MTV ve benzeri müzik kanalları ilk ortaya çıktığında, müziğin dinlenebildiği kadar, seyredilebileceğini de söylemek-göstermek istemişlerdi.
Bir süre sonra iş öyle bir noktaya geldi ki, göz kulağın önüne bile geçti. Sanki dinlemekten çok, seyretmeye başlamıştık müziği.
Bu da zaman içinde binbir gelişmeye yol açtı; hiçbiri de müziğin hanesine artı olarak yazılamayacak, binbir gelişmeye.
Ekranda daha çok görünen-ekranda daha çok dönen şarkılar daha çok satar olunca, yavaş yavaş bazı temel standartlar da değişmeye başladı.
Mesela “ses”in yerini “yüz” almaya başladı; birdenbire değil de, yavaş yavaş, usul usul, alıştıra alıştıra.
“Ses”in varlığı ya da yokluğu, iyiliği ya da kötülüğü, gücü ya da zayıflığı “şarkıcı” olunup olunmayacağı konusunda birinci ölçü iken, bu askıya alındı. Bunun yerini, “yakışıklı” ya da “güzel” olunup olunmadığı işgal etmeye başladı.
Nihayetinde aklımızı başımızdan alıyor ve bizde şarkılarına kulak verecek bir hal bırakmıyorlardı. Klip bitiveriyordu ve biz ne dinlediğimizi, gerçekten bilmemiş oluyorduk. Ama ne giydiklerini, nasıl bir arabaya bindiklerini, nasıl bir sevgiliye sahip olduklarını (elbette elbette elbette) biliyorduk.
Vitrin mi iklim mi?
Yani ekranda durduğu gibi durmamıştı klip; önce gözümüzü boyamış ardından da kulağımızı tıkamıştı. Sonra sonra da sarhoş etmişti bizi.
Ne dinlediğimiz umurumuzda bile değildi; artık değildi.
Hâlâ da değil. Müziğin, tamamıyla kurumuş bir alana dönüşmüş olması bile hiçbirimize, hiçbir şey söylemiyor artık. İlle de kıçını darın darı-kısanın kısası bir şort ya da eteğe zor sığdırmış kızları, ille de oralarını (yerinde duruyor mu-durmuyor mu diye, herhalde) yoklayan erkekleri seyretmek istiyoruz.
Ama yine de (yazının tam burası, işin “sosyal içerik” kısmına tekabül ediyor) bu klipleri yan yana ya da üst üste koyup seyretmek, bir şeyleri anlamanın ya da deşifre etmenin iyi bir yolu olabilir.
İşte bu nedenle, DMC’nin henüz yayınladığı “64 Türkçe Klip” adlı iki DVD’lik paket, bulunmaz bir arşiv belgesi, eşsiz bir fırsat.
Bulunmaz ve eşsiz, çünkü “arşiv” niyetine suya yazıp duran bir memleket olduğumuz için, her an her saniye dönüp durduğunu düşündüğümüz bu klipleri, lazım olduğunda bulamıyor-ulaşamıyoruz.
Adı üstünde, tam 64 klip, cam gibi kayıtlarla hem de, tek bir paketin içinde sunuluyor meraklısına. Ajda Pekkan’ın “Vitrin”i de burda, Bulutsuzluk Özlemi’nin “İklim”i de (“Bağdat Cafe”).
Bulutsuzluk Senfoni
Ada Müzik de, rock dünyamızın en sağlam, en en saygı duyulası gruplarından Bulutsuzluk Özlemi’nin kliplerini, “Bulutsuzluk Özlemi” adlı DVD’de topladı. Adından ve kapak biçiminden dolayı, bu DVD “Bulutsuzluk Senfoni” adlı o kapağı müthiş-kendisi müthiş albümün görsel karşılığı ya da cevabı sanılabilir ama değil.
Bu DVD’de Bulutsuzluk Özlemi’nin farklı yönetmenler tarafından çekilmiş 10 klibi yer almakta. İzzet Öz’den (ki TRT’ye çekmiş oldukları dikkate alındığında, ilk klip yönetmenimiz olduğu dahi, söylenebilir) Hasan Sessiz’e, Mahir Akyol’dan grubun en baba ismi Nejat Yavaşoğulları’na varan “imza”lar var bu kliplerin altında. Ve hepsi birlikte, yani baştan sona seyredildiğinde de görülen şu: Klip, hiç de kötü bir icat değildir. Ya da değildi.
Klip(ler)i kötü yola (müzikle birlikte) düşüren, bizzat müzik endüstrisinin kendisi oldu.
Otobiyografik Sertab
İçeriğiyle, kutusu-ambalajı ile dışarda yapılmışlara dahi fark atan Sertab Erener’in “Otobiyografi/İstanbul Konseri” de sıkı bir DVD; özellikle DVD’li-CD’li “limited edition” kutusu. Bu sefer alkışlar İmaj’ın, fazlasıyla onun. “Bizde neden DVD yayınlanmıyor?” ya da “neden çok az yayınlanıyor?” diyerek mail mail-kapı kapı dolaşan müzikseverler ve Sertab Erener hayranları başta olmak üzere, İmaj çok sayıda insanı bu kayıt-bu baskı ile mest etmiş olacak; elleri dert görmesin. Bulutsuzluk Özlemi ve benzeri haysiyetli grupların düşündükleri, İmaj, Ada ve DMC gibi firmaların yaptıklarıyla, müziğin klibe-görselliğe “altlık” yapılmadığı müddetçe, bir mesele kalmadığı görülebiliyor.
“Mesele” her zamanki gibi aynı: Siz hayata nereden bakıyor, hangi ucunda duruyorsunuz? Sağında mı, solunda mı?