Eş-dost davetleri ve özel geceler haricinde gece kulüplerine gitmeyi sevmiyorum artık. Gece çıkmaktansa evimde ailemle, kedilerimle, köpeğimle vakit geçirmek veya arkadaşlarımla bir yemek yiyip sinemaya gitmek çok daha çekici geliyor bana. Bendeki bu değişikliğin bu kadar erken yaşta olmasının sebepleri var tabii!
Bir kere eskiden gece çıkıldığında herkes ölçülü ve saygılı davranırdı. Millet tanıştığı anda birbirinin üzerine atlamazdı. Kızlar derli toplu giyinir, bütün vücutlarını gözler önüne sermezdi. Bir erkeğin bir kadına yaklaşması şimdiki kadar kolay olmazdı, kısaca herkes ağır takılırdı. Gece eğlencesinin bir ‘kalite’si vardı.
Haliyle şu anki durum bana ‘içler acısı’ geliyor. Gördüğüm-duyduğum şeyler kendimi uzaylı gibi hissetmeme sebep oluyor. Ve en alemci arkadaşlarımın bile artık evde oturmayı bu zıvanadan çıkmış eğlence hayatına tercih ettiğini görüyorum. Şu an birçoğunuzun kafanızı sallayarak beni onayladığınızdan eminim dostlar.
Gördüğüm en iyi parti!
Gece çıkmıyoruz dediysek hiç eğlenmiyoruz da demedik tabii! Geçen akşam arkadaşım Can evinde ‘süperr bir partiye’ imza attı. Hepimizden 80’lerde pek meşhur olan kayak veya tenis sonrası mangal partisine katılır gibi giyinmemizi istedi. Sadece kıyafetlerimiz bile başlı başına bir eğlenceydi o akşam; kayak tulumu giyip gözüne kayak gözlüğü takanlar, apres-ski tüylü çizmeleriyle gelenler, tenis şortunu çekip elinde raketiyle katılanlar, herkes ayrı bir alemdi.
Ve en güzeli de kimse ‘kasım kasım kasılmaya’ gelmemişti. Genelde gördüğüm davetlerin çoğu etrafa hava atmak, eline içkisini alıp poz kesmek, birbirini süzüp çekiştirmek üzerine kurulu oluyor ama Can’ın partisinde herkes eğlenmek için oradaydı, haliyle bol kahkahalı, bol danslı bir akşam geçirdik. Artık kaliteli ortamı gece kulüplerinde bulmak çok zor, yaşasın ev partileri!
SİNEMA AŞKINA İZLENEN FİLM!
Halimden ancak benim gibi sinema aşıkları anlar, ne kötü filmleri ‘sırf sinemada film izlemek uğruna’ sindirmeye çalışmış, sineye çekmiş, o 2-3 saat ümitle ‘sonunda mutlaka enteresan bir şey çıkacak’ diye bekleyip avucumuzu yalamışızdır! Son zamanlarda iyi filme gerçekten zor rastlanıyor, kötü film de gerçekten insanın keyfini kaçırıyor.
Bu hafta gösterime giren ‘Oyunun Sonu’ filminin başrollerinde Kevin Spacey, Jeremy Irons, Demi Moore gibi isimleri görünce “Eh bu izlenir” diyerek gittim ve giderek daha ilginç hale geleceği umuduyla sabretmeye çalıştım. Üstelik film 2008 finansal krizinde Wall Street’te hisseleri batmakta olan ve birkaç saat içinde o hisseleri (müşterilerine çaktırmadan) satmaya çalışan bir yatırım bankasında yaşananları anlatıyor ve ben de üniversitede ‘finans’ okumuş bir ‘Hayalet’im bugüne bugün. Buna rağmen kurtarmadı.
Sıkıcı (hele Demi Moore’un sıkıcılığı, pes yani. Kocası Ashton Kutcher kendisini aldattı diye bunalıma girdiğinde mi çekti filmi acaba?!) zorlamalar ve tekrarlarla dolu, aynı bina hatta aynı odalar içinde dönüp duran bir film bu. Berlin’de ‘Altın Ayı’ için yarışmış ama bence ‘altın fare’yi bile hak etmiyor. Zamanınız bolsa ve ‘yukarıdaki üç sanatçının hatırına izlerim’ diyorsanız gidin, değilse zamanınıza yazık bence!