Bu şehrin ayrı bir büyüsü var. Sabahları Hyde Park’ta bir saat koşmanın zevki hiçbir sporda yok. Birçok lokanta gezdiğim kentte kendimi bildim bileli müzikal izlerim...
Londra tatilimi uzun zamandır büyük sabırsızlıkla bekliyordum; geldiğimden beri de geçirdiğim her saniye beklediğime değiyor doğrusu... Bu şehrin ayrı bir büyüsü var benim için, avare bir şekilde sokaklarında dolaşmak bile kendimi ultra huzurlu ve mutlu hissetmeme yetiyor. Telefonum gerektiği zamanlar haricinde kapalı; sadece telefonsuz olmak ve normal hayatımdan soyutlanmak bile bana çok iyi geliyor; telefonsuz, internetsiz, her şeyden habersiz tatili mutlaka denemelisiniz. Tatil o zaman gerçek anlamda tatil aslında!
Hyde Park film gibi...
Sabahları Londra’nın incisi Hyde Park’ta bir saat koşmanın zevki başka hiçbir sporda yok yeminle. Parkın masal gibi atmosferinde dolandıkça “Bizde niye benzeri yok” diye kıskanmıyorum desem yalan olur! Koşuya çıkanlar, bisikletle gezenler, göldeki kuğulara ekmek atanlar, ata binenler, gruplar halinde aerobik yapanlar, futbol oynayanlar, çimlere serilip piknik yapanlar, sincapları elleriyle besleyenler, tenis maçı yapanlar; her telden çalan insan mevcut! Hani filmlerde gördüğümüz parklar var ya; aynen öyle bir görüntü, köşeden Jude Law dönse şaşırmam! (Belki hakikaten döner yahu, zaten burada yaşıyor, bu tatil pek niyetlendim karşılaşmaya, hadi inşallah!) Bu arada Jude Law’u parkta görmeseniz bile kasım ayında başlayacak olan Shakespeare’in “V.Henry” oyunu sahnesinde canlı canlı izleyebilirsiniz yolunuz buralara düşerse...
Sofra’nın tadı bir başka
Her ne kadar sportif ve rejimsel takılmaya çalışsam da gittiğim restoranlarda dağıttığım oluyor arada bir (Yoksa sık sık mı demeliydim?). Birçok restoran geziyorum, Hüseyin Özer’in Sofra’larındaki ve Özer’indeki lezzet hiçbir yerde yok! Oxford Street’in tablo gibi şirin bir sokağında bulunan Sofra’daydık dün.. Çorbadan ana yemeklere kadar her şey harikaydı. Sakın “Londra’ya gidip orada da Türk yemeği mi yiyeceğim?” diye düşünmeyin; Sofra’lardan birine ya da Özer’e gittiniz mi bir Türk olarak çok gururlanıyorsunuz, bir tek boş masa yok, millet birbirini tepeliyor yer bulabilmek için.
Müzikal meraklıları aldanmasın!
Kendimi bildim bileli Londra müzikallerine giderim, hatırı sayılır bir deneyimim var bu konuda; o yüzden geçen akşam gittiğim ve 8 Tony ödülünü nasıl aldığına kesinlikle anlam veremediğim “Once” müzikalini şiddetle tavsiye etmiyorum ve hatta “sakın” diyorum! Gerçi zevkler ve renkler tartışılmaz, neticede çok önemli ödüller toplamış ama biz dört kişi gittik, dördümüz de arkamıza bakmadan koşarak çıktık sonunda! Oyun sırasında bir ara “Bunlar bizimle dalga mı geçiyor?” düşüncesiyle beni sinirden bir gülme tuttu, gözümden yaş geldi! Sesler güzel tamam, sahnede hem çalıp hem söylüyorlar, tebrikler ama hiç keyif vermeyen bir oyun.. Hikaye sığ, şarkılar sıradan, yapılan dans denemeyecek anlamsız hareketler komik, kostüm ve dekor desen okul müsameresinden farksız. Hala düşündükçe inanamıyorum Tony’leri topladığına, hele ki izleyenin ağzını beş karış açık bırakan onca muhteşem müzikal varken! Allah’tan bu gece yüz bin küsürüncü defa operadaki dostumu ziyarete gidip; hayatımın müzikali “Operadaki Hayalet”i izleyeceğim de kendime geleceğim!