmiş. Sonra uzman uzman Parker şaraba 100 üstünden 100 vermiş. Adam gelip 11 şişesini geri almış. Ama tanesi 200 kağıttan!
Böyle bir güç ortaya çıktığı zaman tabii bunu kontrol etme ve bazı dar çıkarların istediği yönlere çekme çabaları da oluyor ve olacaktır.
Kuvvetli bir iddiada bulunayım. Yemek ve şarap eleştirmenleri ancak bu çabalara karşı koyup bağımsızlıklarını korudukları oranda bu alanlar halk kesimleri tarafından gerçek uzmanlık alanı kabul edilecek ve eleştirmenler saygı görecek.
Acaba eleştirmenler sorumluluklarının farkında mı? Önlerindeki tarihi fırsata cevap verecek çapta insanlar mı bu konuların ‘uzman’ları?
Gidişat doğru değil
Bu alanda ülkemde bir oyuncu olduğum için ahkâm kesemem. Boynum kıldan incedir. Öte yandan Batı dünyası ile ilgili vardığım sonucu sizinle paylaşmak isterim.
Bence Batı dünyasının önde gelen şarap eleştirmenleri işlerini iyi yapıyorlar. Sektöre katkıları pozitif.
Yemek eleştirisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Uzman geçinen kimseler gastronominin sonunu getirmek için adeta birbirleri ile yarışıyorlar.
Gidişat doğru değil. Bir lokanta dünyada bir numara ilan edilir ve onun aşçısı TIME dergisi tarafından “dünyanın en etkili yüz adamı” arasına giren tek İspanyol olursa elbette ki gastronomi alanındaki genç yetenekler o girişimci-aşçı-dahi sanatçıyı kendilerine örnek alacaklardır (adı Feran Adria).
Peki bunun sonucunda ne olacak. Gastronominin sonu gelecek çünkü iyi yemek demek kaliteli ve doğal malzemeye dayanır. İyi şarabın ancak doğru teruardan elde edilebileceği gibi temel bir gerçektir bu.
Feran Adria bu gerçeği gizlemek ve hedef saptırmak için elinden geleni yapıyor. Arkasında da başta donmuş gıda sanayi olmak üzere çok güçlü destekçileri olduğu için kimse “Que Vadis” demiyor.
Kaderin cilvesine bakın ki bir Türk gazeteci, üstelik bu konuda hiçbir iddiası olmadığını söyleyen bir gazeteci kalkıp “Hey Kral aslında çırılcıplak” diyebiliyor.
Adı Selahattin Duman.. Vatan gazetesinde El Bulli üstüne yazdığı dört yazıdan bahsediyorum. 12-15 Ağustos’ta.
Haftaya bu konuya devam edeceğim. Bu arada okuyucularımın bahsettiğim yazıları eğer okumamışlarsa okumalarını öneririm.