PuCCa’nın ikinci günlüğünü bazen katıla katıla dakikalarca gülerek, bazen aklıma yaşadığım kötü anıları getirdiği için ağlayarak ama her yeni sayfada onu kendime daha da yakın hissederek okudum
Onunla ‘tek ortak yanımızın’ aynı gazetede yazmak olduğunu sanıyordum. İkinci kitabı ‘Ve Geri Kalan Her şey’i az önce bitirip içinde kendime dair milyonlarca detay bulana kadar... Kitabın sonundaki “Eski sevgililerime ithafen... Allah hepinizin belasını versin...” notuna defalarca gülüp içimin yağları eriyerek bakana, kendi yaşadıklarımın intikamını onun satırlarıyla almışım gibi ona büyük bir sevgi duyana kadar.
PuCCa’nın blogu bir fenomene dönüştüğünde, ilk kitabı ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’yla ortalığı inlettiğinde, Twitter’da çok ünlü isimler kadar takipçisi olduğunda onu henüz hiç okumamıştım. Bende popüler olan şeylere karşı bir önyargı var, sürüyü takip etmeye başkaldırı babında! İkinci kitabı karşıma çıktığındaysa merakıma daha fazla direnmedim, aldım. Bir tek geceleri okumaya vaktim olduğu için, kaç gecedir uyku yüzü görmedim yeminle.
PuCCa’nın ikinci günlüğünü bazen katıla katıla dakikalarca gülerek, bazen aklıma yaşadığım kötü anıları getirdiği için ağlayarak ama her yeni sayfada onu kendime daha da yakın hissederek okudum.
PuCCa’dan aldığım gaza gel!
“Keşke” diyorum ben de yaşadıklarımı onun kadar sansürsüz ve ağzıma geldiği gibi yazabilsem; bir zamanlar “Onsuz olamam” sandığım düdük makarnasının yaptığı haksızlıkları, adilikleri, ‘sonsuza kadar sadece sen varsın’ alt mesajını verirken bir yandan utanmadan beni nasıl aldattığını ve bunları bana yutturuşunu, ‘yatakta basılsa bile’ beni şizofrenlikle suçlayacak raddedeki yalancılığını, üzüntümden zevk alan vicdansızlığını, en ‘bozuk’ çiçeğe bile konmadan egosunu tatmin edemeyen zavallı erkekliğini vb. daha birçok şeyini detaylı detaylı anlatıp ne mal olduğunu hepinize duyursam da rahatlasam! (Gerçi ona göre reklamın iyisi kötüsü yok maksat şanı yürüsün, eminim bu bile işine gelirdi!)
Ben kendimi tüm yaralarımla ve açıklarımla milyonların gözüne serecek ve bunu tınlamayacak bir tıynette değilim. İçim kan ağladığı zamanlarda bile güçlü takılan ve bozuntuya vermeyen bir tipim. İşte bu yüzden PuCCa’nın cesaretine helal diyorum, o doğal ve küfürlü (aslında birçoğumuzun içimizden konuştuğumuz gibi) anlatımına; kazandığı başarıya şapka çıkarıyorum. Şimdi ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’na kaçar Hayalet’iniz, kızlar eğer PuCCa’yı daha okumadıysanız şu saniye işi gücü bırakın ve en yakın kitapçıya koşun!
BÜTÜN OSCARLARIM ‘GOES TO’ MERYL STREEP!
İngiltere’nin ilk ve tek kadın başbakanı Margaret Thatcher’ın erkek egemen siyasette var oluş mücadelesini anlatan ‘Demir Leydi’ filmi geçen hafta vizyona girdi. Thatcher dönemini yeterince iyi yansıtmadığı yönünde eleştiriler alsa da, sadece Meryl Streep’in tüyleri ürperten olağanüstü oyunculuğunu ‘ağzınız beş karış açık’ izlemek için bile gidin derim. Dünyanın gelmiş geçmiş en efsane oyuncularından Streep’in bugüne kadar sadece iki kez Oscar almış olması inanılır gibi değil. ‘Demir Leydi’ rolüyle de Oscar’ı ona vermezlerse burdan bir “Yuh” çekeceğim ki taa Kodak Tiyatrosu’ndan duyacaklar!