Her kadın günün sonuda “tek” bir adamın sevgi ve şefkatine ihtiyaç duyuyor. Ve maalesef onların çoğu aslında “yok”!
Meryem Uzerli’nin verdiği röportajda anlattıkları; günlerdir hem magazin dünyasının, hem de arkadaş sohbetlerinin baş konusu olmaya devam ediyor.. Sanki yakın bir arkadaşıyla konuşur gibi; yaşadıklarını, yalnızlığını, mutsuz aşkını, Türkiye’den kaçış öyküsünü bütün içtenliğiyle paylaşarak bir kez daha hepimizde ona sarılma, yanaklarını sıkma ve onu sevgi manyağı yapma hissi uyandırdı!
“Ben bir adam sevdim, aslında o adam yoktu” cümlesi röportajın en çarpıcı ve aklıma kazınan lafı oldu. Muhtemelen bana fazlasıyla tanıdık geldiği için.. Röportajı okuyan çoğu kadın kendini Meryem Uzerli’ye çok yakın hissettmiştir. Anlattıkları o kadar gerçek, o kadar yaşadığımız şeyler ki..
Bir kadın ne kadar şöhretli, başarılı, paralı ve milyonların hayranlığını kazanmış olursa olsun; günün sonunda “tek” bir adamın sevgi ve şefkatine ihtiyaç duyuyor. O adam kendisini kollarının arasına alsın istiyor, kafasını göğsüne yaslayıp huzur ve güven duymayı hayal ediyor.
Olay çok basit: Kendini kandırma!
Ve maalesef o şefkatine sığınılan adamların çoğu aslında “yok”! Bizler de; içten içe bu gerçeği bilmemize rağmen kendimizi kandırmayı, sadece görüntüden ibaret ama içi boş, kalbinin yerinde yeller esen adamlara tutulmayı ve her şeyin yolunda gittiğine inanmayı seçiyoruz. Halbuki böyle durumlarda yapılması gereken tek bir şey var; içimize sormak!
“Bu adam benim kendi yarattığım bir kahraman mı, yoksa gerçek bir kahraman mı?” sorusunun esas cevabı aslında çok yakınımızda ama duymayı reddediyoruz! Reddettikçe de bataklığa saplanmak kaçınılmaz oluyor. Zaten Meryem Uzerli de “iç sesine kulak tıkadığı” için ruhunu alt üst eden bir ilişki yaşadığının farkında..
“Bile bile lades” dediğimizde bizi hayal kırıklığına uğratan adamları suçlamak, “Vay bana bunları nasıl yapar” diye hayıflanmak çok yersiz. Çünkü aslında herkes “ne ayak” olduğunun işaretlerini ilişkinin en başından veriyor. Peki biz ne yapıyoruz? Özümüzün “Hayır bu adam yanlış, hemen uza” haykırışlarını bastırıyoruz!..
Bin kere ölmek mi, bir kere ölmek mi?
Hayatımı değiştiren adam (gerçek kahraman diye ona derim!), her tatsız anımda elimden tutup beni en tepeye çeken sevgili yaşam koçum Özgür; “Gerçeği duymaktan korkma. O seni özgür kılar, bin kere ölmektense bir kere ölmek daha iyidir, her zaman özünün söylediklerini dinle” diyor.
Gerçeği içinize sormayı öğrendiğiniz vakit; kendinizi isteseniz de kandıramıyor ve hizaya geliveriyorsunuz! İşin güzel yanı cidden çok iyi ve güçlü hissediyorsunuz!
“Aslında olmayan adamlar”dan şefkat dilenmekten ve farkında olmadan tükenmektense, kendi kendine şefkat göstermek ve kendine odaklanmakmış esas olan...
Tavsiye ederim!
KEŞKE BEN UYURKEN GiTSEYDiN...
Son dönemde dizüstü edebiyatının ciddi takipçisi oldum dostlar... Pucca ve Pink Freud’un kitaplarından sonra şimdi de French Oje’ye sardım. “Keşke Ben Uyurken Gitseydin” kitabını okumaya karar verirseniz, boş bir gününüze denk getirin çünkü bitirmeden elden bırakılmıyor.
Kafa dağıtmak, keyif yapmak, gülmek, her şeyden uzaklaşmak, “Aa, bak bir tek benim başıma gelmiyormuş” düşüncesiyle yalnız olmadığını hissetmek için ilaç niyetine bu kitaplar,.. Hayalet’inizden de bu tatta bir kitap bekleyin, hazırlıklara başladım!