Köy hayatına olan sevgim çocukluğumdan kalma... Çocukken yaz aylarının tümünü bütün sülale Altınoluk’ta geçirirdik. Hem annemlerin, hem de bizim tüm çocukluğumuzu geçirdiğimiz, ailemiz için büyük anlamı olan (Öyle ki rahmetli dedem Mehmet Ünaldı vasiyeti gereği oradaki köy kabristanında yatıyor) Altınoluk’taki bizim zamanımızda yaşanan o tatlı köy hayatının bitişi, oranın bile şehirleşmiş, dağ yamaçlarına kadar betonlaşmış olması içimi yakıyor.
Geçen hafta sonu şehir kaosundan uzaklaşma ve köy hayatı yaşama özlemimi gidermek için Karasu-Resuller Köyü’ne gittim. İlk iş telefonumu attım bir kenara, bütün hafta sonu elime almadım. Telefonsuzluk başlı başına bir huzur kaynağı zaten.
Tarladan yeni toplanmış sebzelerin, dallarından yeni koparılmış meyvelerin kokusu, tadı bambaşkaydı. Şehirde yediğimiz hiçbir sebze ve meyvenin sağlıklı olduğuna inanmıyorum. Ne koku, ne tat var, hormon basılmış, görüntüden ibaret yiyecekleri tüketiyoruz.
Gece saatlerce gökyüzünü izledim, çıt çıkmayan bir sessizliğin ve doğanın ortasında. Yıldızlar o kadar yakın görünüyordu ki, uzansam dokunacak gibiydim. Aynen Altınoluk gecelerimdeki gibi... Ve şehirde gökyüzünü bile doğru dürüst göremediğimizi fark ettim.
Köy hayatı cennet gibi...
Ertesi gün, inşaat ve trafik seslerinin olmadığı, sadece kuş cıvıltılarının duyulduğu; camı açınca tertemiz hava soluduğum bir sabaha uyandım. Resuller Köyü’nde geçen her dakika cennette hissettim kendimi. Oradaki iki gün boyunca sanki zaman durdu. Şehirde saatlerin, günlerin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Koşturmaca içinde başlayıp bitiyor haftalarımız, aylarımız, yıllarımız. Dünya tatlısı bir ailenin evine misafir olduk. Beş yıl önce İstanbul hayatından yorulup Resuller Köyü’ne yerleşmişler. “İlk zamanlar alışmak zor oluyor ama şimdi iyi ki bu kararı vermişiz diyoruz, çok mutlu ve huzurluyuz” şeklinde konuşuyorlar.
Çocukların her birinin elinde cep telefonu veya tabletler yok, haliyle insan ilişkileri kuvvetli yetişiyorlar. Şehirde hiçbir çocukla bu kadar uzun sohbet edebildiğim olmadı, şehir çocukları günümüzde çocukluğu hakkıyla yaşayamıyor maalesef.
Cesareti olan basıp gidiyor!
Dönüşte yemyeşil yollardan geçip de beton yığınlarının arasına girince “Hah” dedim, “Yine geldik karmaşaya, gürültüye, kalabalığa, trafik çilesine, hırs dolu insanların arasına!” Eskiden insanlar köyden şehire kaçardı, şimdiyse fırsatı olan şehirden köye kaçmanın peşinde...
Hatta şehirden gitme isteğimizi hep konuştuğumuz en yakın dostlarımdan Taylan Efe, İstanbul’da başarıyla sürdürdüğü halkla ilişkiler kariyerini bıraktığı gibi Didim’e yerleşti birkaç ay önce. Onun hikayesini önümüzdeki günlerde daha detaylı anlatacağım. Biz ‘ha döndü, ha dönecek’ diye beklerken, şehirle olan tüm bağlarını tek tek kopardı. Canına tak eden cesaretli insanlar gidiveriyor valla helal olsun.
Tadıyla yaşanacak gerçek hayat büyük şehirlerden uzakta, gün geçtikçe bundan daha da emin oluyorum... Darısı tüm gitme hayali olanların başına dostlar.