“Yeni bir yıl; sıfırdan başlama, yepyeni başlangıçlar yapma hisleri verdiği için her senenin son zamanlarında, ‘Bir an önce bitse de yeni yıl başlasa’ konuşmaları geleneksel olarak yapılır. Ama 2016, milletçe bitmesi için gerçekten sabırsızlan-dığımız çok tatsız bir yıl oldu. Umuyorum ki, güzel ülkemize barış ve huzur getirsin 2017...”
31 Aralık günkü köşe yazımın ilk cümleleriydi bunlar. 2016 gibi korkunç bir seneden sonra, Türkiye’miz için bembeyaz bir sayfa açılması, huzurlu ve barış içinde bir yıla adım atmak hepimizin ortak duasıydı. Kapanması zor yaralarımıza rağmen, milletçe hepimiz bu umuda sarılarak girdik 2017’ye.
İstanbul’un ünlü eğlence kulübü Reina’da da aynı duygularla yeni yılı karşıladı yüzlerce kişi. 2017’ye son sayarak girdiler, birbirlerine sarılıp mutlu bir yıl dilediler, içlerinden dualar ettiler, hayaller kurdular. Ekmek parası peşinde işinin başında olan mekan çalışanları koşturup durdular, onların sevdikleriyle kucaklaşmak gibi bir fırsatları olmadı. Kapıda nöbet tutan gencecik polis memuru Burak Yıldız’ın da olmadı...
Keşke uyansak ve...
Annemden gelen ‘Reina’ya silahlı saldırı olmuş’ mesajını gördüğümde ‘Mekana alınmayan birileri gurur yapıp kapıda olay çıkardı herhalde’ diye düşündüm. Böylesi bir vahşet aklımın ucundan geçmedi. Bu da korumaya çalıştığımız umudun bir yansıması işte.
Ayrıntılar ortaya çıkmaya başladığında televizyon karşısında hüngür hüngür ağladım. Neşeleri ve hayalleri karanlığa gömülüp, aramızdan giden masum insanlara, kahpe terörün İstanbul’un sembolik bir noktasına kadar varışına, ‘Boşuna umutlanmayın’ dercesine yılbaşı gecemizi kıyamet gecesine çevirişine ağladım.
Kutuplaşmanın ulaştığı boyuta, aramızda ‘yeni yılı kutlayanlara yapıldığı için’ bu katliamı yerinde bulabilecek kadar insanlıktan çıkmışların olabilmesine ağladım. Kimimiz ölüp yaşamdan koparken, geride kalan bizlerin de ‘Yaşamıyor sadece nefes alıyor’ hale gelişimize, sokağa her adım attığımızda ‘Başıma bir şey gelir mi?’ korkusu taşımamıza ağladım. 2017’ye içimiz kan ağlayarak başladık.
‘Teröre lanet olsun’, ‘Bu son olsun’ ve ‘Umudumuzu kaybetmeyelim’ cümlelerini kurmaktan, ‘Ölenlerimize rahmet, yaralılara acil şifa’ dilemekten ve her şeye rağmen yaşıyor ‘muş’ gibi yapmaktan tükendik artık. Sözlerin anlamını yitirdiği yerdeyiz. Keşke uyanabilsek ve ‘Hepsi kâbusmuş’ diyebilsek...