Çok “dil”li bir sanatçıdır Rojin. Söyleyeceği şarkının rengine-milliyetine-kaynağına-cinsiyetine bakmaz; “iyi şarkı-kötü şarkı” diye bir ayırıma tabi tutar söyleyeceklerini.
Ya da bakar, ayrımcılık da yapar; ama pozitif yönden, pozitif bakış-pozitif ayrımcılıktır onunki.
İlk albümünden beri böyledir Rojin; farklıdır, insancıldır.
“Benim bir misyonum var!” diyerek, başkaları gibi bağırmaz, çağırmaz; kendisine fazladan bir kıymet biçmez, fazladan bir önem atfetmez.
Albümlerinde de böyledir, sahnede de.
Sahnede ise özellikle böyledir. Müziği canlı canlı söylemenin tadına doymayanlardandır. Doymaz ve kendisini seyredenlere de, sahnede olmaktan aldığı keyfi, her harf-her nota ile aktarır-anlatır.
Çok “dil”lilik, albümlerinden çok sahnesinde tavan yapar zaten.
Bu çağ ya da şu zamanda acılara tanıklık etmiş, bir çığlık niyetiyle seslendirilmiş her türden ezgi, resm-i geçit yapar Rojin’in bulunduğu mekanda. Türkçe-Kürtçe-Arapça-Süryanice başta olmak üzere, her dilden her türlü “acı” ya da “yakarış”, Rojin’in sesinden sel olur akar ve bu “coğrafya”nın hem ihtişamı, hem de “kördüğüm”ü üzerine, söylenmesi gereken her şeyi söyler-tekrarlar.
Ya hep ya hiç
İlk albümü “Ya hep Ya Hiç”i “millenium”un hemen içinde yayınladı genç yorumcu. Bir yandan “yeni bir çağ”a giriyor olmamızdan dolayı çok mutlu ve heyecanlıydık, bir yandan da “gelmek üzereyim-geliyorum-geldim” diyen ekonomik krizden dolayı, ürkek-çekingen, hatta korkaktık; her zamankinden ürkek, her zamankinden çekingen, had safhada da korkak.
Böyle bir ruh durumundayken de, Rojin’in bize anlatmaya çalıştığı “farklı bir yarın kurma” gerekliliğini sezemedik-duyamadık.
Kimimiz dövizin, kimimiz faizin, hepimiz birden ise borcun-borcun-borcun altında kaldık o günlerde. Bir ezildik ki, o kadar olurdu.
Bir kısmımız, o gün bugündür rahat bir nefes alabilmiş değil. Bir kısmımız belki ayağa kalkma gücünü buldu kendisinde ama bu geçirdiği evrelerden dersini aldı ve “kulakları başka türlü açmak” gerektiğini düşünmeye başladı.
Başka türlüden kasıt da, size “ninni” söylemeyecek birilerinin, size “uyu-uyu-uyu da unut” demeyecek birilerinin peşinden gitmekti.
Rojin’in herkes gibi yapmayan, yani masal anlatmayanlardan olduğunu da bize “SÓ” adlı single’ı (ya da EP’si) gösterdi.
2004 biter, 2005 başlarken ise, “Jan/Sızı” albümü yayınlandı.
Önemli bir albümdü bu da; hem müzikal açıdan, hem de “niyet” açısından. “Pop” gibi gündelik bir dilden yola çıkarak, “iki yaka”yı bir araya getirmeye çalışmıştı Rojin. “Bakın şarkılarımız aynı” diyerek, “aslında tamamen aynı olduğumuzu” anlatmaya çalışmıştı.
Dövme/sızıBüyük ihtimalle de başardı bunu. O albüme kulak vermişlerden bir kısmı, “iki yakamızın bir araya gelmemesi”nin asıl sebepleri konusunda bilinçlenmiş, en azından bazı fikirlere sahip olmuştur.
“Oyun-içinde-oyun”un nedenlerini-niçinlerini, son albümü “Deq/Dövme”de de anlatmaya devam ediyor Rojin.
Bu albümü de epeydir birlikte çalışıyor olduğu Volkan Şanda ile yapmış ağırlıklı olarak; Cem Yıldız ve Ali Haydar Başak’ın da destekleri-katkıları çok büyük.
Bazı şarkılarda (mesela albümü açan ve daha önce Gülden Karaböcek tarafından seslendirilmiş “Kararsız Sevgili”de), Rojin’in o her zaman takdir toplamış vokal yeteneği, biraz (fazla değil; biraz) “gündelik” havada, biraz gününde olmayan bir Rojin’i akla getirmekte.
Bazı şarkılarda da, düzenlemenin bizzat kendisi, insana “Ahh, bir de şu enstrümanın sesi yükselmeye başlasaydı şimdi, tadına doyulmayacaktı bu şarkının,” dedirtiyor.
Ama bu ve buna benzer “minik itiraz”lar, ne Rojin’in, ne de bu “başka bir hayat-başka bir mevsim” tarif eden şarkıların değerinden hiçbir şey eksiltmiyor.
“Korkmadan-ürkmeden-kaçmadan” sesini yükseltmeye-anlatmaya devam eden sıra dışı bir yorumcudan, “sürünün bir üyesi” olmak istemeyenler için söylenmiş bu şarkılar; daha çok da, “dövme” sini o örtü ya da bu gömlek altında saklamaya niyetlenmeyip açan, umudunu diri tutmaya çalışanlara.
Kaç milyar yıldır dönüyor bu dünya?
Kaç bin yıldır, yan yana-omuz omuza yaşıyoruz?
“Hayatı, birbirimize zindan ettiğimiz için utanmalıyız.”
Bu şarkılar, bunu söylüyor.