Atalarımızın “Tebdil-i mekanda ferahlık vardır” sözüne gönülden bağlıyım! Arada bir yaşadığım şehirden, çevremdeki iyi kötü herkesten, hayata dair telaşlardan, işten güçten, telefondan, internetten, hatta takıntılı olduğum spor ve sağlıklı beslenme de dahil her şeyden uzaklaşınca yeniden doğmuş gibi oluyorum. Yaşama sevinci ve enerji fışkırıyor her yanımdan! Kendimi bu derece rahat bırakınca, bir-iki de kilo fışkırıyor tabii ama dönüşte derhal ilgileneceğim!
LONDRA AŞKIM VE BİRKAÇ ÖNERİ...
* Fransız restoranı Colbert: Sekiz yılımı Fransız Lisesi’nde geçirdiğimden zahir, bana bir gına gelmiş! Ne Fransız filmi severim, ne yemeği, ne şehri... Sloane Square’deki ‘Colbert’e yaka paça götürdüler beni! Yemekleri de, ortamı da tek kelimeyle muazzamdı.
* İtalyan restoranı Sale e Pepe: Knightsbridge’deki ‘Sale e Pepe’den yıllardır vazgeçmem. Hayatımda gördüğüm en neşeli ve sevimli restoranlardan biri... Sadece yemekleri değil çalışanları da harika! İtalyanca şarkılar söyleyerek dolaşıyorlar.
* Türk efsanesi Özer ve Sofra: Dünya tatlısı sahibi Hüseyin Özer’in zorluklarla dolu başarı hikayesini kendisinden dinlediğimden beri daha da çok seviyorum yarattığı markayı. Tüm restoranları dolup taşıyor, bir Türk olarak gurur duyuyorum.
‘Sofra’nın şubelerinden St. Christopher’s Place’teki benim favorim. Hem ‘Sofra’lara, hem de Oxford Street’teki ‘Özer’e İngilizler deli divane oluyor, görmeniz lazım!
* Ulaşım aracı bisiklet: Kardeşim Kuki’yle ulaşım aracı olarak tabanlarımızı veya kiralık bisikletleri tercih ediyoruz. Trafiğe çıkınca önce bir geriliyorum; bizim memlekette bisikletle arabaların arasında fink atmak için canına susaman lazım! Burada araba sürücüleri bisikletlileri rahat ettirmek için uğraşıyor adeta! Trafiğe takılmadan güven içinde, “Bütün yollar benim” hissiyle püfür püfür gidiyorsun.