Sahne: Gündoğan Bodrum’da herhangi bir kumsal.
Oyuncular: 4 yaşında bir kız çocuğu ve 5 yaşında bir erkek çocuğu.
Birinci günkü oyun: Birlikte kum kalesi yapıp uslu uslu oynuyorlar. Kullanılan kazma, kürek ve kova küçük kıza ait.
Sonra erkek çocuğun babası ona denizde yüzen plastik bir tekne getiriyor. Çocuk tekneyi yüzdürmeye başlıyor. Böyle bir şeyi ilk kez gören küçük kız büyülenmiş gibi. O da oynamak istiyor tekneyle. İyice yaklaşıyor tekne sahibi oğlana. Ama oğlan kızı hafifçe itiyor ve oynamasına izin vermiyor.
Sonra kıyamet kopuyor tabii. Küçük kız kıskançlık krizi geçiriyor.”Neden benim teknem yok?”
İkinci günkü oyun: Aynı mekân. Ama bu sefer kız çocuğu plaja enfes bir tekne ile gelmiş. Kraliçelere layık, tabii ki pembe, bir tekne. Kendi başına oynuyor. Dün ona teknesini vermeyen erkek çocuğu biraz ileride kendi başına kumdan kale yapıyor ve küçük kızı fark etmiyor. Bunun üzerine kız çocuğu oğlana biraz daha yaklaşıyor. Ne kadar mı? Oğlan onu ve tekneyi fark edene kadar.
Zokayı yutuyor oğlan. Kızın teknesiyle oynamak istiyor.Kızdan müthiş bir ret. Bir yandan tekneyi kapıp babasına doğru koşarken diğer yandan da “arkadaşına” öyle bir bakış fırlatıyor ki herhalde “Veni, Vidi, Vici” diyen Julius Caesar’ın kazandığı savaşlardan sonraki yüz ifadesi herhalde hem bu kadar mağrur hem de karşısındakini küçümseyici bir şekil almamıştır.
İki sene önce yakından gözlemlediğim bir olaydan bahsediyorum. Yakından çünkü söz konusu kızın babası benim.
Bence bizim Ceylan işin özünü kavramış. Şimdiden olayı çözmüş.
İşin ustası olmuşlar
İşin aslı başkaları farkında olmadan, kendi halinde eğlenmek değil. Öyle olsa zevki çıkmaz olayın. İşin aslı bir nevi “teşhircilik”. Sende olanı öyle bir şekilde teşhir edeceksin ki başkaları hasetten yerin dibine geçecek. Olsun, çatlasın ve patlasınlar. Daha dün seni küçümseyen, onlar değil miydi? Amerikalıların dediği gibi “now, it is your turn baby”. Şimdi kendini ispat etme sırası sende arkadaş!
Ancak tabii bu teşhircilik işi de bir sanat. Bu işi kaba-saba yapanlar var. Biraz daha sofistike bir biçimde yapanlar var. Bir de bayağı bu işin ustası olmuş olanlar var.Birinci kategori, yani hâlâ çocuk kalmış tiplere epey rastlıyorsunuz Bodrum ve civarında. Ne oyuncakları varsa göstermek, görmezsen burnuna sokmak istiyorlar.
Bazen, “beach club”larda avazı çıktığı kadar telefonda konuşma biçimini alıyor. Örneğin: “Ona aldım, yüze sattım... İşini bileceksin”, “oğlum Ahmet ne salak adamsınız, bir gün uzaklaştık bir şey beceremiyorsunuz, ben olmasan ne halt edeceksiniz”, “abi kadın milletine prenses muamelesi çekersen tepene çıkarlar, bak ben süründürürüm onları ama hep peşimden koşarlar”.
Bayanlar biz erkekler kadar pespaye değiller. Onların teşhirciliği kaba değil. Daha çok güzel ve genç olduklarını başkalarına gösterip, daha da iyisi, başkasının ağzından bunları duyma ihtiyacı şeklinde ortaya çıkıyor bazı bayanların teşhirciliği. Bunun için de arkadaşlarına iltifatlar yağdırarak başlıyorlar işe.
“Cicim çok yakışmış tokyoların. Prada mı? Tabii ben de genellikle Prada alırım. Bu bikini Prada. Aman n’olacak bu ölümlü dünyada kendine yakışanı giyeceksin. Bak geçen gün adamın teki ben kızımla yürürken bizi iki kardeş sandı. Aynı yaşta duruyormuşuz.”
Kaba teşhircilik
Abartılı fiyatlardan yakınmak yerine tam tersine bundan gurur duyan ve harcadıkları para ile teşhirciliğin kaba bir biçimini sergileyenler de var.
“Orada kokteyller 60 Lira mı? Ucuzmuş birader. Biz geçen gün loca tuttuk gece kulübünde. Smirnoff getirttik. Adam başı 600’e geldi”
Bu tip konuşmalara kulak misafiri olunca aklıma “Yeni Rus Zengini” fıkrası geliyor. Hani Boris arkadaşına rastlamış. “Kaça aldın takım elbiseni?” “2000 euro mu?”. “Yazık etmişsin, aynısı falanca yerdeki butikte 4000 euro”.
Sofistike olanı da var
Bir de, teşhirciliğin oldukça alaturka bir biçimi var. Ne kadar “zengin” ve “insider” biri olduğunu 10 dakika önce tanıştığın birine “cömertlik” kisvesi altında buram buram böbürlenme kokan bir şekilde göstermek.
“Seni çok sevdim birader. Gece kulübünün en kralı... dır. Al hanımı git bu akşam. Şefik abi gönderdi de. Orada borumuz öter. Para işine karışma. Her şey benden”.
Bir de son derece sofistike bir teşhircilik turu var. Diyelim gittiğin sosyetik bir lokantada sana iyi masa verilmemiş ve garsonun tavsiye ettiği beyaz şarabı beğenmemişsin.
“Olmaz kardeşim. Hiç şarap kursuna göndermediler mi seni? Bu ahtapot ile ancak bir Meursault içilir. Nee? Meursault diye bir şey duymadın mı? Hayır, Chardonnay değil. Chardonnay diye bir şey aslında yoktur ki. Nee? Teruar ne öğretmediler mi size?“
Kimden öğrendi ki bizim Ceylan bu oyunun kurallarını?