* Türkiye’nin en çok sahnelenen ve en beğenilen operası olan ‘IV. Murat’ın; Topkapı Sarayı’nın avlusunda sahnelenmesi çok etkileyiciydi, kendimi hakikaten o günleri yaşıyormuş gibi hissettim. Tabii bunda atmosfer bir yana padişah rolündeki Kıvanç Uğraşbul’un da çok etkisi var.
* Büyük usta Okan Demiriş’in müziklerini dinlerken kendimizden geçtik, tek kelimeyle 'rüya' gibi bir akşamdı.
* 1980’de dünya prömiyerinden başlayarak tam 22 yıl boyunca Kösem Sultan’ı canlandıran soprano Leyla Demiriş de eşi Okan Demiriş’in ölümsüz eserini izlemek üzere seyirciler arasındaydı. “Kim bilir neler hissetmiştir izlerken?” diye düşünmeden edemedim..
* Kostümler Osmanlı’nın ihtişamını en güzel şekilde yansıtıyordu. Hele Kösem Sultan’ın giydiklerine bayıldım.
* Mersin Devlet Opera ve Balesi’ne büyük alkış, Türk operasının en önemli eserlerinden ‘IV.Murat’ı hakkını vererek sahneliyorlar.
* 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 'Saraydan Kız Kaçırma' ve A'şk-ı Memnu’nun da aralarında olduğu prodüksiyonlarla 21 Temmuz’a kadar devam edecek.
* Opera izlemeye ‘kot-tişört’le gelenlere hayret ettim. Eskiden olduğu gibi tuvaletle gidin demiyorum ama insan biraz kendine özen gösterir, biraz şık giyinir, rock konserinde değiliz!
MÜZEDE ‘TARİHİ’ MARUL!
IV. Murat başlamadan önce acıkınca sahnenin az ilerisindeki 'Müze’nin Kahvesi'ne gittik. Her gün ‘tonla turist’ ağırlayan Topkapı Sarayı’ndaki bir kafeden ne beklersiniz? Lezzetli ve taze yiyecekler satmasını, çalışanların güleryüzlü olmasını, orada bir şeyler atıştıran turistin-müşterinin ve tabii böyle önemli organizsyonlardaki izleyicilerin memnun ayrılmasını...
‘Müze’nin Kahvesi’ derdin ne dostum?!
Annemin peynirli sandviçinden örnek alarak kimya çalışması (!) yaptığını, aldığı sandviçi açıp içine baktığını görünce meraklandım.
O da ne, simsiyah, çürümüş, buruşuk bir 'şey' çıktı sandviçten. Ne olduğınu öğrenmek için görevliye yöneldim. "Marul” dedi suratında umursamaz ve ‘sanki gariplik Osmanlı döneminden kalma marulda değilmiş de benim sorumdaymış’ ifadesiyle!!
Yahu insan birazcık utanır, birkaç tane taze sandviç hazırlamak, lezzetli tost yapmak, müşteriye güleryüz göstermek bu kadar mı zor? Şeytan diyor zorla yedir kendisine o marul dediği 'şey'i!
Vazgeçerek guruldayan midelerimizle uzun bir opera eserini izlemeye oturduk... Böyle turistik bir mekanda olacak iş midir?
SANATÇI DEDiĞiN...
Gerçi ben de birçokları gibi ‘sadece belgesel’ izlerim (!) ama bir magazin programında tesadüfen denk geldim.‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ dizisinin fettan yengesi Esra Dermancıoğlu kızıyla marketten çıkarken mikrofon uzatıyor muhabir... O da konuşmak istemiyor, muhabirin ‘yüzüne bile bakmadan’ devam ediyor yoluna..
Bir anda karşı kaldırımdan adamın biri bağırmaya başlıyor Dermancıoğlu’na. “Emekçiye saygı istiyoruz. Düne kadar seni kim tanıyordu? Muhabire iki cümle etsen ne olur?” tarzı cümleleri sıralıyor. Yalnız bir kadına küçük çocuğunun yanında bağırarak tepki gösteren vatandaşı kınıyorum biiiir! Ama söylediklerinde yerden göğe haklı, bu da ikiii!
Muhabirler bütün bir gün haber peşinde koşuyor, yeri geldiğinde ‘tek bir kare fotoğraf veya tek cümlelik konuşma’ fırsatı için saatlerce bekliyorlar. Tamam, gizemli olmayı tercih eden sanatçılara da saygı duyalım, ama iki cümleyle kimsenin incisi dökülmez! Siz bu ülkenin sanatçılarıysanız, onlar da gazetecileri ve saygıyı hak ediyorlar.