“Aşk Tesadüfleri Sever” albümü, bir sürü şeyin yanında bir de şunu göstermişti: Müslüm Baba hakikaten bambaşkadır. Her şeyi söyleyebilir ve her şarkıyı kendi şarkısı kılabilir...”
Yeni albüm “Sandık”ta da (Pasaj) durum aynen devam ediyor: Müslüm Gürses her şeyi ama her şeyi “kendince” söylüyor; mükemmel ve Müslümce.
“Sandık”ın bir önceki albüme göre, elbette çok daha kolay bir repertuvarı var; bir öncekinin “haddinden fazla Batılı” yapısının yerini, bu sefer “biraz bizden-biraz onlardan-biraz pop-biraz arabesk” bir yapı almış.
Ve aslına bakarsanız, çok da iyi olmuş. Böyle bir albümün-bu tür bir repertuvarın korkulacak tek yanı şu olabilirdi: “İyi, ama bu kadar farklı, bu kadar bambaşka sound’lara ait şarkıları, bir başına Müslüm Gürses ortak bir başlık altında toplayabilir, bu albümü gerçekten bir albüm yapabilir mi?”
Olmayabilirdi. Ya da uzun vadede iş sırıtabilirdi. Ama böyle olmamış Allah’tan; Sunay Özgür ve Ender Akay, yanlarına H. Emirhan Üçkardeş’i de alarak, Gürses’e mükemmel ötesi bir sound oluşturmuşlar.
Seviyorum deyip
“Arabesk”in, o adı kötüye çıkarılmadan önceki haysiyetli formunu koruyan ama bununla elbette yetinmeyip yenileyen, onu (tıpkı Orhan Akdeniz, Vedat Yıldırımbora, Özer Şenay ve diğer “pioneer”ların yaptığı gibi) çağdaş da kılan bir sound bu.
“Arabesk” o 60 ve 70’li yıllarda, elbette “haysiyetli”, elbette “sıkı” bir müzikal türdü. Çok akıllı, çok zeki bir yaratıcı kadro yazıyor-çiziyor-deniyor ve başta Şükran Ay, Mine Koşan, Esengül olmak üzere de, çok sayıda “bülbül” bu yazılanlara hayat veriyor, yaşamın ortasına getirip bırakıyordu.
Arabeskin adını kötüye çıkaran 12 Eylül günlerimizdir; (Ferdi Özbeğen hariç-Ümit Besen dahil) piyanist şantörlerimiz, başlarını “taverna-fantezi” adlı bir gecekonduya gömen niteliksiz müzisyenler, çapulcu şarkıcılarımızdır.
Gürses çok az sayıda başka isim (mesela Kibariye) ile birlikte 80’lerde de, 90’larda da, sonrasında da müziği feda etmeyenlerdendir; eline şarkıları koyup avuç açmayanlardandır.
“Hop hop, bir durun bakalım; yağma yok, o kadar da uzun boylu değil; ya böyle, ya hiçbir zaman,” demiştir, diyebilmiştir.
Böyle dediği böyle yaptığı için de, gün gelmiş parasız kalmış, gün gelmiş “Bu devirde küpünü doldurman lazım” diyenlerle selamı sabahı kesmiştir.
Ama böyle olduğu içindir ki “Baba”dır, böyle olduğu içindir ki Murathan Mungan’dan Sunay Özgür’e kadar en mühim isimlerin aklında-ruhunda ve kalbindedir.
Sarılın Müslüm Baba’ya
Kenan Doğulu’dan “Tutamıyorum Zamanı”, Ajda Pekkan’dan “Sarıl Bana” , Sezen Aksu’dan “Sorma” ve “Vazgeçtim” (ki insan, Sezen Aksu’nun sesi de olsaydı bu şarkıda diyor; olsaydı ve “Ah bu koku, bu ten, bu dokunuş, ah bu delilik sarsar bedenimi” dizesinde özellikle, o da katılsaydı bu “şahane hüzün tablosu”na; onsuz bu tablo tamamlanmıyor-eksik kalıyor), Fikret Kızılok’tan “Gönül” gibi şarkıların yanına, Gürses’in “en büyük hitleri” diyebileceğimiz “Bu Şehirde Yaşanmaz” (ah Orhan Akdeniz ah; en büyük sizmişsiniz, ne yazık ki bilemedik kıymetinizi, yeterince bilemedik), “Benim Meselem” (siz de öyle, mekânınızın cennet olduğundan hiçbirimizin kuşku duymadığı sevgili Özer Şenay) ve “Senden Vazgeçmem” eklenmiş.
Bir de iki versiyon halinde “İtirazım Var”.
Şarkının albümü kapayan ikinci versiyonunda Ceza “rap atıp-hop tutuyor” ve belki de bu-bir tek bu, albümün abartılı yanına tekabül ediyor. “Renkse renk coşkuysa coşku, tonla hem de” diye düşünüyor insan, “ne gerek vardı dam üstünde Ceza’ya?”
Ama buna takmayalım-takılmayalım; bu krize rağmen Pasaj, başladığı projeyi sonlandırmayı, “evladiyelik” bir albüm yayınlamayı başardı.
Kıymetini bilelim, tadını çıkaralım.
Kıssadan hisse
Müzik böyle yapılır, Fairuz Derin Bulut’un yaptığı gibi değil.
Arabesk Ali Tekintüre’nin şarkılarını katlederek yapılmaz.
Ağlayarak-inleyerek, her şarkıyı “Veremli Kız” şarkısı gibi görerek-söyleyerek de olmaz; Sunay Özgür ve arkadaşlarının yaptığı gibi yapılır-Müslüm Gürses gibi söylenir.