Tanrım, düşmanlarımla ben başa çıkarım. Sen beni dostlarımdan koru!
Bunu kim demiş hatırlamıyorum, ama besbelli bilgi, görmüş geçirmiş biri söylemiş.
2-3 hafta önce Sedat Ergin’den bir mesaj geliyor: “Acele ara lüften.”
Arıyorum, “Seni Bodrum’a yollamak istiyorum bir haftalığına” diyor. “Oradaki hayat hakkında izlenimlerini yazar mısın?”
Etme, eyleme, ben evli barklı, kız çocuğu babası, kendi halinde, içki ve kumar hariç hiç kötü alışkanlığı olmayan biriyim... falan... dinlemiyor.
“Vedatçığım, sen Berkeley Üniversitesi’nde sosyoloji doktorası yapmış, hatırladığım kadarıyla da 1990 yılında doktora tezi ABD’de en iyi tez seçilmiş adamsın. Eminim, senin gözlemlerin çok derin ve ilginç olacaktır. N’olur mahrum etme bizleri kendine özgü gözlemlerinden.”
Gözlem mi?
Aklıma geliyor. Sosyolojide kullanılan metodolojiler içinde benim en ilginç bulduğum “participant observation” denen yöntemdir. Yani gözlemlediğin olgu ya da süreç, her neyse, onun dinamiklerini anlayabilmek için o ‘oyun’a katılacak, gözlem yaptığın grubun içinde yer alacaksın. Öyle hariçten gazel okumak yok yani...
Tehlikeli bir iş degil mi bu?
Hem de ne biçim! İşin sonunda rezil olmak da var, vezir olmak da.
Şimdi, Türkbükü’ndeki üçüncü günümün sonunda bendeniz daha çok birinci gruba giriyorum.
Yapmak istediğim “bilimsel” ve ciddi analizler.
Kimsenin bilmediği müthiş tespitlerde bulunmak ve bunu ciddi istatistiklere dayandırmak istiyorum.
Ne gibi mi? Örneğin, Bodrum’la ilgili medyanın es geçtigi bir gerçeği şu şekilde ögrencilerime anlatabilirim: “Çocuklar, aslına bakarsanız Bodrum olayı toplumun üst gelir düzeyindeki ana babaların oğullarına-kızlarına hazırladıkları bir tuzaktır. Gençlerin artık büyükleri dinlemediği ve görücü usulü evliliklerin istisna olduğu bir çağda kapitalist bir toplumda üst burjuva kesimine özgü imtiyazlar ancak doğru evlilikler, yani aynı sınıftan kimselerin hayatlarını birleştirmesiyle sağlanır. Çok varlıklı kimselerin çocuklarını, ceplerine binlerce lira para koyup Bodrum’a yollamasının nedeni de budur.
Paraya dayalı ‘sosyal ayrımcılık’ Bodrum-Türkbükü gibi yerlerde çok etkin bir şekilde işlediği ve ‘in’ yerlere ancak bu kesimlerin çocukları girebildiği için bu gençler kendi aralarında, belki kendileri de pek farkına varmadan bir klan oluşturmakta, bu klanın üyeleri de hep birbirleri ile çiftleştigi için sermaye birikimi arzulanan yönde ve gereksiz kazalara uğramadan devam etmektedir”.
Alan memnun, satan memnun, bu kesimle ilgili magazin haberlerini okuyan kesim de memnun.
Ancak bir tek memnun olmayan, bendeniz.
Neden mi?
“Participant observation - gözlemlediğin sürecin içinde yer al” dersinde ögrencilere söylediğim gibi gözlemde bulunan kişi, gözlemlediği süreçten etkilenir. Değişime uğrar.
Bana garip şeyler oluyor
Amerika’da “white trash” denen alt seviye ve rezil beyaz kesimin yaşamını incelemek için, onların arasına giren ve kendini korumak için boks yapmasını ögrenen bir sosyoloji profesöru arkadaşı hatırlıyorum. Üniversiteye döndükten sonra da bir süre her cümleye “anasını ...” diye başlar ve ofisinde havaya yumruk sallarken aynada kendisini seyrederdi.
Vallahi bendenize de garip şeyler oluyor.
Bir kere çok pahalı ve şimdiye kadar hiç alışık olmadığım alışkanlıklar ediniyorum.
Örneğin gözlemlediğim kesimin nasıl yaşadığını - neler hissettiğini falan anlamak için de-toksifikasyon, volkanik taşlarla masaj, refleksoloji falan yaptırırken ve yaptırdıktan sonra iyice gevşiyor ve “görev sürem” bittikten sonra bu lükslerden feragat etmek zorunda kalacağımı düşünerek mutsuz oluyorum.
Sonra sağlığım ve özgüvenim tehlikede. Sağlığım tehlikede, çünkü gözlem yapmak için o bar benim bu bar senin dolaşmak lazım. İçki içeriz dedik, ama “sünger gibi adamızdır” demedik. Bir de sigara dumanlarını ekleyin buna. İstanbul’a dönüşte detoksifikasyon seanslarımın faturasını Milliyet’e yollayacağim.
Görev uğruna!
Özguven dedik. Önce çeşitli barlardaki fiyatları gördükçe moralim bozuluyor ve çok fakir hissediyorum kendimi. Daha kötüsü de “kalabalığın içinde Fransız kalmamak için” tepinme zorunluluğu. İnanılmaz derecede kıvırtan ve ritim anlayışı olan gençlerin yanında garip hareketler yapan ve nefes nefese kalan bir tip. Bizim hanım, Bodrum’a geldiğinden beri çiroz tipi balıketinden yetiştirme çipura balıketine doğru epey mesafe kat etmesine rağmen gençlere iyi ayak uyduruyor.
Hanım dedim, bir de 40 yıllık evliliğimin yara alması durumu var. Sanki bütün güzel kızlar hangi saatte nerede olacağımı biliyorlar. En dekolte bikini ya da kıyafetleriyle devamlı karşıma çıkıyorlar. Ben de gözucuyla bile olsa bakmadan edemiyorum.
Tabii “kötü” bir niyetim yok. Yani onları dövmeyi, yaralamayı falan düşünmüyorum. Aklımdan hep “iyi” düşünceler geçiyor. Yüzde 99 erkeğin içinden ne geçerse o tip düşünceler. Ancak iyi niyetimi bizimkine anlatmakta güçlük çektiğimden devamlı böğrüme dirsek yiyorum.
Olsun. Görev uğruna insan nelere katlanır!