Kadın-erkek ilişkilerine, aşka ve ayrılıklara dair her kitap, her film mutlaka ilgi görür çünkü herkes aslında kafasındaki soruların cevabını bulmaya çalışır.
Alın size onlardan biri daha…
‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’ son günlerin en çok konuşulan filmlerinden biri, zira enine boyuna düşüneceğiniz, üzerine bolca kafa patlatabileceğiniz sağlam bir ‘ilişki filmi’.
En başta oyuncuların hakkını vermek lazım, çok çok iyiler…
Henüz hiçbir kitabı yayınlamamış yazar ‘Arif’i oynayan Erdal Beşikçioğlu, daha önce görmeye alışkın olduğumuz sert rollerinin aksine, bu kez duygusal, silik bir adam...
Güya kadınlar, ilişkiler üzerine yazıyor ama pratikte sıfır!
Özgüvenli, özgür ruhlu, çekici mimar ‘Müzeyyen’i oynayan Sezin Akbaşoğulları ise ilişkideki her türlü klişeden uzak, sıra dışı bir kadın…..
Mesela “İyi bir kadın olmak çok yorucu” diyecek kadar net. Kayıtsız, adamı evcilleştirmeye çalışmayan, kıskanmayan, kendini anlatmayan, talep etmeyen, söylenmeyen, son derece rahat bir karakter. Ayrıca sevgilisine “Ben sana bakarım, canını sıkma” diyecek kadar maskülen.
***
Akbaşoğulları bir röportajında şöyle anlatıyor ‘Müzeyyen’i:
“Bizde kadınlar erkeklerden hayatlarını kolaylaştırmalarını talep eder. ‘Müzeyyen’ bu anlamda erkeklere ihtiyaç duymadan, kendi ayakları üzerinde durmayı bilen bir kadın. Kendi kendine yetebiliyor. Erkekleri ihtiyaç duymaktan ziyade, istiyor. Özgüvenli…”
‘Arif’in filmde sevgilisi için kullandığı cümle ise şöyle: “Bizim buralarda kadınlar ayıp/günah/yasak üçgeninde sıkıştırılmış vaziyettedir. Ama öyle görünüyordu ki, Müzeyyen bu üçgeni çoktan yırtmış, yerine bir şeytan üçgeni yaratmıştı...”
Peki ‘Arif’ gibi ilişkilerini sahiplenmeyen, hercai birinin ‘Müzeyyen’e aşık olması, kafasının duvara toslaması bu yüzden miydi yani?
Tekinsiz olan taraf, karşısındakini kendine aşık mı ederdi?
“Market alışverişiyle, akraba ziyaretiyle aşk olmaz! Aşk ile ilişki aynı şey değildir” diyen Arif’i bu noktaya getiren neydi?
Film boyunca kafanızda hep bu deli sorular, sorgulamalar…
Gün gelip terk edilince “Neden bitti? Ben hep onun gözlerinin içine bakmıştım…” diye soruyor ‘Arif’.
Aslında ‘Müzeyyen’ cevabı veriyor: “Bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki... Benim için doğru olan, onun için de doğru olmalı diye bir şey yok...”
Özeti şu: Bittiyse bitmiştir, sorgulamanın manası yok! Müzeyyen zaten hesap sormaz, sorgulamaz, kimseyi suçlamaz; sessizce çekip gider. Giderken de “Seninle bir ilgisi yok, sadece bitti. Seni üzmek istemedim ama kendimden de vazgeçemezdim” der sadece.
***
Aşk söz konusu olunca, bazı soruların cevabı gerçekten yok. Çünkü aşkta kural, taktik, matematik yok!
Aşk bir kimya, tuttu mu tutuyor, tutmazsa tutmuyor, arada denklem bozulabiliyor, her şey tepetaklak olabiliyor falan... Ama neden/niye sorusunun cevabı gerçekten yok. Filmi izledikten sonra bunları uzun uzun düşüneceksiniz.
İlhami Algör’ün aynı adlı romanından esinlenerek çekilen filmi izleyin, bakalım orta noktalarda buluşabilecek miyiz?
KİTAP İZDİHAMI NE GÜZEL ŞEYMİŞ!
12 yıl aradan sonra İstanbul’da imza günü düzenleyen Orhan Pamuk, İstiklal Caddesi’nde izdihama sebep olmuş.
Bu memlekette kitap imzalatmak için kuyruklar olması ne güzel şeymiş be! Hem, 12 yıldır ülkesinde imza günü düzenleyemeyen Nobel ödüllü bir yazar için olması gereken gerçekleşti.
Hem de insanların bir kitaba bu kadar ilgi gösterdiğini görmek iyi geldi.
Geçen gün Levent’te metroya inerken, yürüyen merdivenlerin kenarında sıra sıra Orhan Pamuk ve yeni kitabı ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ın afişlerini görünce de içim pek bir açılmıştı ne yalan söyleyeyim… İşte görmek istediğimiz hareketler bunlar!